Deniz Gezmişin Hayatı Ve Yaptıgı Haareketler Bunu Veriyorum Cünkü Suursuzca Konuşmalar Oluyor...
Deniz GEZMİŞ’in doğumundan önce, karşı devrim çoktan başlamıştı. ABD
ile Truman yardım adı altındaki ilişkiler ve IMF den alınan borçlar… VE
yitirilen ekonomik bağımsızlık. Arkasından yitirilen bağımsızlık.
Delikanlığında bağıracağı “Bağımsız Türkiye”
28 Şubat 1949 Deniz Gezmiş 2 yaşındaydı. İlkokulların dördüncü ve
beşinci sınıflarında din dersi okutulmaya başlandı. Cumhuriyet devrimleri
adım adım geriye püskürtülmeye başlanmıştı. Delikanlığında , Samsun’dan
Ankara’ya 19 Mayıs yürüyüşün de bunu halkına anlatmak için çırpınacaktı.
28 Şubat 1951 de 4 yaşındaydı. İktidar el değiştirmişti. CHP yerine DP
gelmişti.
IMF si ABD si her yerdeydi vatanın. Askerimiz Korede Amerikanın yanında
omuz omuza savaştaydı. Başka bir ülkenin menfaati için, ilk defa
ordumuz görevdeydi. O yaşta anlayamazdı. Anladığı zaman en öndeydi
bağımsızlık mücadelesinin.
28 Şubat 1952 de 5 yaşındaydı. Türkiye NATO üyesindeydi. O yaşta
anlayamazdı. Anladığı an ‘ NATO ya Hayır’ diye haykıracaktı. Milli Savunma
Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada ’bugüne değin Kore’de 34 Subay, 46
astsubay ve 1252 erin şehit düştüğünü’ dinledi radyodan. Şehit’in ölüm
olduğunu gençliğinde öğrendi. Arkadaşları teker teker öldürülmeye
başlandığı zaman. “Devrimciler ölür devrimler sürer” haykırıp acılarını içine
gömerken.
28 Şubat 1958 de 11 yaşındaydı. Adana yakınlarında kurulan İncirlik
üssünü duydu radyodan, okudu gazeteden. Gençliğinde “Üs değil Tesis diyen
Başbakana “ karşı verecekti mücadelesini.
28 Şubat 1959 de 12 yaşında duyacaktı “Balkan Paktı”, ‘Bağdat Paktı’
ve CENTO yu.
28 Şubat 1961 de 14 yaşındaydı . 27 Mayısta Sokağa çıkan genç askeri.
Yıkılan iktidarı ve fışkıran sol düşünceyi. O yaşta sevdi o düşünceyi.
Tavrını ondan yana koydu, babası gibi.
28 Şubat 1962 de 15 yaşındaydı. Talat Aydemirle İsmet İnönü’nün karşı
karşıya gelişi ve TİP in kuruluşu.
28 Şubat 1964 de 17 yaşındaydı. Talat Aydemir’in ve Fethi Gürcan’ın
Ankara Cezaevinde idamını okudu gazetelerden. 8 sene sonra aynı avluda
Hüseyin İnan, Yusuf Aslan ve o’nu asacaklardı . Aynı paşalar ,aynı
siyasetçiler…
28 Şubat 1971 de 24 yaşındaydı. Liderdi. Bağımsızlık ve sosyalizm
bayrağı elinde en önde koşuyordu.
28 Şubat 1972 de 25 yaşındaydı. Bundan sonra ki her takvimin 28
Şubatında 25 yaşında kaldı.
Nice 28 Şubatlar yaşandı onun ölümünden sonra.Sahtekarca ,rezilcesine.
Sadece o kaldı her 28 Şubatta 25 yaşında.
25 yıllık yaşantısıyla örnek oldu. Binlerce onbinlerce ‘Deniz ‘ adı
verildi doğan kız ve erkek çocuklarına. Denizler denizleri doğurdu.
Okyanus oldu halkının kalbinde. Elbet bir gün bu okyanusta boğulacak, onu
boğarak öldüren düşünce sahipleri. iddianame kelle istemek için hazırlanmıştır
...DENÎZ GEZMİŞ sorgusunda.- Evvelemirde iddianameye karşı diyeceklerim
mevcuttur, iddianame kelle istemek için hazırlanmıştır. Yapılan
tahliller yanlıştır, hatalıdır, değerlendirmeler keza isabetsizdir. Yalnız biz
varlığımızı hiçbir karşılık beklemeden esasen Türk halkına armağan
etmiş bulunmaktayız. Bu sebeple ölümden çekinmiyoruz, iddianamede yapılan
değerlendirmeler başkana arz ettiğim gibi hatalıdır. 1908 tarihinden
itibaren yapılan gelişme, isabetsiz tahlillere tabi tutulmuştur. Giriş
kısmı muğlaktır. Açık değildir, bunun hangi manaya geldiğini anlayamadım,
neyi kastettiği açık değildir.
Bizlerin tek özlemi tahsil sırasında bulunmamıza rağmen Türkiye'nin
bağımsızlığıdır.
Eğer giriş kısmında korku, gaflet, kurnazlık ve ihtiras içinde
bulunanlardan bizleri kastediyorsa, bu doğru değildir. Türkiye'de gaflet,
dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunanlar varsa, bunlar ancak Amerikan
Emperyalizmi ile iş yapan çıkarcılardır, iddianame hukuk mantığından ari
olarak hazırlanmıştır. Gelişmiş ülkelerin gençliği ile az gelişmiş
ülkelerin gençliği terazinin aynı kefesine konmuştur. Ve kız-erkek
ilişkileri, içki olayları, toplum baskısından uzak bir yaşama isteği gibi
değerlendirmeler vardır. Bunlar doğru değildir. Bizlerin tek özlemi tahsil
sırasında bulunmamıza rağmen Türkiye'nin bağımsızlığıdır. Biz hiçbir zaman
bütün çabamıza rağmen Türkiye'nin bağımsızlığını temin edemedik. Bugüne
kadar da bu özlem içinde kaldık. İddianamede bir hususa daha değinmek
istiyorum. 14 Mayıs 1950 tarihi Türkiye'nin döneminde yeni bir olay ve
tarihi bir dönüm olarak nitelendiriliyor. Ve aynen şöyle denmektedir.
Ulusun tarihinde ilk defa seçimle iktidar değişikliği oluyor. Bu tarih
bize göre Amerikan Emperyalizminin Türkiye'de seçimle iktidara
gelmesidir. Ve iddianame bundan sonraki kısımlarında bu hususu da belirtmektedir,
îkili anlaşmalar kısmı bundan sonra yer almaktaydı ve bu hususu
açıklığa kavuşturmaktadır. Türkiye'nin madenleri, petrolü 1950 tarihinden
sonra Amerikalılara peşkeş çekilmiştir. Kurtuluş Savaşı'nı da yerli yerine
oturtmak gerekmektedir. Biz 50 sene evvel kurtuluş savaşı vermiş bir
ülkenin çocukları olarak Kurtuluş Savaşı'nın gerçek tahlilini yapmaya her
zaman muktediriz. Biz yine çok iyi biliriz ki Türkiye Kurtuluş
Savaşı'nı yapmak için Samsun'a çıkanlara İstanbul Örfi İdaresi'nce ve
Mahkemelerince idam cezası verilmiştir.
Türkiye'nin kurtuluş ve bağımsızlık savaşından ne şekilde bağımlı hale
geldiğini de belirtmek gerekmektedir
Ve yine bilmekteyiz ki Osmanlı împaratorluğu'nun yüzlerce generalinden
ancak birkaç tanesi Kurtuluş Savaşı'na iştirak etmiştir. Ve yine
bilmekteyiz ki Kurtuluş Savaşı yapıldığı sırada İstanbul'da bulunanlar
bunları yapanlara eşkıya demiştir. Türkiye'nin kurtuluş ve bağımsızlık
savaşından ne şekilde bağımlı hale geldiğini de belirtmek gerekmektedir.
1922-1923 sıralarında Lozan müzakereleri sırasında İngilizler Türk
Delegasyon Başkanı İsmet İnönü'ye bu hususu peşin olarak hatırlatmışlardır.
Kurtuluş Savaşı aydınların yönetiminde yapılmış savaştır. Fakat bu
yönetime feodal mütegalibe ve eşraf iştirak etmiştir. Bu eşraf ve
mütegalibe evvela İş Bankası'na sızdı, daha sonra da 1944-1945 yıllarında
Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu hazırlıklarında bu tasarıya kesin cephe
aldılar. Bunlar Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Demokrat Parti'yi kuran
kimselerdir. Böylece 1950 tarihine gelindi ve 1950 tarihinde Amerikan
emperyalizmi iktidara geldi.
Olaylar bundan sonra bildiğimiz gibi gelişti, olaylar cereyan etti,
Demokrat iktidar 27 Mayıs 1960'da tarihe gömüldü. Demokrat Parti gitti,
bunun gitmesi ile tellallar değişmedi. Hamam aynı, bu defa yanlış oldu,
27 Mayıs'ı kastetmiyorum, bundan sonrasını kastediyorum. Hamam aynı
fakat bu defa da tellallar değişti. Amerika bu dönemde imdada yetişip,
İnönü'yü düşürdü. Demirel'i iktidara getirdi. Öğrenci hareketlerine
gelince, iddianamede Öğrenci hareketlerinin başlangıç tarihi 1968 olarak
belirtilmektedir. Bu tarih yanlıştır. Türkiye'de öğrenci olayları 50-60
senedir eksik olmamıştır. Sultan Hamit'in Tıbbiye talebelerini
Sarayburnu'ndan denize attığı tarihten itibaren öğrenci hareketleri Türkiye'de
devam edegelmiştir. 1908'i hazırlayan hareketler ileriye dönük
hareketlerdir. Vagonli'yi tahrip eden gençler ilerici gençlerdir.
İkinci Dünya Savaşı sırasında. Faşizme hayır diyen gençler ilerici
gençlerdir. Ve 28 Nisan 1960 tarihinde özgürlük savaşı veren gençlerdir,
ilerici gençlerdir. Amerikan Emperyalizmi tarafından İnönü hükümetten
düşürüldüğünde protesto gösterisi yapan gençler ilerici gençlerdir.
Anayasaya bağlılık mitingini de bizler yaptık. O günün mitinginde iktidarın
kiralık adamlarından ve polisinden dayak yiyen de gene bizlerdik. 1968
senesine gelince üniversiteler öğrenciler tarafından işgal edildi,
işgalleri gayet meşru idi ve kürsü ağaları dahi,bu işgallerin haklılığını
hiçbir zaman inkar edemedi. Ve 1968'de umumi efkar ve herkes öğrenci
isteklerinin kabul edileceğini beyan ediyordu, herkes bu kanaatte idi.
Aradan üç sene geçti, bu üç sene içerisinde o zamanki isteklerin
tahakkuku istikametinde en ufak bir kıpırdanma olmadı. Aynı yılın Temmuz
ayında Amerikan filosuna karşı gösteri yapanlardan Vedat Demircioğlu polis
tarafından hunharca öldürüldü, Bundan sonra olayları sizler de
biliyorsunuz, iktidarın silahlı kuvvetleri yanlış oldu. Kiralık kuvvetleri ve
polisi hunharca devrimcilerin üzerine saldırdı. Yirmiye yakın devrimci.
Öldürüldü. Bunların hiçbirinin katili bulunamadı. Polis karakolları
işkencehane yerine getirildi. Hiçbir savcı buna karşı çıkmadı.
Bu memlekette Mustafa Kemal'e gerçekten sahip çıkanlar varsa onlar da
bizleriz.
İddianamede bir gerçek tahrif edilmek isteniyor, bu hususu da belirtmek
ve düzeltmek isterim. Fikir özgürlüğünü ve Anayasayı paravan yapanlar
önceleri Atatürkçü geçinirken, onun fikir ve şahsiyetini de küçük
görmeye başladılar şeklinde ve sadece Mustafa Kemal tarafını beğeniyorlardı
şeklinde bir cümle mevcuttu. Bunu kesin olarak reddediyorum, asla kabul
etmiyorum. Diğer yurtseverler de bunu kabul etmez, bu kasten tahfif
edilmek isteniyor, gerçekler örtülmek isteniyor. Bu cümle art niyetle
hazırlanmıştır. Bu memlekette Mustafa Kemal'e gerçekten sahip çıkanlar
varsa onlar da bizleriz. Onun istiklali tam prensibi ve ideali tam yanlış
zapta geçti, onun istiklali tam Türkiye idealim yalnızca biz devam
ettiriyoruz, iddianamede bizim Anayasayı cebren ilgaya teşebbüs ettiğimiz
ileri sürülmektedir.
Öteden beri arzetmiş olduğum gibi, bu ülkede Anayasayı en fazla
savunanlar bizleriz. Anayasayı ihlal edenlerse ortadadır. Anayasanın
uygulanmasını isteyen gene bizleriz. Anayasayı uygulamayan yavuz kimselerse hâlâ
ortadadır. Yine o kişiler bizim kellemizi istemektedirler. Bile bile
iddia makamı bizim Anayasayı ilgaya teşebbüs ettiğimizi ileri
sürmektedir.
Türkiye'nin bağımsızlığından başka hiçbir şey istemedik ve hayatımızı
bu yola koyduk, varlığımızı Türkiye halkına armağan ettik. Bunun aksini
iddia edenler vatan hainidir.
İddia makamı bizim vermekte olduğumuz bağımsızlık savaşına karşıdır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına karşı, reformlara karşıdır ve bu nedenle
bizim Anayasayı ilgaya teşebbüs ettiğimizi ileri sürmektedir. Çünkü
Süleyman Demirel hâlâ ortada gezmektedir. Kudreti yetiyorsa Süleyman
Demirel hakkında aynı şekilde dava açsın, onlar 36 milyonluk ülkenin bütün
yükünü 20 gencin üzerine yıkmaya alışmışlardır. Bizi bağımsız bir
ülkenin çocukları olmaktan mahrum eden hepiniz dahil, sizlersiniz. Çünkü
Amerika sizin döneminiz sırasında Türkiye'ye girdi ve hiçbiriniz sesinizi
çıkarmadınız ve Demokrat Parti iktidarına 10 yıl ses çıkarmadınız, taki
38 yurtsever subay ses çıkarana kadar ve onları devirene kadar.
Ve bugün aynı savcılar bu şahıslar hakkında da idam karan istemektedir.
Süleyman Demirel'in Anayasayı ihlaline ve despotizmine ve ülkeyi
Amerika'ya satmasına ses çıkarılmadı. Ve meydanlarda bunlara karşı bizler
dövüşmek mecburiyetinde kaldık, bizler kurşunlandık. Ve sonunda idam
isteği ile buraya getirildik, dediğim gibi Türkiye'yi bu hale getiren eski
yöneticilerin bütün suçlan bize yüklenmek istenmektedir. Bütün eski
idarecilerin suçu bize yükletilmek istenmektedir. Türkiye'nin
bağımsızlığından başka hiçbir şey istemedik ve hayatımızı bu yola koyduk,
varlığımızı Türkiye halkına armağan ettik. Bunun aksini iddia edenler vatan
hainidir.
12 Mart muhtırası muvaffak olmasaydı, bizi itham eden makam onları da
aynı şekilde itham ederdi, buna da kanaatim tamdır. 12 Mart muhtırası
Anayasanın uygulanmadığını iddia etmektedir. Ve Parlamentoyu açıkça
suçlamaktadır. Biz stratejik olarak düşüncelerimizi hiçbir zaman saklamayız.
Hangi şartlar altında olursak olalım bunu açıkça söyleriz.
Düşüncelerimizi mezara kadar götürürüz. Nasıl burada namluların ve dipçiklerin
gölgesi altında konuşuyorsak, düşüncelerimizi her zaman açıkça ifade
ederiz.
Bizim Anayasayı ilgaya teşebbüs gibi bir kastımız bulunsaydı bunu da
burada açıkça söylemekten çekinmezdik. Meclisi ıskat amacı gütmüş
olsaydık, bunu da söylerdik, hatta gider Meclise de bombayı koyardık. Böyle
bir amacımız olsaydı, bunu söylerdik ve yapardık. Daha evvelce de
belirtmiş olduğum gibi bizim böyle bir amacımız yoktur, tek yazılı belgede,
bildiride bu husus açıkça ortaya konmuştur. Orada açıkça da anlatıldığı
gibi bizim düşmanlarımız Amerikan emperyalizmi ve onun yerli
işbirlikçileridir. Yine bildiride açıkladığımız gibi yerli işbirlikçiler, hain
patronlar yani emperyalizmle işbirliği yapan .patronlar feodal mütegalibe
yani bezirganlar, tefeciler, toprak ağaları ve diğer işbirlikçileri ve
bizim bütün eylemlerimiz bu hedefe yönelmiş bulunmaktadır. Bunun
dışında başka bir hedefimiz yoktur. Eylemlerimiz de savcının iddianamesini
yalanlamaktadır.
Olaylara gelince biz, (çizildi) Ersin Bağtır isimli talebeyi dövdüğümüz
iddiası kesinlikle doğru değildir. Bu isnadı kesin olarak kabul
etmiyorum, doğru değildir. Vuku bulmamıştır.
Kavaklıdere Amerikan Sefareti önünde nöbet bekleyen polis memurlarını
kurşunladığımızı kabul ediyorum. Çünkü onlar her türlü işkenceyi
devrimci gençler üzerinde yapmaktan zevk alıyorlardı.
Olaydan iki gün evvel de iki kişi ölmüştü. Nail Karaçam ve İlker
Mansuroğlu isimli arkadaşlarımız öldürülmüştür. Bunların bir tanesi toplum
polisi tarafından, birisi sivil polisler tarafından öldürülmüştür.
1920'lerde İstanbul'da karakol teşkilatı M. Grubu hangi amaçla
İngilizlere ve Osmanlı polislerine kurşun sıktıysa biz de o amaçla polislere
kurşun sıktık. Olayı arkadaşım Yusuf Aslan anlattı, burada açıklamak
istediğim husus öldürmek kastı yönündedir, öldürmek kastı ile ateş açmadım.
Mesafe çok yakındı, iki metre kadar vardı, isteseydik bunları rahatça
öldürebilirdik, ayaklarına ve kollarına ateş ettik, çok yakın mesafeden
ateş ettik. Olayda herhangi bir tanık olmadığı halde bunu açıkça ikrar
ettik.
Biz Türkiye İş Bankası Emek Şubesi'ndeki 124 bin liraya el koyduk, bunu
da kendi şahsımız için almadık, fakat kendi şahsı ve kardeşleri için 30
milyon lira çalanlar hâlâ ellerini kollarını sallayarak ortada
dolaşmaktadır..
İş Bankası'nın mekanizmasını izah etmek istiyorum, İş Bankası bilindiği
gibi her sene küçük cep defterleri dağıtır. Bu cep defterlerinin arka
sayfası açıldığında, görülecektir ki, İş Bankası Türkiye'de yabancı
sermaye ile iş yapan, işbirliği halinde bulunan en büyük müessesedir.
Nerede Türkiye halkını sömüren, halkın zararına çalışan bir müessese varsa
bunun altında muhakkak İş Bankası bulunmaktadır. Ve İş Bankası'nın bu
marifetleri yeni değildir, ileri tarihlere uzanmaktadır. Demokrat
Parti'yi de iktidara getiren İş Bankası'dır.
1936 tarihlerinde İsmet İnönü Meclis koridorlarında memleketi İş
Bankası'na soydurmayacağız diye yanlış oldu hazineyi soydurmayacağız diye
bağırmıştı. Birinci Kurtuluş Savaşı sırasında Kuvayı Milli-yeciler İzmir
Valisi Rahmi Bey'in oğlunu kaçırıp 50 bin altın almışlardır ve civardaki
paralara el koymuşlardır. Biz de bunu yapmakla en az onlar kadar
haklıyız. Tarih evvelce bunu yapanları nasıl temize çıkarmışsa bizi de temize
çıkaracaktır. Buna da inanıyoruz.
Bu hadisede altı kişi bulunuyorduk, ben, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan,
Sinan Cemgil ve Alpaslan Öz-doğan beraberdik. Arabayı Yusuf Aslan temin
etti. İçeriye üç kişi beraber girdik. Paraları vezneden kimin aldığını şu
anda hatırlamıyorum. Alpaslan Özdoğan dışarıda kaldı. Yusuf Aslan
arabada kaldı. Bu olaylar Yusuf Aslan'ın anlattığı gibidir. Diğer olaylarda
da Yusuf Aslan'ın ifadelerine aynen katılıyorum. Anlattığı şekilde
cereyan etmiştir. Yalnız Sevim Onursal'ın evinde altı kişi bulunuyorduk.
Ben, Hüseyin İnan, Sinan Cemgil, Yusuf Aslan, Alpaslan Özdoğan ve Kor
Kocalak bulunuyordu. Fakat Kor Kocalak herhangi bir hadiseye karışmadı.
Burada polis memuru Cemal Şeker'ün 170 lira parasını aldığım veya
aldığımız iddia ediliyor. Bu husus doğru değildir. Sureti katiyede
reddediyorum. Polis memurunun parasını almadık, sadece silahını aldık. Avukatın
şapkasını da aldığımız iddiası doğru değildir, cebinde 10 bin lira para
vardı, alsaydık o parayı alırdık, biz kimlerin parasını alacağımızı
gayet iyi biliyorduk. Bu gasp iddiaları yani polis memurunun parası ve
Avukat Mehmet Karaçalı'nın şapkasının alındığı iddiaları doğru değildir.
Kor Kocalak burada hadiselere karışmadı.
Balgat üssünden zenci Amerikalı Jimmy Finley'i kaçırdık , bu da
doğrudur, kabul ediyorum. Bu hadisede üsse girdik, Amerikan silahlarına el
koymak istiyorduk, silah deposu olarak keşfettiğimiz depoya girdik,
silahları bulamadık. Üssün içindeki Pieksin önünde zenci Çavuş Jimmy. Finley
arabasında bulunuyor du, kendisini arabası ile beraber aldık üs’den
çıkardık. Yalnız kapıdan çıkarken bir olay oldu, kapıda nöbet bekleyen
nöbetçiler silah çektiler, biz de kendilerini korkutmak maksadıyla ateş
ettik ve bu suretle kapıdan çıktık.
Jimmy Finley'i Orta Doğu'ya getirdik. ODTÜ l numaralı yurtta, 201
numaralı odada bir gece misafir ettik, ertesi gün serbest bıraktık.
Kendisinden bilgi almak istedik, o maksatla misafir ettik, daha sonra da
serbest bıraktık. Bu hadisede de beş kişi idik, Alpaslan Özdoğan da bizimle
beraberdi.
Atölyeler şefi Nihat Çokyüce'nin arabasının kaçırılması ve kendisinin
bağlanması hadisesiyle ilgim yoktur. Bu konuda bilgim de mevcut
değildir.
Recep Sakın, Jimmy Finley'in kaçırılması hadisesinde bizim yanımızda
yoktu. Ben, Yusuf Aslan, Sinan Cemgil, Hüseyin inan ve Alpaslan Özdoğan
beşimiz beraberdik. Nihat Çokyüce hadisesinde ise ben bulunmuyordum.
Bildiğime göre Hüseyin İnanla Sinan Cemgil ikisi beraberdi, diğer
arkadaşlar bu işe karışmadılar. Bu hadisenin kararlaştırılması konusuna cevap
vermiyorum dedi. Dört Amerikalıyı ben. Hüseyin, Yusuf ve Sinan Cemgil
dördümüz kaçırdık. Mete Ertekin yalnız boş arabayı şehre getirdi, bize
başkaca yardımı olmadı, kaçırılmada doğrudan doğruya bir ilgisi ve
faaliyeti olmadı. Kendilerini 4 Mart
1971 tarihinde Amaç Apartmanı 3 nolu dairesine getirdik.
Bildiğime göre daireyi Yusuf Aslan'la Sinan Cem-gil tutmuşlardı, İrfan
Uçar'ın bu olaylarla hiçbir ilgisi yoktur. Necmettin Baca ve İbrahim
Seven'in Sevim Onursal'ın evindeki hadiselerle ilgisi yoktur. Bu husus
evvelce zapta geçmedi. Ben, Necmettin Baca'yı cezaevinde tanıdım, İbrahim
Seven'i ise evvelce gıyaben tanırdım, ikisinin bu hadiselerle ilgisi
yoktur.
Amaç Apartmanında bildiriyi biz kaleme aldık. Bildiriyi Hüseyin İnan
dağıtacaktı. Kendisi o zaman deşifre olmamıştı. O maksatla bildiriyi o
dağıtacaktı. Müddet geçtikten sonra verdiğimiz karan uygulamadık.
Amerikalıların serbest bırakılmasında Sinan Cemgil de bizimle beraberdi Biz,
Amerikalılara acımış serbest bırakmıştık.
Sinan da aramızdaydı, sonradan dağıldık. Sinan Cemgil Nurhak dağlarında
yaralandı, silah kullanamaz haldeyken kasti olarak öldürüldü. Alpaslan
ve Kadir de aynı şekilde öldürüldü. Mustafa Yalçıner iki aydır
hastahane’de yatmaktadır. Şans eseri kurtulmuştur. Apartmandan çıkarken Yusuf,
Sinan, ben üçümüz beraberdik, sonradan dağıldık, Hüseyin İnan bizden
daha evvel ayrıldı.
Silahlarımızı vatan hainlerine karşı çeviririz
Yusuf'la beraber temin ettiğimiz motosikletle güç şartlar altında
Şarkışla'ya gittik. Maksadımızı Yusuf Aslan anlattı, bir köprü civarında
buluşacaktık. Sinan bizi bir köye yerleştirecekti. Biz, Şarkışla'da teşhis
edildik, ancak burada isteseydik, bizi teşhis edenleri silah kullanamaz
hale getirirdik, fakat bunu asla yapmadık, bu yola başvurmadık,
arkamızı döndüğümüz sırada, bu yola başvurmadığımız kimseler tarafından ateş
açıldı, arkadan açılan ateşle Yusuf Aslan yaralandı, iddianamede
başçavuşun hanımının (çizildi) kasti olarak vurulduğu iddiası doğru değildir,
ben kapının kilidine ateş ettim, o sırada hanımın eli tokmakta
olduğundan yaralanmış, ben kendisini görmedim. Bunun dışında olaylar
iddianamede yazıldığı şekilde cereyan etti. İddianamede geçen ve bana affedilen
bir cümleyi kabul etmiyorum. Ben silahımı halka ve orduya karşı
kullanmadım, ancak vatan hainlerine karşı kullanmak maksadıyla taşıdım ve halka
ve orduya karşı kullanırım, şeklinde beyanda bulunmadım. Silahlarımızı
vatan hainlerine karşı çeviririz, bunların da kimler olduğunu
başlangıçta arzettim. Polisteki ve Cumhuriyet Savcılığı'ndaki ifadelerimi kabul
etmiyorum, Askeri Savcıya da ifade vermemiştim,
İddianamede Marksist-Leninist düzen kurmak istediğimiz iddiaları yer
almaktadır. Bunlara da değinmek istiyorum. Bu iddiayı Marksizmin ve
Leninizmin cahili olan kimseler ortaya atabilir. Marksizm ve Leninizm her
şeyden evvel bir dünya görüşüdür ve bir metoddur. Ve gerçeğe varmak için
kullanılan diyalektik mantığı kullanan bir metoddur. Marksist ve
Leninist metod içinde bulunduğu şartları tahlil eder değerlendirir, o
şartlara göre değerlendirme yapar. Durum böyle iken Marksist-Leninist düzen
kurulacağı ve kuracağımız iddiası bunun iyi bilinmemesinden doğmaktadır.
Profesyonel devrimci olmak bir suç unsuru olarak ileri sürülmektedir.
Bu da bir cehalet örneğidir. Bu konuların bilinmemesinden ileri
gelmektedir. Profesyonel devrimci bugünün Türkiye'sinde kendini hayatı boyunca
Türkiye'nin bağımsızlığına adayan kimsedir. Birinci suçumuz iddia
makamına göre hayatımızı boşu boşuna Türkiye'nin bağımsızlığına adamış
olmamızdır, ikincisi Dev-Genç üyesi olmakla suçlanıyorum, aramızda Dev-Genç
üyesi olmayan arkadaşlar da mevcuttur. Dev-Genç üyeliği bir suç
değildir. Dev-Genç Sıkıyönetime kadar faaliyette bulunmuş legal bir Örgüttür.
Kanunen faaliyeti tahdit edilmemiş ve yasaklanmamıştır.
Kanunların himayesinde olan ve faaliyetini kanunlara uygun olarak
yürüten bir derneğe üye olmak hiçbir zaman suç teşkil etmez. Kaldı ki ben
şahsen Dev-Genç üyesi değilim. Kanunların himayesinde olan ve faaliyet
gösteren derneğe girmek suç değildir, bunu iddia makamının da bilmesi
gerekirdi.
Marksizm-Leninizm konusuna gelince daha evvel de bunun ne olduğunu
belirttim ve açıkladım. Bu konuda daha fazla bilgi sahibi olmak isteyenler
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nı inceleyebilirler. Burada üç tane suç
unsuru ileri sürülüyor, üçünü de açıklamış bulunuyorum. Birincisi
varlığımızı Türkiye'nin bağımsızlığına armağan etmiş olmak, ikincisi kanuni
ve legal bir örgütün üyesi olmak, kaldı ki çoğunluk bu derneğin mensubu
değildir. Üçüncüsü ise doğru olmayan bir takım bilgilere müsteniden
itham edilmek ve Recai Galip Okadan'ın kitaplarından derlenmiş bilgilerle
Marksist-Leninist düzen kurmak istemekle itham ediliyoruz. Bu
iddiaların hiçbirisi varit değildir. İddialar ortadadır. Mesnetsizdir, bu
iddialarla idamımız istenmektedir.
Misak-ı Milli sınırları içinde iki kardeş kavim yaşar. Türk ve Kürt
kavmi yaşamaktadır.
Ayrıca iddianamede Türkiye halkının bir takım etnik gruplardan teşekkül
ettiği iddiaları ve bunu bizim yaptığımız, ortaya attığımız ithamları
mevcut bulunmaktadır. Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kararında
ve Misak-ı Milli'de şu vardır. Misak-ı Milli sınırları içinde iki
kardeş kavim yaşar. Türk ve Kürt kavmi yaşamaktadır. Birinci Büyük Millet
Meclisi'nin kararı böyledir. Türkiye'de iki kardeş kavmin ve unsurun
yaşadığını kabul etmektedir. Bunu kabul etmek bölücülük değildir. Bölücülük
olarak kabul edildiği takdirde Birinci Türkiye Millet Meclisi ve
Mustafa Kemal'i de bölücü olarak kabul etmek gerekir. Bu iki kardeş unsur
Birinci Kurtuluş Savaşı'nı müştereken başarmışlardır. Güney cephesinde
düşmanla omuz omuza savaşmışlardır. Bu ikisine birden biz Türkiye halkı
diyoruz ve bu iki kardeş unsur ikinci bağımsızlık savaşını da müştereken
başaracaklardır. Asıl bölücüler bu gerçeği kabul etmeyenlerdir. 101
tane Amerikan üssünün bulunduğu ülkede, bizim milli bütünlüğü bozmak
istemekle itham edilmemiz gülünç olmaktadır.
24 yaşındayken kendimi Türkiye'nin bağımsızlığına armağan etmekten onur
duyuyorum. Bağımsızlık düşüncesini mezara kadar götüreceğiz.
Ayrıca memleketin huzurunu bizim bozduğumuz iddia ediliyor. Memleketin
huzurunu kimlerin bozduğu ortadadır. Ve kimler 30 milyon çalmıştır?
Kimler Devlet hazinesini kardeşlerine peşkeş çekmiştir? Memleketin
madenlerini peşkeş çekmiştir. Anayasayı uygulamamıştır. Bunlar ortada iken,
bilinirken bunlardan bahsedilmeyip, memleketin huzurunu bozduğumuz
iddiaları değersiz ve mesnetsizdir. Bizim kişi güvenliğini, mülkiyet-hakkını,
egemenlik ilkelerini, milli bütünlüğü bozmak için harekete geçtiğimiz
iddiaları vardır. Kişi güvenliğini ihlal edenler kimlerdir? Bunu evvela
tespit etmemiz gerekir.
Karakollarda işkence gören bizler olduk, meydanlarda kurşunlanan gene
bizler olduk. Bakanların emri ile hapishanelere atılan bizler olduk.
Buna rağmen kişi güvenliğini bozan olmakla itham ediliyoruz, yukarıda
anlatılanlar, asıl kişi güvenliğini bozanlar ise serbestçe meydanlarda
dolaşmaktadır. Mülkiyet hakkını ortadan kaldıracağımız iddia ediliyor.
Bizatihi Anayasa mülkiyet hakkım toplum yararına kısıtlamıştır. Mutlak
mülkiyet hakkı tanımamıştır. Elli köye sahip bir toprak ağasını Anayasamız
kabul etmemiştir. Egemenlik ilkelerine karşı çıkmakla itham
edilmekteyiz. Asıl egemenlik ilkelerine karşı çıkanlar halkın sırtından
geçinenlerdir. Ayrıca milli bütünlüğe karşı çıkmakla da suçlanıyoruz. 101 tane
Amerikan üssünün bulunduğu ülkede, bizim milli bütünlüğü bozmak istemekle
itham edilmemiz gülünç olmaktadır.
35 milyon metrekare vatan toprağı işgal altında iken bizim milli
bütünlüğü bozmakla suçlanmamız gülünçtür. Mustafa Kemal sağ olsaydı bugün çok
şaşırırdı, iddianame baştan beri arzettiğim gibi sırf kelle istemek
maksadıyla hazırlanmıştır. Şeklen de hukuk mantığından mahrumdur. Hukuki
kıymetten ve değerden mahrumdur. 21 yılın hesabını 21 gençten sormak
maksadıyla ve suçluların telaşı içerisinde hazırlanmış bir iddianamedir.
Ben şunu iddia ediyorum ki hareketimiz tamamen Anayasal bir harekettir.
Anayasanın başlangıç ilkesinde belirtilen ulusun zulme karşı direnme
hakkını kullandık. Bu sebeple Anayasal bir davranışta bulunduk.
Yaptıklarımızın haklı olduğuna inanıyorum. Halen de bu inancı taşıyorum.
Türkiye'nin bağımsızlığından başka bir şey istemedim ve bu sebeple Amerikan
emperyalizmine ve işbirlikçilerine karşı mücadele verdik. Bundan dolayı
ölümden korkmuyoruz. Onu ancak işbirlikçiler düşünsün ve ancak onlar
kendi canının telaşına düşsün ve ben 24 yaşındayken kendimi Türkiye'nin
bağımsızlığına armağan etmekten onur duyuyorum. Bağımsızlık düşüncesini
mezara kadar götüreceğiz, dedi.
ALINTIDIR !!