Hikayeler..
Daha henüz 18 yaşındaydı, ama hayatının sonundaydı. Tedavisi mü**ün olmayan
ölümcül bir kansere yakalanmıştı. Kahır içinde eve kapamıştı kendini.. Sokağa
çıkmıyordu. Annesi.. Bir de kendisi.. O kadardı bütün hayatı..
Bir gün fena halde sıkıldı, dayanamadı, attı kendini sokağa..
Bir yığın vitrinin önünden geçti.. Tam bir CD satan dükkanı da geride bırakmıştı
ki, bir an durdu. Geri döndü, kapıdan içeri, gözüne hayal meyal takılan genç kıza
bir daha baktı. Kendi yaşlarında harika bir genç kızdı tezgahtar..
Hani ilk bakışta aşk derler ya, öyle takılıp kalmıştı işte.. İçeri girdi..
Kız gülümseyerek koştu ona.. "Size nasıl yardım edebilirim" diye..
Nasıl bir gülümsemeydi o.. Hemen oracıkta sarılıp öpmek istedi kızı..
Kekeledi, geveledi, sonra "Evet diyebildi.. Rast gele bir plağı işaret ederek..
"Evet.. Şu CD'yi bana sarar mısınız?.."
Kız CD'yi aldı, içeri gitti. Az sonra paket edilmiş geri geldi.
Aldı paketi, çıktı dükkandan, evine döndü, açmadan dolabına attı..
Ertesi sabah gene gitti aynı dükkana.. Gene bir CD gösterdi kıza, sardırdı, aldı
eve getirdi, attı paketi dolaba, gene açmadan.. Günler hep alınıp sardırılan CD'lerle
geçti.. Kıza açılmaya bir türlü cesaret edemiyordu. Annesine açıldı sonunda..
Annesi "Git konuş oğlum, ne var bunda" dedi..
Ertesi sabah bütün cesaretini topladı. Erkenden dükkana gitti. Bir CD seçti. Kız
gülerek aldı plağı. Arkaya gitti, paketlemeye.
Kız içerdeyken bir kağıda "Sizinle bir gece çıkabilir miyiz" diye yazdı, altına
telefon numarasını ekledi, notu kasanın yanına koydu gizlice.. Sonra paketini alıp
kaçtı gene dükkandan..
İki gün sonra evin telefonu çaldı.. Anne açtı telefonu.. CD Dükkanındaki tezgahtar
kızdı arayan.. Delikanlıyı istedi.. Notunu yeni bulmuştu da..
Anne ağlıyordu.. "Duymadınız mı" dedi.. "Dün kaybettik oğlumu.."
Cenazeden birkaç gün sonra, anne oğlunun odasına girebildi sonunda.. Ortalığa çeki
düzen vermeliydi. Dolabı açtı.. Oraya atılmış bir yığın açılmamış paket gördü..
Paketleri aldı, oğlunun yatağına oturdu ve bir tanesini açtı..
İçinde bir CD vardı, bir de minik not..
"Merhaba.. Sizi öyle tatlı buldum ki.. Daha yakından tanımak istiyorum.. Bir akşam
birlikte çıkalım mı.. Sevgiler.. Jacelyn!."
Anne bir paketi daha açtı.. Onda da bir CD ve bir not vardı..
"Siz gerçekten çok tatlı birisiniz, hadi beni bu gece davet edin, artık.. Sevgiler.
. Jacelyn!.."
Bundan yüzyıllar önce deniz aşırı, çok güzel bir ülke varmış.Tabi her masalda olduğu
gibi bu masalda da o ülkenin bir kralı ve tabii ki bir de prensesi varmış. Prenses
dünyalar güzeli bir kızmış. Kralın emri ile her gün prenses dolaşmak için saray
muhafızları ile birlikte sarayın dışına çıktığında ona bakmak yasakmış. Halk onun
dolaşmaya çıktığı ilan edildiğinde eğilir ve gözlerini kapatır, ya da evlerine
kaçışırmış. Onu görmenin bedeli ölümle cezalandırılırmış. Günlerden bir gün yine
prenses dolaşmak için çıktığında... Fakir bir köylü delikanlı iradesini yenememiş
ve yavaşça başını kaldırıp prensese bakmış ve başını kaldıran fakir delikanlı ile
prenses o anda göz göze gelmişler... Tabii ki... Tahmin edeceğiniz gibi fakir
delikanlı prensese inanılmaz bir aşkla tutulmuş. Prensesin de o derin bakışlarının
boş olmadığını düşünen fakir delikanlı günlerce uyuyamamış ve ölümü bile göze almak
pahasına, prensesi bir kere daha görmek için uğraşmış durmuş. Bu arada fakir
delikanlıya da tutulan güzel prenses onun zarar görmemesi için günlerce kendini
saraya kapatmış. Sonunda dayanamayan fakir delikanlı her şeyi göze alarak gizlice
sarayın bahçe duvarına tırmanmış ve prenses ile bir kere daha göz göze gelmişler.
Fakir delikanlı hemen duvardan atlamış ve prensesle konuşacağı anda saray
muhafızlarına yakalanmış. Kralın karşısına götürülen delikanlı nasıl olsa ölümle
cezalandırılacağını bildiğinden krala prensese duyduğu aşkını anlatmış. Kral ölüm
emrini vereceği anda prensesin yalvarışlarına dayanamayarak fakir delikanlıya başka
bir ceza vermeyi kabullenmiş.Hemen bir gemi hazırlattıran kral gidilebilecek en
uzaktaki adaya bir fener yaptırmış ve fakir delikanlıyı da o adada yalnız yasamaya
mahkum etmiş...Aradan bir kaç ay geçmesine rağmen prensesi unutamayan fakir delikanlı
prensese olan aşkını kağıtlara dökmüş ve martılara anlatmaya başlamış... Artık bütün
martılar fakir delikanlının prensese olan aşkından haberdarmış. Sonunda martılar bile
fakir delikanlıyı anlamış ve yazdığı mektupları prensese götürmeye başlamışlar...
Ve zamanla prensesin de yazmış olduğu mektupları fakir delikanlıya götüren martılar
aracılığı ile aşkları iyice büyümüş; ta ki... Bir sabah sarayın bahçesinde kahvaltı
yaparken prensesin odasının penceresine ağzında bir mektupla konan martıyı kralın
görmesine dek. Tabii korkulduğu gibi olmamış... Ağlayarak kızına sarılan kral,
hayvanların bile bu aşkı anlarken kendisinin anlayamadığı için kendisinden utandığını
söyleyerek prensese hemen bir gemi göndertip fakir delikanlıyı getirtip kendisi ile
Evlendireceğini söylemiş.Buna çok mutlu olan prenses hemen fakir delikanlıya bir
mektup yazmış ve olanları anlatmış. Tabii bu arada mektubu götürmek için bekleyen
martıya da
her şeyi anlatarak bütün martıları düğünlerine çağırmış.Buna çok sevinen martı
mektubu bir an önce issiz adaya götürmek için yola çıkmış. Tam yolu yarılamışken
yanından geçen birkaç martı arkadaşına haber verip hepsinin düğüne davetli olduğunu
söylemek için gagasını açtığında mektubun düştüğünü fark etmiş. Ve mektubu tüm
martılar hep birlikte aramaya başlamışlar... Fakat bir türlü bulamamışlar.
Bu arada prensesten mektup alamayan fakir delikanlı, yazmış olduğu mektupları
göndermek için bir tek martı bile bulamamış... Biraz ilerisinde uçuyorlar fakat
yanına gitmiyorlar ve mektubu arıyorlarmış... Prensesin kendisini unuttuğunu yahut
istemediğini sanan fakir delikanlı martıların onun için gelmediğini düşünerek
fenerden kendisini kayaların üzerine atarak intihar etmiş Ve maalesef kralın gemisi
adaya vardığında fakir delikanlının soğuk bedeni ile karşılaşmışlar...
iste o gün bugündür, her şeyi düzeltmek için denizler üzerinde uçan martılar
o mektubu ararlar. O mektubu bularak o inanılmaz sevgiyi ve her şeyi geri
getireceklerini sanırlar ve bu yüzden de hep denizler üzerinde uçarlar.
AÇELYA: Nefse hakimiyet.
AÇELYA (Hint): "Gerçek şu ki, herşey bitti!"
ADAÇAYI: Eşler arasında "Biz iyi bir aileyiz" mesajıdır.
AKASYA: (Pembe veya Kırmızı) Güzellik, zerafet ve incelik; "Seni beğeniyorum."
AKASYA: (Beyaz) Dostluk; "Bizimki temiz bir sevgi, belki biraz arkadaşça..."
AKASYA (Sarı): Platonik aşk, isimsiz aşık...
ANANAS: "Sen kusursuz birisin!"
ARDIÇ: "Seni koruyacağım!"
AYÇİÇEĞİ: (Çiçek Olarak) "Sana tapıyorum!"
BADEM: "Aşkımızın sürmesini ümit ediyorum."
BİBERİYE: Anma
ÇAN ÇİÇEĞİ: "Aşkımıza sadakatle bağlıyım!"
ÇİNGÜLÜ: "Zarif ve çok güzelsin!"
ÇUHA ÇİÇEĞİ: "Çok güzelsin."
DEFNE: Terfi eden kişilere gönderilir; "şan, ün, görkem" anlamı taşır.
EĞRELTİOTU: Samimiyet.
ELMA: "İtiraf etmem gerekirse, seni görünce şeytana uyasım geliyor; ya senin?"
ERİK: "Sözüme sadık kalacağım."
FESLEĞEN: İyi dilekte bulunmak için.
FINDIK: "Barışmak istiyorum!"
FULYA: "Sevgilim, geri dön!"
GARDENYA: "Beni unutma; gerçek aşkımsın..."
GELİN EL ÇİÇEĞİ: "Mutlu olabiliriz."
GÜL: Sevgiyi ifade eder.
GÜL (Pembe): "Arkadaşımsın."
GÜL (Kırmızı): "Seni seviyorum; ihtirasla bağlıyım sana!"
GÜL: (Kırmızı ve Beyaz) Birliktelik isteği.
GÜL GONCASI: (Kırmızı) "Genç ve güzelsin."
HANIMELİ: "Sana olan bağlılığım sonsuza kadar sürecek."
HERCAİ MENEKŞE: "Beynimi işgal ediyorsun; ama ben bu durumdan şikayetçi değilim..."
IHLAMUR: Evli çiftler için "Seni seviyorum" anlamı taşır.
İSPANYOL YASEMİNİ : "Bence, sen çok seksi ve şehvetlisin!"
KAKTÜS: İçtenlik; "Aşkımız için zorluklara katlanmalıyız!"
KAMELYA: "Kusursuz bir aşıksın!"
KARANFİL: Kişinin kendine olan öz saygısını ve güzelliği ifade eder.
KARAÇALI: "Dostluğumuz uzun ömürlü olsun!"
KARANFİL: (Koyu Kırmızı) "Kalbimi kırdın!"
KARANFİL: (Pembe) "Seni unutmayacağım..."
KARANFİL: (Kırçıllı) "Üzgünüm, ama bitmek zorunda..."
KARANFİL: (Sarı) "Beni hayal kırıklığına uğrattın!"
KREZENTEM: (Beyaz) "Bana gerçeği söyle!"
LALE: Aşkı ifade eder.
LALE (Kırmızı): "Aşkımı itiraf etmek istiyorum!"
LALE (Alacalı): "Gözlerin çok güzel."
LALE (Sarı): Umutsuz aşkı ifade eder.
LEYLAK (Mor): "Sana ilk görüşte aşık oldum!"
LEYLAK: (Beyaz) "Hoş ve namuslu birisin."
MENEKŞE: Alçakgönüllüğü ifade eder.
MENEKŞE: (Mavi) "Sana sadık kalacağım."
MENEKŞE: (Mor) "Düşüncelerimi zaptettin!"
MELEKOTU: "İlham kaynağımsın."
MERSİNAĞACI: "Çok mutluyum, çünkü seni seviyorum!"
MİMOZA: "Fazla alıngansın!"
NANE: "Sana karşı içimde sıcak hisler besliyorum."
NERGİS: "Saygılarımla..."
ORKİDE: "Aşkım, sen çok güzelsin, sen çok özelsin!"
ÖKSEKOTU: "Sorunların üstesinden geleceğim."
PAPATYA: Temiz bir kalbin simgesi.
PAPATYA (Bahçe): "Fikirlerini paylaşıyorum."
PELESENK: Sabırsızlık; "Aşkım, daha fazla bekletme!"
PETUNYA: "Umudunu yitirme!"
PORTAKAL: Karşılıklı aşk; "Ben de seni seviyorum."
REZENE: Övgüye değer.
SARDUNYA: "İçin rahat olsun, her zaman yanındayım!"
SARMAŞIK: "Aşkıma sadığım!"
SEDİR YAPRAĞI: "Senin için yaşıyorum."
SÜSEN ÇİÇEĞİ: "Sana bir haberim var!"
SÜSEN ÇİÇEĞİ: (Sarı) İhtiraslı bir aşk.
ŞEFTALİ: "Seninim!"
YASEMİN: "Güzel ve çekicisin."
YENİBAHAR: "Acını paylaşıyorum."
ZAMBAK (Sarı): "Seni neşeli ve nazik (çekici) buluyorum!"
ZEYTİN: "Barışalım!"
Ben kibrit çöplerini insanların yaşantılarına
benzetirim. Kibrit kutusu insanın yaşadığı toplumu ifade eder bir
bakıma...
Bazı kibrit çöpleri vardır bir amaç için yanarlar,
kimi bir sigara yakar,
kimi bir ocak,
kimi boş yere yanıp tükenir
hiç bir işe yaramadan.
Kimi ise bir ormanı, bir evi,
büyük bir alanı yakar kül eder,kendisiyle birlikte.
Kibrit kutusunu açıp baktığınızda
hepsi aynı gibi gözükse de
birbirinden farklı kibrit çöpleri vardır.
Bazıları yanamayacak kadar incedir
yakarken kırılır zannedersiniz ama
bilir misiniz en iyi onlar yanar.
Bazıları da epeyce kalın.
Zannedersiniz ki yanınca yeri göğü yakacak ama
yakınca bir bakarsınız foss diye bir ses çıkarır
kendisini bile yakamaz.
Sadece ucundaki kimyasal madde alev bile almadan kararır gider.
Kimileri eğri
büğrüdür ama yine de bir kibrit çöpünden beklenen
fonksiyonları
eksiksiz yerine getirirler.
Her zaman en üstteki kibrit çöpleri ilk önce yanar. İşte
insan yaşamı
da bu kibrit çöplerine benzer, kimi insanlar vardır kendinden
beklenileni asla yerine getiremezler, kalın kibrit çöpü gibi
kendi
kendilerini yok eder giderler, kimi insanlar vardır bir
lambanın
fitilini yakarlar kendileri yok olup gitse de ışığı kalır.
Eğri ve kırık kibrit çöpleri gibi sakat insanlar
vardır aramızda
yaşayan, onları şekilleriyle değil işlevleriyle
değerlendirmeliyiz
neyi yaktığına bakmalıyız.
Kibrit kutularını içindeyaşanılan topluma
benzetmiştim; ıslak bir
kutudaki kibriti istediğin kadar uğraş yakamazsın demek
ki içinde
yaşanılan toplum insanıistemese de çok etkiler.
Bazı kibrit çöpleri de aykırı insanları ifade eder
tüm kibrit çöpleri
aynı yöne bakarken onlar tam tersine bakar kutuda. Kutu
açıldığında
ilk önce onlar göze çarpar ve herkesken önce
yanarlar.Aykırılık başa
beladır. Bazı kibrit çöpleri birbirine yapışmıştır
dikkat ederseniz
onlar da kafadar insanlar gibidirler kanka misali biri yanınca
diğeri de yanar. Ama en tehlikelisi kendiyle birlikte kutuyu da
yakan
kibrit çöpleridir. İçinde bulunduklarıtoplumu çökertirler.
Bazı kibrit çöplerinin ucunda kimyasal maddesi yoktur. Ne
yaparsa
yapsınlar yanamazlar. Toplumun içerisinde ot gibi yaşar
giderler.
Toplum nereye onlar oraya.
ACABA SİZ HANGİ TÜR KİBRİT ÇÖPÜSÜNÜZ
HİÇ MERAK ETTİNİZ Mİ ?
Bankalar arabayla yanaşıp para çekilebilecek bankamatikleri hizmete sokacak. İşte Kanada'dan gelen
ATM Kullanma klavuzunun dilimize çevrilmiş hali. Kadın ve erkekler için ayrı ayrı hazırlanan
klavuzu iyi okuyup iyice bellemekte fayda var!!!
Erkekler için:
1- Aracınızla bankamatiğe yanaşın.
2- Sol ön camı açın.
3- Kartınızı yuvaya sokup şifrenizi girin.
4- Çekmek istediğiniz tutarı girin.
5- Kartınızı, paranızı ve fişinizi alın.
6- Camı kapatın.
7- Yolunuza devam edin.
Kadınlar için:
1- Aracınızla bankamatiğe yanaşın.
2- Geri vitese takıp camla makine aynı hizaya gelmesi için gereken miktarda geri gelin.
3- El frenini çekin, camı açın.
4- Çantanızı bulun, kartınızı bulmak için ön koltuğa boca edin.
5- Radyonuzu kapatın.
6- Kartı makineye takmaya çalışın.
7- Arabadan bariz miktarda uzak kalan makineye daha rahat ulaşabilmek için arabanın kapısını açın.
8- Kartı yerleştirin.
9- Doğru tarafından tekrar yerleştirin.
10- İç kapağında şifrenizin yazılı oldugu telefon defterinizi bulmak için çantanızı kurcalayın.
11- Şifrenizi girin.
12- İPTAL tuşuna basın ve doğru şifrenizi girin.
13- Çekmek istediğiniz tutarı girin
14- Yan aynadan makyajınızı kontrol edin.
15- Paranızı ve fişinizi alın.
16- Çantanızı tekrar koltuğa boşaltarak cüzdanınızı bulun ve paranızı içine koyun.
17- Fişinizi fermuarlı bölüme yerleştirin.
18- Makyajınızı tekrar kontrol edin.
19- 1 metre ilerleyin.
20- Bankamatiğe doğru geri geri gelin.
21- Kartınızı alın.
22- Çantanızı tekrar döküp kredi kartlığınızı bulun ve kartınızı uygun yere yerleştirin.
23- Arkanızda söylenmekte olan erkek sürücüleri kızdırmak için uygun el hareketini yapın.
24- Motoru tekrar çalıştırın ve yola devam edin.
25- 5-6 kilometre ilerleyin.
26- El frenini indirin.
Ateş bir gün suyu görmüş yüce
dagların ardında sevdalanmış onun deli dalgalarına.
Hırçın hırçın kayalara vuruşuna,
yüregindeki duruluga demiş ki suya:
Gel sevdalım ol,hayatıma anlam veren mucizem ol...
Su dayanamamış ateşin gözlerindeki sıcaklıga al demiş;
Yüregim sana armagan...
Sarılmış ateşle su birbirlerine sıkıca, kopmamacasına...
Zamanla su, buhar olmaya,ateş, kül olmaya başlamış.
Ya kendisi yok olacakmış, ya aşkı...
Baştan alınlarına yazılmış olan kaderi de yüregindeki kederi de
alıp gitmiş uzak diyarlara su...
Ateş kızmış, ateş yakmış ormanları...
Aramış suyu diyarlar boyu, günler boyu, geceler boyu Bir gün gelmiş,
suya varmış yolu Bakmış o duru gözlerine suyun,
biraz kırgın, biraz hırçın. Ve o an anlamış;aşkın bazen gitmek
oldugunu.
Ama gitmenin yitirmek olmadıgını....
Ateş durmuş, susmuş, sönmüş aşkıyla.
İşte o zamandan beridir ki:Ateş sudan,
su ateşten kaçar olmuş..Ateşin yüregini sadece su, Suyun yüregini
sadece ateş alır olmuş...
Evvel zaman içinde deniz kenarında küçük bir köy varmış. Bu köyün halkı denizcilikten
başka iş bilmezmiş. Yaşlı, genç, kadın, erkek bütün köy halkı denizle uğraşır,
hayatlarını mavi suların kendilerine sağladığı nimetlerden faydalanarak sürdürürmüş.
Dış dünya onlara kapalıymış. Deniz insanlara, insanlar birbirlerine yardım ederlermiş.
Kimi balık avlar, kimi ağ örer, kimi sünger çıkarır, kimi tekne yapımında uzmanlaşmaya
çalışırmış. Bir de herkesin hayalini süsleyen bir iş varmış: Beyaz Kaptan'ın
denizaşırı gemisiyle uzun seferlere çıkıp, ticaret yapmak. Böylece bilinmezi bilmek,
görülmeyeni görmek, tadılmayanı tatmak mü**ünmüş çünkü. Ama Beyaz Kaptan yanında
çalışacakları çok zorlu sınavlardan geçirip seçtiği için, bu öyle herkesin
gerçekleştirebileceği türden bir hayal değilmiş. O seferlere çıkabilmek için gözüpek
olmak, geride bırakabilmek, denizden başka bir şeye aşık olmamak gerekirmiş. Gemi
sefere çıktı mı, beş altı aydan önce dönmezmiş köye. Her gelişinde genç kızların dört
gözle beklediği kumaşları, süs eşyalarını, köyde bulunmayan faydalı otları ve
alışveriş karşılığında aldıkları değerli şeyleri boşaltır, insanların satmak istediği
malları yükledikten sonra yeni bir sefere çıkarmış. Geminin mürettebatı sadece bu
değiş tokuş için karaya iner, yükleme işi bittikten sonra onları gören olmazmış.
Beyaz Kaptan'sa sadece miço ile çımacı geminin törensel yanaşmasını gerçekleştirirken
kaptan köprüsünde belli belirsiz görülürmüş. Geminin miçosu limana her yanaşmalarında,
çımacı dostunu görünce büyük bir keyifle halatı fırlatır, çımacı da büyük bir
maharetle halatı havada yakalayıp tek bir harekette babaya dolarmış. Bu ikisinin
ustalık dolu hareketlerini izlemek köy halkının en sevdiği şeylerden biriymiş.
Birbirlerinin gözlerine baktıklarında dostluğu gören miço ile çımacı, köy halkı
kendilerini alkışladıkça daha da büyük bir şevkle sarılırlarmış işlerine.
Kaptan belki deniz aşkıyla yıllar önce terkettiği köyü daha fazla görmenin
rahatsızlığı, belki de geride bıraktığı karısı, oğulları ve kızı tarafından görülmenin
korkusuyla, uzaktan izlermiş olanları. Sonrası yine açık deniz, sonrası yine uzun
bir sefer… Kaptan herkesin gerçeğinin ayrı olduğuna ve herkesin bir gün kendi
gerçeğini bulacağına inanırmış. Hatta miçosuyla çımacının bir kayanın üstüne oturup
sohbet ettiklerini gördüğü gün, "Ah deli çocuk, bilmez misin ki denizcinin dostu,
denizdedir" demiş kendi kendine ama hiç karışmamış bu imkansız dostluğa. Limana bir
sonraki yanaşmalarında miço gelip de "Ah Kaptan ah, denizcinin dostu denizdeymiş."
deyince içinin cız edeceğini bile bile karışmamış. Bir gün köye çeşit çeşit malı
getirirken, yerle göğü bir eden korkunç bir fırtınaya yakalanmışlar. Usta denizci
köye yanaştıklarını biliyormuş ama deniz fenerini göremediği için bir türlü gerekli
manevraları yapamıyormuş. Neden sonra denzi fenerinden cılız bir ışığın yükseldiğini
görünce rahatlamış. Tam dümeni köye kıracakken, yağmur damlalarının kanatlarına
kırbaç gibi inmesine aldırmayan bir papağan gelip konmuş omzuna ve dile gelmiş:
"Babası terkettiğinden , ağabeyleri de denize sırtlarını döndüklerinden beri lanetli
damgasıyla yaşayan mavi gözlü ceylan, sırf gemin karaya oturmasın diye canını ortaya
koyup yaktı bu gece feneri. Ama köyün utanç içindeki halkı lanetlidir deyip güvenmedi
ona, delidir deyip dışladı, her zaman olduğu gibi suçladı. Şimdi incecik bedeni buz
gibi gecenin ortasında geminin limana yanaşmasını bekliyor. Kimbilir belki de gizli
bir sevdanın cesaretiyle tek başına fırtınayla savaşıyor." Beyaz Kaptan bu sözleri
duyar duymaz önce kendisiyle sonra da miçosuyla yüzyüze gelmiş. Ve bir anda fırtınayı
korkutan bir sesle gürlemiş: "İstikamet açık deniz!.." O günden sonra köy halkı Beyaz
Kaptan'ın gemisini bir daha asla görememiş. Bir daha asla dış dünyadan bir şeye
dokunamamış. Ama deniz kızları, kimi hüzünlü gecelerde Beyaz Kaptan'ın bilinmez
denizlerde suda yüzen bir mavi gözlü ceylan gördüğünü ve hüzünlü bir türkü söylemeye
başladığını anlatıp durmuşlar:
Bilirim ki sevgimiz
Aslında veremediğimiz
Bir bilinmez denizde
Yitip gitti bedenimiz.
Zamanın birinde bir oduncu, ormanda odun keserken çalı arasında bir yılana
raslamis. Elindeki baltayı kaldırıp yılanın başını vurmak üzereyken bir an
göz göze gelmiş. Yaradana olan aşkı -yılan bile olsa- yaratılana yansımış ve yılanı
vurmaya kıyamamış. Yılan da duygulanmış, dile gelmiş.Ey insanoğlu, sen bana kıyamadın,
ben de sana bir iyilik edeceğim demiş.Bir kör kuyuya dalmış ve kaybolmuş.
Biraz sonra ağzında bir altın lira ile dönmüş ve oduncuya uzatmış.
"Bundan böyle ömür boyu sana her gün bir altın lira vereceğim."
Oduncu altını bozdurmuş ve evinde o gün şenlik olmuş. Hiç kimseye olan biteni
anlatmamış, ailesi dahil.Herkes sadece oduncunun çok çalıştığı için durumunun
düzeldiğini zannetmiş.Yıllar boyu her gün o kör kuyunun başına gitmiş, yılan ile
bulusmuş ve altınını almış.
Gel zaman git zaman, oduncu ağır hastalanmış. Kuyunun başına gidemez olmuş. Bir kaç
gün geçince bolluğa alışmış evinde darlık başlamış. Oduncu oğlunu yanına çağırmış
ve yılanın sırrını anlatmış.
"Git kör kuyunun başına ve oğlum olduğunu söyle, yılan sana altın verecek"
demiş. Oğlu inanmamış ama gitmiş, yılan önce saklanmış, sonra ortaya çıkmış.
Onun oduncunun oğlu olduğuna iyice kanaat getirince de kuyuya inip bir altın
getirmiş. Oğlan önce inanmadığı hikayenin gerçek olduğunu görünce hırsa kapılmış,
kimbilir daha ne kadar altın var kuyudan içeride demiş....Hırsla yılanı öldürmek için
bir hamle yapmış, ıskalamış ama yılanın kuyruğunu koparmış. Yılan da can havliyle
dönüp oğlanı sokmuş ve öldürmüş.
Akşam yaklaşıp da oğlu gelmeyince oduncu iyice endişelenmiş. Hasta yatağından sürünerek
bile olsa kalkmış.
Kuyunun başına gitmiş ki oğlu cansız yatıyor. Yılan o arada görünmüş ki, kuyruğu yok
ve kanlar içinde..
Oduncu durumu anlamış ve çok üzülmüş. Canının parçası oğlu yerde cansız, yıllardır
velinimeti olan yılan yaralı...
Hatalı olan oğlum olmalı demiş ve yılandan özür dilemiş. Tekrar dost olalım
demiş...
Yılan ise acı acı gülümsemiş. Çok isterdim ama...Sende bu evlat acısı..bende de bu
kuyruk acısı varken biz artık dost olamayız demiş ve ogünden bu güne yılanlar hiçbir
insanla konuşmaz olmuş.....
Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış...
Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, Kral bu at için ihtiyara nerdeyse
hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.. "Bu at, bir at
değil benim için; bir dost, insan dostunu satar mı" dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar
ki,at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: "Seni ihtiyar bunak, bu atı sana
bırakmayacakları, çalacakları belliydi.Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler
gibi yaşardın.Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler...İhtiyar: "Karar vermek için
acele etmeyin" demiş."Sadece at kayıp" deyin, "Çünkü gerçek bu.Ondan ötesi sizin
yorumunuz ve verdiğiniz karar.Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans
mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç.Arkasının nasıl
geleceğini kimse bilemez." Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler.Aradan
15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş...Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş
kendi kendine.Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş.Bunu gören
köylüler toplanıp ithiyardan özür dilemişler."Babalık" demişler, "Sen haklı çıktın.
Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi
bir at sürün var.." "Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar. "Sadece
atın geri döndüğünü söyleyin.Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini
henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç.Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz
kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?" Köylüler bu defa açıkça ihtiyarla dalga
geçmemişler ama içlerinden "Bu herif sahiden gerzek" diye geçirmişler...Bir hafta
geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve
ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış.
Köylüler gene gelmişler ihtiyara."Bir kez daha haklı çıktın" demişler. "Bu atlar
yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası
da yok.Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler. İhtiyar "Siz
erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş."O kadar acele
etmeyin. Oğlum bacağını kırdı.Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba
ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı
size asla bildirilmez." Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile
saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye
gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar.
Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya
öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler..
. "Gene haklı olduğun kanıtlandı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse
yanında. Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması,
talihsizlik değil, şansmış meğer..." "Siz erken karar vermeye devam edin" demiş,
ihtiyar. "Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum
yanımda, sizinkiler askerde... Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şnssızlık
olduğunu sadece Allah biliyor."
Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatla tamamlamış:
"Acele karar vermeyin.Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten
kaçının. Karar; aklın durması halidir.Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile
gelişmeyi durdurur.Buna rağmen akıl,insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde
olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar.Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol
biterken yenisi başlar.Bir kapı kapanırken, başkası açılır.Bir hedefe ulaşırsınız
ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz."
Daha henüz 18 yaşındaydı, ama hayatının sonundaydı. Tedavisi mü**ün olmayan
ölümcül bir kansere yakalanmıştı. Kahır içinde eve kapamıştı kendini.. Sokağa
çıkmıyordu. Annesi.. Bir de kendisi.. O kadardı bütün hayatı..
Bir gün fena halde sıkıldı, dayanamadı, attı kendini sokağa..
Bir yığın vitrinin önünden geçti.. Tam bir CD satan dükkanı da geride bırakmıştı
ki, bir an durdu. Geri döndü, kapıdan içeri, gözüne hayal meyal takılan genç kıza
bir daha baktı. Kendi yaşlarında harika bir genç kızdı tezgahtar..
Hani ilk bakışta aşk derler ya, öyle takılıp kalmıştı işte.. İçeri girdi..
Kız gülümseyerek koştu ona.. "Size nasıl yardım edebilirim" diye..
Nasıl bir gülümsemeydi o.. Hemen oracıkta sarılıp öpmek istedi kızı..
Kekeledi, geveledi, sonra "Evet diyebildi.. Rast gele bir plağı işaret ederek..
"Evet.. Şu CD'yi bana sarar mısınız?.."
Kız CD'yi aldı, içeri gitti. Az sonra paket edilmiş geri geldi.
Aldı paketi, çıktı dükkandan, evine döndü, açmadan dolabına attı..
Ertesi sabah gene gitti aynı dükkana.. Gene bir CD gösterdi kıza, sardırdı, aldı
eve getirdi, attı paketi dolaba, gene açmadan.. Günler hep alınıp sardırılan CD'lerle
geçti.. Kıza açılmaya bir türlü cesaret edemiyordu. Annesine açıldı sonunda..
Annesi "Git konuş oğlum, ne var bunda" dedi..
Ertesi sabah bütün cesaretini topladı. Erkenden dükkana gitti. Bir CD seçti. Kız
gülerek aldı plağı. Arkaya gitti, paketlemeye.
Kız içerdeyken bir kağıda "Sizinle bir gece çıkabilir miyiz" diye yazdı, altına
telefon numarasını ekledi, notu kasanın yanına koydu gizlice.. Sonra paketini alıp
kaçtı gene dükkandan..
İki gün sonra evin telefonu çaldı.. Anne açtı telefonu.. CD Dükkanındaki tezgahtar
kızdı arayan.. Delikanlıyı istedi.. Notunu yeni bulmuştu da..
Anne ağlıyordu.. "Duymadınız mı" dedi.. "Dün kaybettik oğlumu.."
Cenazeden birkaç gün sonra, anne oğlunun odasına girebildi sonunda.. Ortalığa çeki
düzen vermeliydi. Dolabı açtı.. Oraya atılmış bir yığın açılmamış paket gördü..
Paketleri aldı, oğlunun yatağına oturdu ve bir tanesini açtı..
İçinde bir CD vardı, bir de minik not..
"Merhaba.. Sizi öyle tatlı buldum ki.. Daha yakından tanımak istiyorum.. Bir akşam
birlikte çıkalım mı.. Sevgiler.. Jacelyn!."
Anne bir paketi daha açtı.. Onda da bir CD ve bir not vardı..
"Siz gerçekten çok tatlı birisiniz, hadi beni bu gece davet edin, artık.. Sevgiler.
. Jacelyn!.."
Bundan yüzyıllar önce deniz aşırı, çok güzel bir ülke varmış.Tabi her masalda olduğu
gibi bu masalda da o ülkenin bir kralı ve tabii ki bir de prensesi varmış. Prenses
dünyalar güzeli bir kızmış. Kralın emri ile her gün prenses dolaşmak için saray
muhafızları ile birlikte sarayın dışına çıktığında ona bakmak yasakmış. Halk onun
dolaşmaya çıktığı ilan edildiğinde eğilir ve gözlerini kapatır, ya da evlerine
kaçışırmış. Onu görmenin bedeli ölümle cezalandırılırmış. Günlerden bir gün yine
prenses dolaşmak için çıktığında... Fakir bir köylü delikanlı iradesini yenememiş
ve yavaşça başını kaldırıp prensese bakmış ve başını kaldıran fakir delikanlı ile
prenses o anda göz göze gelmişler... Tabii ki... Tahmin edeceğiniz gibi fakir
delikanlı prensese inanılmaz bir aşkla tutulmuş. Prensesin de o derin bakışlarının
boş olmadığını düşünen fakir delikanlı günlerce uyuyamamış ve ölümü bile göze almak
pahasına, prensesi bir kere daha görmek için uğraşmış durmuş. Bu arada fakir
delikanlıya da tutulan güzel prenses onun zarar görmemesi için günlerce kendini
saraya kapatmış. Sonunda dayanamayan fakir delikanlı her şeyi göze alarak gizlice
sarayın bahçe duvarına tırmanmış ve prenses ile bir kere daha göz göze gelmişler.
Fakir delikanlı hemen duvardan atlamış ve prensesle konuşacağı anda saray
muhafızlarına yakalanmış. Kralın karşısına götürülen delikanlı nasıl olsa ölümle
cezalandırılacağını bildiğinden krala prensese duyduğu aşkını anlatmış. Kral ölüm
emrini vereceği anda prensesin yalvarışlarına dayanamayarak fakir delikanlıya başka
bir ceza vermeyi kabullenmiş.Hemen bir gemi hazırlattıran kral gidilebilecek en
uzaktaki adaya bir fener yaptırmış ve fakir delikanlıyı da o adada yalnız yasamaya
mahkum etmiş...Aradan bir kaç ay geçmesine rağmen prensesi unutamayan fakir delikanlı
prensese olan aşkını kağıtlara dökmüş ve martılara anlatmaya başlamış... Artık bütün
martılar fakir delikanlının prensese olan aşkından haberdarmış. Sonunda martılar bile
fakir delikanlıyı anlamış ve yazdığı mektupları prensese götürmeye başlamışlar...
Ve zamanla prensesin de yazmış olduğu mektupları fakir delikanlıya götüren martılar
aracılığı ile aşkları iyice büyümüş; ta ki... Bir sabah sarayın bahçesinde kahvaltı
yaparken prensesin odasının penceresine ağzında bir mektupla konan martıyı kralın
görmesine dek. Tabii korkulduğu gibi olmamış... Ağlayarak kızına sarılan kral,
hayvanların bile bu aşkı anlarken kendisinin anlayamadığı için kendisinden utandığını
söyleyerek prensese hemen bir gemi göndertip fakir delikanlıyı getirtip kendisi ile
Evlendireceğini söylemiş.Buna çok mutlu olan prenses hemen fakir delikanlıya bir
mektup yazmış ve olanları anlatmış. Tabii bu arada mektubu götürmek için bekleyen
martıya da
her şeyi anlatarak bütün martıları düğünlerine çağırmış.Buna çok sevinen martı
mektubu bir an önce issiz adaya götürmek için yola çıkmış. Tam yolu yarılamışken
yanından geçen birkaç martı arkadaşına haber verip hepsinin düğüne davetli olduğunu
söylemek için gagasını açtığında mektubun düştüğünü fark etmiş. Ve mektubu tüm
martılar hep birlikte aramaya başlamışlar... Fakat bir türlü bulamamışlar.
Bu arada prensesten mektup alamayan fakir delikanlı, yazmış olduğu mektupları
göndermek için bir tek martı bile bulamamış... Biraz ilerisinde uçuyorlar fakat
yanına gitmiyorlar ve mektubu arıyorlarmış... Prensesin kendisini unuttuğunu yahut
istemediğini sanan fakir delikanlı martıların onun için gelmediğini düşünerek
fenerden kendisini kayaların üzerine atarak intihar etmiş Ve maalesef kralın gemisi
adaya vardığında fakir delikanlının soğuk bedeni ile karşılaşmışlar...
iste o gün bugündür, her şeyi düzeltmek için denizler üzerinde uçan martılar
o mektubu ararlar. O mektubu bularak o inanılmaz sevgiyi ve her şeyi geri
getireceklerini sanırlar ve bu yüzden de hep denizler üzerinde uçarlar.
AÇELYA: Nefse hakimiyet.
AÇELYA (Hint): "Gerçek şu ki, herşey bitti!"
ADAÇAYI: Eşler arasında "Biz iyi bir aileyiz" mesajıdır.
AKASYA: (Pembe veya Kırmızı) Güzellik, zerafet ve incelik; "Seni beğeniyorum."
AKASYA: (Beyaz) Dostluk; "Bizimki temiz bir sevgi, belki biraz arkadaşça..."
AKASYA (Sarı): Platonik aşk, isimsiz aşık...
ANANAS: "Sen kusursuz birisin!"
ARDIÇ: "Seni koruyacağım!"
AYÇİÇEĞİ: (Çiçek Olarak) "Sana tapıyorum!"
BADEM: "Aşkımızın sürmesini ümit ediyorum."
BİBERİYE: Anma
ÇAN ÇİÇEĞİ: "Aşkımıza sadakatle bağlıyım!"
ÇİNGÜLÜ: "Zarif ve çok güzelsin!"
ÇUHA ÇİÇEĞİ: "Çok güzelsin."
DEFNE: Terfi eden kişilere gönderilir; "şan, ün, görkem" anlamı taşır.
EĞRELTİOTU: Samimiyet.
ELMA: "İtiraf etmem gerekirse, seni görünce şeytana uyasım geliyor; ya senin?"
ERİK: "Sözüme sadık kalacağım."
FESLEĞEN: İyi dilekte bulunmak için.
FINDIK: "Barışmak istiyorum!"
FULYA: "Sevgilim, geri dön!"
GARDENYA: "Beni unutma; gerçek aşkımsın..."
GELİN EL ÇİÇEĞİ: "Mutlu olabiliriz."
GÜL: Sevgiyi ifade eder.
GÜL (Pembe): "Arkadaşımsın."
GÜL (Kırmızı): "Seni seviyorum; ihtirasla bağlıyım sana!"
GÜL: (Kırmızı ve Beyaz) Birliktelik isteği.
GÜL GONCASI: (Kırmızı) "Genç ve güzelsin."
HANIMELİ: "Sana olan bağlılığım sonsuza kadar sürecek."
HERCAİ MENEKŞE: "Beynimi işgal ediyorsun; ama ben bu durumdan şikayetçi değilim..."
IHLAMUR: Evli çiftler için "Seni seviyorum" anlamı taşır.
İSPANYOL YASEMİNİ : "Bence, sen çok seksi ve şehvetlisin!"
KAKTÜS: İçtenlik; "Aşkımız için zorluklara katlanmalıyız!"
KAMELYA: "Kusursuz bir aşıksın!"
KARANFİL: Kişinin kendine olan öz saygısını ve güzelliği ifade eder.
KARAÇALI: "Dostluğumuz uzun ömürlü olsun!"
KARANFİL: (Koyu Kırmızı) "Kalbimi kırdın!"
KARANFİL: (Pembe) "Seni unutmayacağım..."
KARANFİL: (Kırçıllı) "Üzgünüm, ama bitmek zorunda..."
KARANFİL: (Sarı) "Beni hayal kırıklığına uğrattın!"
KREZENTEM: (Beyaz) "Bana gerçeği söyle!"
LALE: Aşkı ifade eder.
LALE (Kırmızı): "Aşkımı itiraf etmek istiyorum!"
LALE (Alacalı): "Gözlerin çok güzel."
LALE (Sarı): Umutsuz aşkı ifade eder.
LEYLAK (Mor): "Sana ilk görüşte aşık oldum!"
LEYLAK: (Beyaz) "Hoş ve namuslu birisin."
MENEKŞE: Alçakgönüllüğü ifade eder.
MENEKŞE: (Mavi) "Sana sadık kalacağım."
MENEKŞE: (Mor) "Düşüncelerimi zaptettin!"
MELEKOTU: "İlham kaynağımsın."
MERSİNAĞACI: "Çok mutluyum, çünkü seni seviyorum!"
MİMOZA: "Fazla alıngansın!"
NANE: "Sana karşı içimde sıcak hisler besliyorum."
NERGİS: "Saygılarımla..."
ORKİDE: "Aşkım, sen çok güzelsin, sen çok özelsin!"
ÖKSEKOTU: "Sorunların üstesinden geleceğim."
PAPATYA: Temiz bir kalbin simgesi.
PAPATYA (Bahçe): "Fikirlerini paylaşıyorum."
PELESENK: Sabırsızlık; "Aşkım, daha fazla bekletme!"
PETUNYA: "Umudunu yitirme!"
PORTAKAL: Karşılıklı aşk; "Ben de seni seviyorum."
REZENE: Övgüye değer.
SARDUNYA: "İçin rahat olsun, her zaman yanındayım!"
SARMAŞIK: "Aşkıma sadığım!"
SEDİR YAPRAĞI: "Senin için yaşıyorum."
SÜSEN ÇİÇEĞİ: "Sana bir haberim var!"
SÜSEN ÇİÇEĞİ: (Sarı) İhtiraslı bir aşk.
ŞEFTALİ: "Seninim!"
YASEMİN: "Güzel ve çekicisin."
YENİBAHAR: "Acını paylaşıyorum."
ZAMBAK (Sarı): "Seni neşeli ve nazik (çekici) buluyorum!"
ZEYTİN: "Barışalım!"
Ben kibrit çöplerini insanların yaşantılarına
benzetirim. Kibrit kutusu insanın yaşadığı toplumu ifade eder bir
bakıma...
Bazı kibrit çöpleri vardır bir amaç için yanarlar,
kimi bir sigara yakar,
kimi bir ocak,
kimi boş yere yanıp tükenir
hiç bir işe yaramadan.
Kimi ise bir ormanı, bir evi,
büyük bir alanı yakar kül eder,kendisiyle birlikte.
Kibrit kutusunu açıp baktığınızda
hepsi aynı gibi gözükse de
birbirinden farklı kibrit çöpleri vardır.
Bazıları yanamayacak kadar incedir
yakarken kırılır zannedersiniz ama
bilir misiniz en iyi onlar yanar.
Bazıları da epeyce kalın.
Zannedersiniz ki yanınca yeri göğü yakacak ama
yakınca bir bakarsınız foss diye bir ses çıkarır
kendisini bile yakamaz.
Sadece ucundaki kimyasal madde alev bile almadan kararır gider.
Kimileri eğri
büğrüdür ama yine de bir kibrit çöpünden beklenen
fonksiyonları
eksiksiz yerine getirirler.
Her zaman en üstteki kibrit çöpleri ilk önce yanar. İşte
insan yaşamı
da bu kibrit çöplerine benzer, kimi insanlar vardır kendinden
beklenileni asla yerine getiremezler, kalın kibrit çöpü gibi
kendi
kendilerini yok eder giderler, kimi insanlar vardır bir
lambanın
fitilini yakarlar kendileri yok olup gitse de ışığı kalır.
Eğri ve kırık kibrit çöpleri gibi sakat insanlar
vardır aramızda
yaşayan, onları şekilleriyle değil işlevleriyle
değerlendirmeliyiz
neyi yaktığına bakmalıyız.
Kibrit kutularını içindeyaşanılan topluma
benzetmiştim; ıslak bir
kutudaki kibriti istediğin kadar uğraş yakamazsın demek
ki içinde
yaşanılan toplum insanıistemese de çok etkiler.
Bazı kibrit çöpleri de aykırı insanları ifade eder
tüm kibrit çöpleri
aynı yöne bakarken onlar tam tersine bakar kutuda. Kutu
açıldığında
ilk önce onlar göze çarpar ve herkesken önce
yanarlar.Aykırılık başa
beladır. Bazı kibrit çöpleri birbirine yapışmıştır
dikkat ederseniz
onlar da kafadar insanlar gibidirler kanka misali biri yanınca
diğeri de yanar. Ama en tehlikelisi kendiyle birlikte kutuyu da
yakan
kibrit çöpleridir. İçinde bulunduklarıtoplumu çökertirler.
Bazı kibrit çöplerinin ucunda kimyasal maddesi yoktur. Ne
yaparsa
yapsınlar yanamazlar. Toplumun içerisinde ot gibi yaşar
giderler.
Toplum nereye onlar oraya.
ACABA SİZ HANGİ TÜR KİBRİT ÇÖPÜSÜNÜZ
HİÇ MERAK ETTİNİZ Mİ ?
Bankalar arabayla yanaşıp para çekilebilecek bankamatikleri hizmete sokacak. İşte Kanada'dan gelen
ATM Kullanma klavuzunun dilimize çevrilmiş hali. Kadın ve erkekler için ayrı ayrı hazırlanan
klavuzu iyi okuyup iyice bellemekte fayda var!!!
Erkekler için:
1- Aracınızla bankamatiğe yanaşın.
2- Sol ön camı açın.
3- Kartınızı yuvaya sokup şifrenizi girin.
4- Çekmek istediğiniz tutarı girin.
5- Kartınızı, paranızı ve fişinizi alın.
6- Camı kapatın.
7- Yolunuza devam edin.
Kadınlar için:
1- Aracınızla bankamatiğe yanaşın.
2- Geri vitese takıp camla makine aynı hizaya gelmesi için gereken miktarda geri gelin.
3- El frenini çekin, camı açın.
4- Çantanızı bulun, kartınızı bulmak için ön koltuğa boca edin.
5- Radyonuzu kapatın.
6- Kartı makineye takmaya çalışın.
7- Arabadan bariz miktarda uzak kalan makineye daha rahat ulaşabilmek için arabanın kapısını açın.
8- Kartı yerleştirin.
9- Doğru tarafından tekrar yerleştirin.
10- İç kapağında şifrenizin yazılı oldugu telefon defterinizi bulmak için çantanızı kurcalayın.
11- Şifrenizi girin.
12- İPTAL tuşuna basın ve doğru şifrenizi girin.
13- Çekmek istediğiniz tutarı girin
14- Yan aynadan makyajınızı kontrol edin.
15- Paranızı ve fişinizi alın.
16- Çantanızı tekrar koltuğa boşaltarak cüzdanınızı bulun ve paranızı içine koyun.
17- Fişinizi fermuarlı bölüme yerleştirin.
18- Makyajınızı tekrar kontrol edin.
19- 1 metre ilerleyin.
20- Bankamatiğe doğru geri geri gelin.
21- Kartınızı alın.
22- Çantanızı tekrar döküp kredi kartlığınızı bulun ve kartınızı uygun yere yerleştirin.
23- Arkanızda söylenmekte olan erkek sürücüleri kızdırmak için uygun el hareketini yapın.
24- Motoru tekrar çalıştırın ve yola devam edin.
25- 5-6 kilometre ilerleyin.
26- El frenini indirin.
Ateş bir gün suyu görmüş yüce
dagların ardında sevdalanmış onun deli dalgalarına.
Hırçın hırçın kayalara vuruşuna,
yüregindeki duruluga demiş ki suya:
Gel sevdalım ol,hayatıma anlam veren mucizem ol...
Su dayanamamış ateşin gözlerindeki sıcaklıga al demiş;
Yüregim sana armagan...
Sarılmış ateşle su birbirlerine sıkıca, kopmamacasına...
Zamanla su, buhar olmaya,ateş, kül olmaya başlamış.
Ya kendisi yok olacakmış, ya aşkı...
Baştan alınlarına yazılmış olan kaderi de yüregindeki kederi de
alıp gitmiş uzak diyarlara su...
Ateş kızmış, ateş yakmış ormanları...
Aramış suyu diyarlar boyu, günler boyu, geceler boyu Bir gün gelmiş,
suya varmış yolu Bakmış o duru gözlerine suyun,
biraz kırgın, biraz hırçın. Ve o an anlamış;aşkın bazen gitmek
oldugunu.
Ama gitmenin yitirmek olmadıgını....
Ateş durmuş, susmuş, sönmüş aşkıyla.
İşte o zamandan beridir ki:Ateş sudan,
su ateşten kaçar olmuş..Ateşin yüregini sadece su, Suyun yüregini
sadece ateş alır olmuş...
Evvel zaman içinde deniz kenarında küçük bir köy varmış. Bu köyün halkı denizcilikten
başka iş bilmezmiş. Yaşlı, genç, kadın, erkek bütün köy halkı denizle uğraşır,
hayatlarını mavi suların kendilerine sağladığı nimetlerden faydalanarak sürdürürmüş.
Dış dünya onlara kapalıymış. Deniz insanlara, insanlar birbirlerine yardım ederlermiş.
Kimi balık avlar, kimi ağ örer, kimi sünger çıkarır, kimi tekne yapımında uzmanlaşmaya
çalışırmış. Bir de herkesin hayalini süsleyen bir iş varmış: Beyaz Kaptan'ın
denizaşırı gemisiyle uzun seferlere çıkıp, ticaret yapmak. Böylece bilinmezi bilmek,
görülmeyeni görmek, tadılmayanı tatmak mü**ünmüş çünkü. Ama Beyaz Kaptan yanında
çalışacakları çok zorlu sınavlardan geçirip seçtiği için, bu öyle herkesin
gerçekleştirebileceği türden bir hayal değilmiş. O seferlere çıkabilmek için gözüpek
olmak, geride bırakabilmek, denizden başka bir şeye aşık olmamak gerekirmiş. Gemi
sefere çıktı mı, beş altı aydan önce dönmezmiş köye. Her gelişinde genç kızların dört
gözle beklediği kumaşları, süs eşyalarını, köyde bulunmayan faydalı otları ve
alışveriş karşılığında aldıkları değerli şeyleri boşaltır, insanların satmak istediği
malları yükledikten sonra yeni bir sefere çıkarmış. Geminin mürettebatı sadece bu
değiş tokuş için karaya iner, yükleme işi bittikten sonra onları gören olmazmış.
Beyaz Kaptan'sa sadece miço ile çımacı geminin törensel yanaşmasını gerçekleştirirken
kaptan köprüsünde belli belirsiz görülürmüş. Geminin miçosu limana her yanaşmalarında,
çımacı dostunu görünce büyük bir keyifle halatı fırlatır, çımacı da büyük bir
maharetle halatı havada yakalayıp tek bir harekette babaya dolarmış. Bu ikisinin
ustalık dolu hareketlerini izlemek köy halkının en sevdiği şeylerden biriymiş.
Birbirlerinin gözlerine baktıklarında dostluğu gören miço ile çımacı, köy halkı
kendilerini alkışladıkça daha da büyük bir şevkle sarılırlarmış işlerine.
Kaptan belki deniz aşkıyla yıllar önce terkettiği köyü daha fazla görmenin
rahatsızlığı, belki de geride bıraktığı karısı, oğulları ve kızı tarafından görülmenin
korkusuyla, uzaktan izlermiş olanları. Sonrası yine açık deniz, sonrası yine uzun
bir sefer… Kaptan herkesin gerçeğinin ayrı olduğuna ve herkesin bir gün kendi
gerçeğini bulacağına inanırmış. Hatta miçosuyla çımacının bir kayanın üstüne oturup
sohbet ettiklerini gördüğü gün, "Ah deli çocuk, bilmez misin ki denizcinin dostu,
denizdedir" demiş kendi kendine ama hiç karışmamış bu imkansız dostluğa. Limana bir
sonraki yanaşmalarında miço gelip de "Ah Kaptan ah, denizcinin dostu denizdeymiş."
deyince içinin cız edeceğini bile bile karışmamış. Bir gün köye çeşit çeşit malı
getirirken, yerle göğü bir eden korkunç bir fırtınaya yakalanmışlar. Usta denizci
köye yanaştıklarını biliyormuş ama deniz fenerini göremediği için bir türlü gerekli
manevraları yapamıyormuş. Neden sonra denzi fenerinden cılız bir ışığın yükseldiğini
görünce rahatlamış. Tam dümeni köye kıracakken, yağmur damlalarının kanatlarına
kırbaç gibi inmesine aldırmayan bir papağan gelip konmuş omzuna ve dile gelmiş:
"Babası terkettiğinden , ağabeyleri de denize sırtlarını döndüklerinden beri lanetli
damgasıyla yaşayan mavi gözlü ceylan, sırf gemin karaya oturmasın diye canını ortaya
koyup yaktı bu gece feneri. Ama köyün utanç içindeki halkı lanetlidir deyip güvenmedi
ona, delidir deyip dışladı, her zaman olduğu gibi suçladı. Şimdi incecik bedeni buz
gibi gecenin ortasında geminin limana yanaşmasını bekliyor. Kimbilir belki de gizli
bir sevdanın cesaretiyle tek başına fırtınayla savaşıyor." Beyaz Kaptan bu sözleri
duyar duymaz önce kendisiyle sonra da miçosuyla yüzyüze gelmiş. Ve bir anda fırtınayı
korkutan bir sesle gürlemiş: "İstikamet açık deniz!.." O günden sonra köy halkı Beyaz
Kaptan'ın gemisini bir daha asla görememiş. Bir daha asla dış dünyadan bir şeye
dokunamamış. Ama deniz kızları, kimi hüzünlü gecelerde Beyaz Kaptan'ın bilinmez
denizlerde suda yüzen bir mavi gözlü ceylan gördüğünü ve hüzünlü bir türkü söylemeye
başladığını anlatıp durmuşlar:
Bilirim ki sevgimiz
Aslında veremediğimiz
Bir bilinmez denizde
Yitip gitti bedenimiz.
Zamanın birinde bir oduncu, ormanda odun keserken çalı arasında bir yılana
raslamis. Elindeki baltayı kaldırıp yılanın başını vurmak üzereyken bir an
göz göze gelmiş. Yaradana olan aşkı -yılan bile olsa- yaratılana yansımış ve yılanı
vurmaya kıyamamış. Yılan da duygulanmış, dile gelmiş.Ey insanoğlu, sen bana kıyamadın,
ben de sana bir iyilik edeceğim demiş.Bir kör kuyuya dalmış ve kaybolmuş.
Biraz sonra ağzında bir altın lira ile dönmüş ve oduncuya uzatmış.
"Bundan böyle ömür boyu sana her gün bir altın lira vereceğim."
Oduncu altını bozdurmuş ve evinde o gün şenlik olmuş. Hiç kimseye olan biteni
anlatmamış, ailesi dahil.Herkes sadece oduncunun çok çalıştığı için durumunun
düzeldiğini zannetmiş.Yıllar boyu her gün o kör kuyunun başına gitmiş, yılan ile
bulusmuş ve altınını almış.
Gel zaman git zaman, oduncu ağır hastalanmış. Kuyunun başına gidemez olmuş. Bir kaç
gün geçince bolluğa alışmış evinde darlık başlamış. Oduncu oğlunu yanına çağırmış
ve yılanın sırrını anlatmış.
"Git kör kuyunun başına ve oğlum olduğunu söyle, yılan sana altın verecek"
demiş. Oğlu inanmamış ama gitmiş, yılan önce saklanmış, sonra ortaya çıkmış.
Onun oduncunun oğlu olduğuna iyice kanaat getirince de kuyuya inip bir altın
getirmiş. Oğlan önce inanmadığı hikayenin gerçek olduğunu görünce hırsa kapılmış,
kimbilir daha ne kadar altın var kuyudan içeride demiş....Hırsla yılanı öldürmek için
bir hamle yapmış, ıskalamış ama yılanın kuyruğunu koparmış. Yılan da can havliyle
dönüp oğlanı sokmuş ve öldürmüş.
Akşam yaklaşıp da oğlu gelmeyince oduncu iyice endişelenmiş. Hasta yatağından sürünerek
bile olsa kalkmış.
Kuyunun başına gitmiş ki oğlu cansız yatıyor. Yılan o arada görünmüş ki, kuyruğu yok
ve kanlar içinde..
Oduncu durumu anlamış ve çok üzülmüş. Canının parçası oğlu yerde cansız, yıllardır
velinimeti olan yılan yaralı...
Hatalı olan oğlum olmalı demiş ve yılandan özür dilemiş. Tekrar dost olalım
demiş...
Yılan ise acı acı gülümsemiş. Çok isterdim ama...Sende bu evlat acısı..bende de bu
kuyruk acısı varken biz artık dost olamayız demiş ve ogünden bu güne yılanlar hiçbir
insanla konuşmaz olmuş.....
Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış...
Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, Kral bu at için ihtiyara nerdeyse
hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.. "Bu at, bir at
değil benim için; bir dost, insan dostunu satar mı" dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar
ki,at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: "Seni ihtiyar bunak, bu atı sana
bırakmayacakları, çalacakları belliydi.Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler
gibi yaşardın.Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler...İhtiyar: "Karar vermek için
acele etmeyin" demiş."Sadece at kayıp" deyin, "Çünkü gerçek bu.Ondan ötesi sizin
yorumunuz ve verdiğiniz karar.Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans
mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç.Arkasının nasıl
geleceğini kimse bilemez." Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler.Aradan
15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş...Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş
kendi kendine.Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş.Bunu gören
köylüler toplanıp ithiyardan özür dilemişler."Babalık" demişler, "Sen haklı çıktın.
Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi
bir at sürün var.." "Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar. "Sadece
atın geri döndüğünü söyleyin.Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini
henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç.Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz
kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?" Köylüler bu defa açıkça ihtiyarla dalga
geçmemişler ama içlerinden "Bu herif sahiden gerzek" diye geçirmişler...Bir hafta
geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve
ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış.
Köylüler gene gelmişler ihtiyara."Bir kez daha haklı çıktın" demişler. "Bu atlar
yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası
da yok.Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler. İhtiyar "Siz
erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş."O kadar acele
etmeyin. Oğlum bacağını kırdı.Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba
ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı
size asla bildirilmez." Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile
saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye
gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar.
Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya
öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler..
. "Gene haklı olduğun kanıtlandı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse
yanında. Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması,
talihsizlik değil, şansmış meğer..." "Siz erken karar vermeye devam edin" demiş,
ihtiyar. "Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum
yanımda, sizinkiler askerde... Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şnssızlık
olduğunu sadece Allah biliyor."
Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatla tamamlamış:
"Acele karar vermeyin.Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten
kaçının. Karar; aklın durması halidir.Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile
gelişmeyi durdurur.Buna rağmen akıl,insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde
olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar.Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol
biterken yenisi başlar.Bir kapı kapanırken, başkası açılır.Bir hedefe ulaşırsınız
ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz."