Kayıt
12 Ağustos 2007
Mesajlar
126
Beğeniler
0
Türk özel televizyonculuk tarihinin eşi ve benzeri olmayan fenomen haber programı ‘Teksoy Görevde’, yapımcısı Sadettin Teksoy’un aldığı âni bir kararla ebediyen sona erdi.

Ünlü televizyon yıldızının bu kararı almasındaki gerekçe ise Türkiye’de ve dünyada, programının konseptine uygun yeni ve sıradışı konuların artık kolay kolay çıkmaması…

Toplam 400 bölüm yayımlanan programının kendi alanında erişilmez bir rekora imza attığını vurgulayan Teksoy bundan böyle kamera arkasına geçip dizi yapımcılığına yöneleceğini belirtirken, adıyla özdeşleşen efsanevî sarı montunu da programında üç yıl boyunca editörlük yapan Yeni şafak sinema yazarı Ali Murat Güven’e armağan etti.

Ali Murat Güven Teksoy'un bu anlamlı armağanını alınca bir hayli duygulandı. Güven, Teksoy ile ilgili tüm duygularını aşağıdaki haberde dile getirdi.

Ali Murat Güven’in haberi:

Miladı 1990 yılında Star’ın kuruluşu olarak kabul edilen Türk özel televizyonculuk tarihinde kelimenin tam anlamıyla bir devir kapandı ve bu kanalda 12 yıl boyunca izleyicilerine unutulmaz anlar yaşatan “Teksoy Görevde” programı, yapımcısı Sadettin Teksoy’un aldığı âni bir kararla bir daha ekranlara geri dönmemek üzere sona erdi.

Final bölümü kısa bir süre önce yayımlanan “Teksoy Görevde”nin bitiş kararını konuşmak üzere buluştuğumuz “ünlü gezgin ve macera adamı” (bu arada meslek hayatımın da dolu dolu üç yılını paylaştığım sevgili ağabeyim) Sadettin Teksoy, söze gayet kararlı bir ifadeyle, “Artık kesin olarak bitti” diyerek girdi. “Bu konsept doğrultusunda sevenlerime verebileceğim herşeyi verdim. Memlekette ayak basmadık yer bırakmadık; sosyal içerikli bölümlerimizle binlerce kişinin derdine devâ olduk, magazinel bölümlerimizle de ülkenin bütün tarihî ve turistik yerlerini defalarca ekrana getirdik. Yabancı ülkeler deseniz, Türkiye’de benim kadar gezmiş olan bir adamı zor bulursunuz. Son zamanlarda konseptime uygun, ilginç ve sıradışı konular bulmakta cidden güçlük yaşamaya başladım ve 12 yıllık bir maratondan sonra bu maceraya artık son noktayı koymaya karar verdim. Rating deseniz rating, ödül deseniz ödül, halkın sevgisi deseniz âdeta bir çağlayan gibi… Velhasıl, bu 12 yıl içinde kırabileceğimiz her türlü rekoru kırdık ve omuzumuzda yeni bir apolete yer kalmadı artık. O hâlde tadında bırakmayı da bilelim.”

“Teksoy Görevde”nin ekranlara vedâsı da şanına yaraşır bir kalitede oldu ve ünlü yapımcı, programına son noktayı -ön araştırmasında, çekimlerinde, seslendirme metninde bizim de bir miktar tuzumuz bulunan- iki bölümlük müthiş bir Mısır belgeseliyle koydu. Artık bir televizyon efsanesine dönüşmüş olan programını, formunun zirvesinde olduğu bir yapımla sonlandıran Teksoy’un bundan sonraki planları arasında, yakın zamanda kurduğu şirketi “Teksoy Yapım” aracılığıyla prodüktörlüğe doğru kaymak ve değişik televizyon kanalları için drama programları çekmek var. “Pekiyi, şirketinizin hazırladığı bu yapımlarda siz de rol alacak mısınız?” diye sorduğumuzda, o konuda da fazlaca gönüllü olmadığı gözleniyor:

“Oyunculuğu düşünmüyorum. Belki çekeceğim bazı dizilerde, olaya renk katmak kabilinden kısa rollerde gözükebilirim. Ancak bundan daha fazlası olmayacak. Elimde çok iddialı senaryolar var ve bazı kanallardan da olumlu mesajlar aldım. Kısmetse, yakın bir zamanda ‘Bir Sadettin Teksoy Dizisi’ logosunu taşıyan birbirinden güzel yapımlar izleyeceksiniz.”

SADDAM ıLE ıLK RÖPORTAJ

Henüz 20’li yaşlarında olanlar için, Sadettin Teksoy, adı artık “Teksoy Görevde” programının logosuyla özdeşleşmiş olan bir ekran kişiliği. Onunla ilgili kafalardaki en popüler imaj ise kendisinin simgesine dönüşmüş olan sarı montu ve her programın sonunda parmağını ekrana doğru uzatarak “Ben Sadettin Teksoy” deyişi. Oysa ki Teksoy, televizyon çağında birdenbire ortaya çıkmış bir medya kahramanı değil. Genç kuşak tarafından ezbere bilinen bu meslekî döneminin öncesinde ise Hürriyet istihbarat servisinde geçen tamı tamına 18 yıllık bir yazılı basın macerası var. 1972 yılında Simavi grubu yayın organlarından Hafta Sonu gazetesinde muhabirliğe başlayan ünlü televizyoncu, iki yıllık magazincilikten sonra grubun lider yayın organı Hürriyet’e transfer olmuş ve ondan sonra da basınımızda benzerine kolay kolay rastlanamayacak bir meslekî istikrarla, emekli olana kadar bu gazetenin istihbarat servisi için çalışmış.

Teksoy’u piramitlerin koridorlarında ya da kuzey kutup bölgesinde namaz kılışıyla hatırlayan genç kuşaklar içinse bu dönem tam bir muamma. Ancak, o “Çok sağlam işler çıkardım” dediği yazılı basın yıllarını hâlâ büyük bir gururla anıyor. Sözgelimi, kendisi Türkiye’de devrik Irak lideri Saddam Hüseyin ile röportaj yapmayı başaran ilk Türk gazetecisi unvanına sahip. Saddam’ı gücünün doruğunda olduğu 1981 yılında, ıran-Irak savaşı başladığında ziyaret etmiş ve Hürriyet’teki editörler onunla yaptığı özel görüşmeden, bugünlere de ışık tutan şu mânidar cümleyi manşete çıkartmışlar: “Bu adaletsiz dünyada, sadece parası olanların sözü geçer!”

Onun dışında, Suudi makamlarının çok özel izniyle Kâbe’nin içine girişi ve Ramazan ayındaki bir programı için Kâbe kapısından anons yapması, meslekte unutamadığı anlar arasında yer alıyor. Ürdün Kralı Hüseyin ve eşi Nur’un Amman’daki görkemli evlilik törenini takip etmesi, eşi ve çocuklarıyla birlikte ıstanbul’a gizlice tatil yapmaya gelen ünlü Amerikalı aktör Michael Douglas’ın özel zırhlı minibüsüne, çevresindeki yarım düzine muhafızı atlatıp binmesi ve kendisiyle içeride ayaküstü de olsa bir söyleşi yapmayı başarması, Grönland Adası’ndaki uçsuz bucaksız buzul çölünde kıldığı şükür namazı ve Mısır’daki bir tapınakta karşısına çıkan 3500 yıllık helikopter rölyefi de rengarenk meslek hayatından ilk anda aklına gelen ilginç anılardan yalnızca bir kaçı…

ÇÖPLÜKTE ARANAN MıNıK BEDEN

“Pekiyi, bunca ilginç olay arasında üzüntüyle hatırladıklarınız da var mı?” diye sorduğumuzda ise kısa bir süre düşünüp şu cevabı veriyor:

“Hürriyet’te muhabirdim. bir kamyonet şoförünün yolda küçük bir çocuğa çarpıp sonra da onu yaralı hâlde ıstanbul-Halkalı’daki şehir çöplüğüne attığını haber aldım. şoförü kısa sürede yakalattık. Adam çocuğu nereye bıraktığını göstermek için polisler eşliğinde çöplüğe getirildi. Ama karşımızda stadyum büyüklüğünde bir çöp yığını vardı ve o da yaralıyı tam olarak nereye attığını bir türlü bulamıyordu. Bu olay benim gazetecilikteki en acılı günümdür. Üstümüzün kirlenmesine falan hiç aldırmadan, polislerle ve gönüllülerle birlikte gün boyunca çılgınlar gibi çöpleri karıştırdık. Fakat çocuğu bir türlü bulamadık. Belki biz oraya geldiğimizde hâlâ yaşıyordu, ancak kendisine ulaşamadığımız için öldü ve bedeni de çöpler arasında kaybolup gitti. Bu olayı her hatırlayışımda içim ezilir, insanların zalimliğine lanet ederim.”

* * *

‘SARI MONT’UN DEVıR-TESLıM TÖRENı

Sadetin Teksoy ile gerçekleştirdiğimiz bu söyleşinin en büyük bombası ise hiç kuşkusuz ki kendisinin görüşmeyi bitirdikten sonra yaptığı o muhteşem jestti.

Onunla çalıştığım yıllarda, medyanın pek tuttuğu ve kendisinden söz ederken sıklıkla kullandığı “gizem avcısı” sıfatını ben türetmiştim. Bu ortak hatıramızdan hareketle, Haziran 1994’deki ilk bölümden itibaren reyting rekorları kıran nice macerada üzerinde bulunan orijinal sarı montunu evinden getirtip bana armağan etti. Türkiye’nin ve dünyanın dört bir köşesini görmüş olan bu ünlü mont, sonradan yerini başkalarına bırakmış olsa da efsaneyi başlatan ilk ve orijinal örnek olması nedeniyle Türk televizyonculuk tarihinde de ayrıcalıklı bir yere sahip. Öyle ki ona sahip olmak için yollarda aracımızı durdurup Teksoy’a yalvaran nice program fanatikleri gördüğümü hatırlıyorum.

Kendisine, “Bu armağan bizi aşar, gerçek yeri Basın Müzesi olmalı” dedğimde ise “Yok, yok” dedi, “Son yıllarda Yeni şafak’ta ardarda hazırladığın, gerçekdışı dinsel inançların içyüzünü ortaya çıkartıp dindar kitleleri bilinçlendiren ‘Zamanda Yolculuk’ haberlerinden sonra ‘gizem avcısı’ sıfatını taşımaya artık sen hak kazandın. O yüzden, bunu bir on yıl da senin giymeni diliyorum. Bu mont üzerimdeyken seninle birlikte Meksika’ya, Peru’ya, Grönland’a, Mısır’a ve daha pek çok ülkeye gitmiştik. Program ekibimizin en güzel hatıraları bundan böyle sana emanettir.”

Eh, bizim de böyle bir ânı yaşadıktan sonra gözlerimizin dolmaması için taş kalpli olmamız gerekirdi. Öyle biri olmadığımız için, teşekkür edip Üstad’ın elini öperken gözlerimizde biriken yaşları ondan olabildiğince gizlemeye çalıştık.

* * *

BıLıNMEYENLERıYLE SADETTıNTEKSOY

- 20 Mart 1952 ıstanbul doğumlu.

- Baba tarafı Trabzonlu, anne tarafı ise Adanalı.

- Kamuoyunun hiç bilmediği bir ilk adı var: Mustafa.

- Balık burcu ve tam bir duygu adamı. Çok çabuk kırılıyor, aynı şekilde çabucak da mutlu olabiliyor.

- Ünlüleriyle tanınan Vefa Lisesi’nden mezun.

- Evli ve bir erkek çocuk babası. Oğlunun adı Efe.

- Hacı. Aynı zamanda da Kâbe’nin içini görebilen sayılı Türklerden.

- Her sabah işe gitmeden önce otomobilinde en az 15 dakika boyunca dua ediyor.

- Türkiye’de görmediği il ve ilçe yok.

- şimdiye kadar ziyaret ettiği ülkelerin kesin sayısını hatırlayamıyor; ancak toplam beş kez pasaport değiştirmiş. Henüz gidemediği bir düzine dolayında ülke kaldığını belirtiyor. Ki onlarda da savaş koşulları hüküm sürmekte…

- Özel hayatında gezip tozmaktan hiç hoşlanmıyor. Onu şimdiye kadar gece hayatında ya da davetlerde gören hiç kimse yok. En mutlu olduğu yer evi…

- Kebap türü yemekleri çok seviyor.

- Yemek pişirmek, en gözde hobisi. Mükemmel çif köfte yapıyor.

- Bir düzineye yakın meslekî başarı ödülü var.

- Medya câmiasındaki lâkabı, “Sado”…

-Gerçekte piçbir programında parmağını izleyicilere doğru uzatıp “Sokarım” demedi; ancak ünlü komedyen Levent Kırca’nın kendisini bu şekilde taklit etmesinden dolayı milyonların belleğinde“Sokarım” ifadesiyle yer etti.

- Bir tek Anadolu gezisinde ortalama 250 adet imzalı fotoğraf dağıtıyor. Yalnızca hayranlarıyla yazışmak ve yurt gezilerinde onlara bu tür küçük armağanlar vermek için yaptığı aylık harcama 1500-2000 YTL.

- Yalnızca Türkiye’de değil, Yunanistan’dan ıngiltere’ye, Fransa’dan Türkmenistan’a dek Türk kanallarının uydu anteniyle izlenebildiği ülkelerde yabancı hayranları da var.

- Özel hayatında son derece ciddi biri. Bu özelliği, onunla her an her koşulda makara yapılabileceğini düşünen kimi hayranlarının ciddi biçimde şaşkınlık yaşamasına neden oluyor.

- Meslek hayatı boyunca yalnızca bir kez takım elbise giyip kravat takmış; o da 1987’de evlenirken…

- Sıkı bir sinema tutkunu ve DVD koleksiyoncusu. Ancak, kalabalık bir ortama girdiğinde kendisine gösterilen aşırı ilgiden dolayı yeni filmleri sinema salonlarında izleyemiyor, DVD’lerinin çıkmasını bekliyor.

- Gardrobunda her zaman en az üç adet sarı senkli mont bulunuyor. Ayrıca, mevsime göre giydiği gri, yeşil ve kırmızı montları da var. Bunların tamamı yurt dışı gezilerinde alınma ve marka giysiler…

- ıngilizce ve Arapça biliyor.

- En büyük hayâlî uzaya çıkmak. Bunun için de atmosfer dışına yapılan uçuşların ucuzlamasını bekliyor.
 
Kayıt
19 Mayıs 2007
Mesajlar
320
Beğeniler
0
theilker2 demiş ki:
Türk özel televizyonculuk tarihinin eşi ve benzeri olmayan fenomen haber programı ‘Teksoy Görevde’, yapımcısı Sadettin Teksoy’un aldığı âni bir kararla ebediyen sona erdi.

Ünlü televizyon yıldızının bu kararı almasındaki gerekçe ise Türkiye’de ve dünyada, programının konseptine uygun yeni ve sıradışı konuların artık kolay kolay çıkmaması…

Toplam 400 bölüm yayımlanan programının kendi alanında erişilmez bir rekora imza attığını vurgulayan Teksoy bundan böyle kamera arkasına geçip dizi yapımcılığına yöneleceğini belirtirken, adıyla özdeşleşen efsanevî sarı montunu da programında üç yıl boyunca editörlük yapan Yeni şafak sinema yazarı Ali Murat Güven’e armağan etti.

Ali Murat Güven Teksoy'un bu anlamlı armağanını alınca bir hayli duygulandı. Güven, Teksoy ile ilgili tüm duygularını aşağıdaki haberde dile getirdi.

Ali Murat Güven’in haberi:

Miladı 1990 yılında Star’ın kuruluşu olarak kabul edilen Türk özel televizyonculuk tarihinde kelimenin tam anlamıyla bir devir kapandı ve bu kanalda 12 yıl boyunca izleyicilerine unutulmaz anlar yaşatan “Teksoy Görevde” programı, yapımcısı Sadettin Teksoy’un aldığı âni bir kararla bir daha ekranlara geri dönmemek üzere sona erdi.

Final bölümü kısa bir süre önce yayımlanan “Teksoy Görevde”nin bitiş kararını konuşmak üzere buluştuğumuz “ünlü gezgin ve macera adamı” (bu arada meslek hayatımın da dolu dolu üç yılını paylaştığım sevgili ağabeyim) Sadettin Teksoy, söze gayet kararlı bir ifadeyle, “Artık kesin olarak bitti” diyerek girdi. “Bu konsept doğrultusunda sevenlerime verebileceğim herşeyi verdim. Memlekette ayak basmadık yer bırakmadık; sosyal içerikli bölümlerimizle binlerce kişinin derdine devâ olduk, magazinel bölümlerimizle de ülkenin bütün tarihî ve turistik yerlerini defalarca ekrana getirdik. Yabancı ülkeler deseniz, Türkiye’de benim kadar gezmiş olan bir adamı zor bulursunuz. Son zamanlarda konseptime uygun, ilginç ve sıradışı konular bulmakta cidden güçlük yaşamaya başladım ve 12 yıllık bir maratondan sonra bu maceraya artık son noktayı koymaya karar verdim. Rating deseniz rating, ödül deseniz ödül, halkın sevgisi deseniz âdeta bir çağlayan gibi… Velhasıl, bu 12 yıl içinde kırabileceğimiz her türlü rekoru kırdık ve omuzumuzda yeni bir apolete yer kalmadı artık. O hâlde tadında bırakmayı da bilelim.”

“Teksoy Görevde”nin ekranlara vedâsı da şanına yaraşır bir kalitede oldu ve ünlü yapımcı, programına son noktayı -ön araştırmasında, çekimlerinde, seslendirme metninde bizim de bir miktar tuzumuz bulunan- iki bölümlük müthiş bir Mısır belgeseliyle koydu. Artık bir televizyon efsanesine dönüşmüş olan programını, formunun zirvesinde olduğu bir yapımla sonlandıran Teksoy’un bundan sonraki planları arasında, yakın zamanda kurduğu şirketi “Teksoy Yapım” aracılığıyla prodüktörlüğe doğru kaymak ve değişik televizyon kanalları için drama programları çekmek var. “Pekiyi, şirketinizin hazırladığı bu yapımlarda siz de rol alacak mısınız?” diye sorduğumuzda, o konuda da fazlaca gönüllü olmadığı gözleniyor:

“Oyunculuğu düşünmüyorum. Belki çekeceğim bazı dizilerde, olaya renk katmak kabilinden kısa rollerde gözükebilirim. Ancak bundan daha fazlası olmayacak. Elimde çok iddialı senaryolar var ve bazı kanallardan da olumlu mesajlar aldım. Kısmetse, yakın bir zamanda ‘Bir Sadettin Teksoy Dizisi’ logosunu taşıyan birbirinden güzel yapımlar izleyeceksiniz.”

SADDAM ıLE ıLK RÖPORTAJ

Henüz 20’li yaşlarında olanlar için, Sadettin Teksoy, adı artık “Teksoy Görevde” programının logosuyla özdeşleşmiş olan bir ekran kişiliği. Onunla ilgili kafalardaki en popüler imaj ise kendisinin simgesine dönüşmüş olan sarı montu ve her programın sonunda parmağını ekrana doğru uzatarak “Ben Sadettin Teksoy” deyişi. Oysa ki Teksoy, televizyon çağında birdenbire ortaya çıkmış bir medya kahramanı değil. Genç kuşak tarafından ezbere bilinen bu meslekî döneminin öncesinde ise Hürriyet istihbarat servisinde geçen tamı tamına 18 yıllık bir yazılı basın macerası var. 1972 yılında Simavi grubu yayın organlarından Hafta Sonu gazetesinde muhabirliğe başlayan ünlü televizyoncu, iki yıllık magazincilikten sonra grubun lider yayın organı Hürriyet’e transfer olmuş ve ondan sonra da basınımızda benzerine kolay kolay rastlanamayacak bir meslekî istikrarla, emekli olana kadar bu gazetenin istihbarat servisi için çalışmış.

Teksoy’u piramitlerin koridorlarında ya da kuzey kutup bölgesinde namaz kılışıyla hatırlayan genç kuşaklar içinse bu dönem tam bir muamma. Ancak, o “Çok sağlam işler çıkardım” dediği yazılı basın yıllarını hâlâ büyük bir gururla anıyor. Sözgelimi, kendisi Türkiye’de devrik Irak lideri Saddam Hüseyin ile röportaj yapmayı başaran ilk Türk gazetecisi unvanına sahip. Saddam’ı gücünün doruğunda olduğu 1981 yılında, ıran-Irak savaşı başladığında ziyaret etmiş ve Hürriyet’teki editörler onunla yaptığı özel görüşmeden, bugünlere de ışık tutan şu mânidar cümleyi manşete çıkartmışlar: “Bu adaletsiz dünyada, sadece parası olanların sözü geçer!”

Onun dışında, Suudi makamlarının çok özel izniyle Kâbe’nin içine girişi ve Ramazan ayındaki bir programı için Kâbe kapısından anons yapması, meslekte unutamadığı anlar arasında yer alıyor. Ürdün Kralı Hüseyin ve eşi Nur’un Amman’daki görkemli evlilik törenini takip etmesi, eşi ve çocuklarıyla birlikte ıstanbul’a gizlice tatil yapmaya gelen ünlü Amerikalı aktör Michael Douglas’ın özel zırhlı minibüsüne, çevresindeki yarım düzine muhafızı atlatıp binmesi ve kendisiyle içeride ayaküstü de olsa bir söyleşi yapmayı başarması, Grönland Adası’ndaki uçsuz bucaksız buzul çölünde kıldığı şükür namazı ve Mısır’daki bir tapınakta karşısına çıkan 3500 yıllık helikopter rölyefi de rengarenk meslek hayatından ilk anda aklına gelen ilginç anılardan yalnızca bir kaçı…

ÇÖPLÜKTE ARANAN MıNıK BEDEN

“Pekiyi, bunca ilginç olay arasında üzüntüyle hatırladıklarınız da var mı?” diye sorduğumuzda ise kısa bir süre düşünüp şu cevabı veriyor:

“Hürriyet’te muhabirdim. bir kamyonet şoförünün yolda küçük bir çocuğa çarpıp sonra da onu yaralı hâlde ıstanbul-Halkalı’daki şehir çöplüğüne attığını haber aldım. şoförü kısa sürede yakalattık. Adam çocuğu nereye bıraktığını göstermek için polisler eşliğinde çöplüğe getirildi. Ama karşımızda stadyum büyüklüğünde bir çöp yığını vardı ve o da yaralıyı tam olarak nereye attığını bir türlü bulamıyordu. Bu olay benim gazetecilikteki en acılı günümdür. Üstümüzün kirlenmesine falan hiç aldırmadan, polislerle ve gönüllülerle birlikte gün boyunca çılgınlar gibi çöpleri karıştırdık. Fakat çocuğu bir türlü bulamadık. Belki biz oraya geldiğimizde hâlâ yaşıyordu, ancak kendisine ulaşamadığımız için öldü ve bedeni de çöpler arasında kaybolup gitti. Bu olayı her hatırlayışımda içim ezilir, insanların zalimliğine lanet ederim.”

* * *

‘SARI MONT’UN DEVıR-TESLıM TÖRENı

Sadetin Teksoy ile gerçekleştirdiğimiz bu söyleşinin en büyük bombası ise hiç kuşkusuz ki kendisinin görüşmeyi bitirdikten sonra yaptığı o muhteşem jestti.

Onunla çalıştığım yıllarda, medyanın pek tuttuğu ve kendisinden söz ederken sıklıkla kullandığı “gizem avcısı” sıfatını ben türetmiştim. Bu ortak hatıramızdan hareketle, Haziran 1994’deki ilk bölümden itibaren reyting rekorları kıran nice macerada üzerinde bulunan orijinal sarı montunu evinden getirtip bana armağan etti. Türkiye’nin ve dünyanın dört bir köşesini görmüş olan bu ünlü mont, sonradan yerini başkalarına bırakmış olsa da efsaneyi başlatan ilk ve orijinal örnek olması nedeniyle Türk televizyonculuk tarihinde de ayrıcalıklı bir yere sahip. Öyle ki ona sahip olmak için yollarda aracımızı durdurup Teksoy’a yalvaran nice program fanatikleri gördüğümü hatırlıyorum.

Kendisine, “Bu armağan bizi aşar, gerçek yeri Basın Müzesi olmalı” dedğimde ise “Yok, yok” dedi, “Son yıllarda Yeni şafak’ta ardarda hazırladığın, gerçekdışı dinsel inançların içyüzünü ortaya çıkartıp dindar kitleleri bilinçlendiren ‘Zamanda Yolculuk’ haberlerinden sonra ‘gizem avcısı’ sıfatını taşımaya artık sen hak kazandın. O yüzden, bunu bir on yıl da senin giymeni diliyorum. Bu mont üzerimdeyken seninle birlikte Meksika’ya, Peru’ya, Grönland’a, Mısır’a ve daha pek çok ülkeye gitmiştik. Program ekibimizin en güzel hatıraları bundan böyle sana emanettir.”

Eh, bizim de böyle bir ânı yaşadıktan sonra gözlerimizin dolmaması için taş kalpli olmamız gerekirdi. Öyle biri olmadığımız için, teşekkür edip Üstad’ın elini öperken gözlerimizde biriken yaşları ondan olabildiğince gizlemeye çalıştık.

* * *

BıLıNMEYENLERıYLE SADETTıNTEKSOY

- 20 Mart 1952 ıstanbul doğumlu.

- Baba tarafı Trabzonlu, anne tarafı ise Adanalı.

- Kamuoyunun hiç bilmediği bir ilk adı var: Mustafa.

- Balık burcu ve tam bir duygu adamı. Çok çabuk kırılıyor, aynı şekilde çabucak da mutlu olabiliyor.

- Ünlüleriyle tanınan Vefa Lisesi’nden mezun.

- Evli ve bir erkek çocuk babası. Oğlunun adı Efe.

- Hacı. Aynı zamanda da Kâbe’nin içini görebilen sayılı Türklerden.

- Her sabah işe gitmeden önce otomobilinde en az 15 dakika boyunca dua ediyor.

- Türkiye’de görmediği il ve ilçe yok.

- şimdiye kadar ziyaret ettiği ülkelerin kesin sayısını hatırlayamıyor; ancak toplam beş kez pasaport değiştirmiş. Henüz gidemediği bir düzine dolayında ülke kaldığını belirtiyor. Ki onlarda da savaş koşulları hüküm sürmekte…

- Özel hayatında gezip tozmaktan hiç hoşlanmıyor. Onu şimdiye kadar gece hayatında ya da davetlerde gören hiç kimse yok. En mutlu olduğu yer evi…

- Kebap türü yemekleri çok seviyor.

- Yemek pişirmek, en gözde hobisi. Mükemmel çif köfte yapıyor.

- Bir düzineye yakın meslekî başarı ödülü var.

- Medya câmiasındaki lâkabı, “Sado”…

-Gerçekte piçbir programında parmağını izleyicilere doğru uzatıp “Sokarım” demedi; ancak ünlü komedyen Levent Kırca’nın kendisini bu şekilde taklit etmesinden dolayı milyonların belleğinde“Sokarım” ifadesiyle yer etti.

- Bir tek Anadolu gezisinde ortalama 250 adet imzalı fotoğraf dağıtıyor. Yalnızca hayranlarıyla yazışmak ve yurt gezilerinde onlara bu tür küçük armağanlar vermek için yaptığı aylık harcama 1500-2000 YTL.

- Yalnızca Türkiye’de değil, Yunanistan’dan ıngiltere’ye, Fransa’dan Türkmenistan’a dek Türk kanallarının uydu anteniyle izlenebildiği ülkelerde yabancı hayranları da var.

- Özel hayatında son derece ciddi biri. Bu özelliği, onunla her an her koşulda makara yapılabileceğini düşünen kimi hayranlarının ciddi biçimde şaşkınlık yaşamasına neden oluyor.

- Meslek hayatı boyunca yalnızca bir kez takım elbise giyip kravat takmış; o da 1987’de evlenirken…

- Sıkı bir sinema tutkunu ve DVD koleksiyoncusu. Ancak, kalabalık bir ortama girdiğinde kendisine gösterilen aşırı ilgiden dolayı yeni filmleri sinema salonlarında izleyemiyor, DVD’lerinin çıkmasını bekliyor.

- Gardrobunda her zaman en az üç adet sarı senkli mont bulunuyor. Ayrıca, mevsime göre giydiği gri, yeşil ve kırmızı montları da var. Bunların tamamı yurt dışı gezilerinde alınma ve marka giysiler…

- ıngilizce ve Arapça biliyor.

- En büyük hayâlî uzaya çıkmak. Bunun için de atmosfer dışına yapılan uçuşların ucuzlamasını bekliyor.


senın bı versıyonuna ne oldu ban mı :lolmuch:
 
Yukarı Alt