Kayıt
4 Ekim 2007
Mesajlar
2.262
Beğeniler
3
Şehir
Lise
i1.jpg



Dörtlülerimizi yakalım

Oyuna ısınmak için öncelikle NFS ile bildiklerimin bir kısmını unutmam gerekti. Çünkü modifiyeli sokak arabalarıyla asfaltı ağlattığım geceler artık yoktu. Daha beteri açılışta oyunda bana eşlik edecek olan güzel hanımı da çok bekledim ama gelmedi. Onun yerine görsel olarak başarılı sayılabilecek retro-urban çizgisine sahip ama son derece kullanışsız ve tekdüze menülerle başbaşa kaldım. Oyuna gözlerimi açmamla beraber EA beni çevrim içi ortamlarına davet etti, ben de onu kırmadım. Anladım ki serinin bu ayağında çevrim içi hasımlarımızla çok içli dışlı olacaktık. Gerçekten de EA bu noktada seriyi bir adım ileri götürmüş ve çok detaylı bir çevrim içi oyun düzeni kurmuştu. Ama ben hala Cross gibi azılı bir polisin nefesini ensemde hissetmenin umuduyla menülerde aranmaya devam ettim.


i3.jpg



Sağa çekip kaputu açalım

Öncelikle NFS ismini aklımdan sildim, ön yargılarımı da bir kenara bıraktım ve önceki oyunlardan artık aşina olduğum üzere kariyer moduna başladım. Bana ilk sorulan soru ne miktarda sürüş yardımı almak istediğim şeklinde oldu. Serinin daha önceki oyunlarında bu detay sadece küçük bir ayarken daha kariyer moduna başlarken agresif bir biçimde oyunun bu soruyu bana dayatmasının tek bir anlamı olabilirdi o da sürüş dinamiklerinin ciddi şekilde değişmiş olabileceği idi



Motor su kaynatmış!

Artık klişeleşmiş NFS senaryosunun özü olan en dipten başlayıp yolların (artık pistlerin) kralı olma peşindeki hayalime yeniden sarıldım dört elle. Şehirde dolanıp o yarış senin bu yarış benim günlerim sona ermişti. Artık daha ciddi bir yarışcı olarak pistlerin tozunu alacaktım. Drag, Drift, Sprint(Grip), Time Attack benzeri yeni adlar eski tadlar şeklindeki yarışlar yerli yerindeydi üstelik sokaklardan aşina olduğum araçların sayısı artarak aynen piste taşınmışlardı. Ne var ki kariyer modunda artık yarış günleri vardı ve yarış günlerindeki farklı yarış tiplerine farklı düzenekli araçlarla katılmak gerekiyordu. Örneğin drag için ayarlanmış bir arabayı aynı yarış günü içinde drif için kullanamıyordum. Bu değişiklikten hiç rahatsız olmadım hatta mantıklı ve oturmuş bir sistem gibi geldi. Değişik düzenekli araçlara bağlı olarak araçların üzerinde yapabilceğim modifikasyon ve tuning seçenekleri gerçekten çok gelişmiş ve hayli başarılı olmuştu. Eski günlerin hatırına diğer yarışçılarla aynı anda ve aynı pistte en iyi tur zamanı için yarışmaya başlarken oyun tablamın gaz tuşuna kesik kesik asıldım. Araçlar gerçekten de çok ihtişamlı gözüküyorlardı. Gözümde grafikler konusunda sınıfta kalan Carbondan sonra Prostreetde böyle güzel araç modelleri ve kaplamaları beklemiyordum doğrusu. Keşke pist ve çevre detayları içinde aynısını söyleyebilseydim. Yarış gününden önce şöyle bir göz atıp beğendiğim müzikler de her telden yarış severin zevklerine hitap edebilecek zenginlikte ve çeşitteydi. Yarışırken uyutmuyorlardı. Yarış başlarken her NFSde yaptığım gibi startı veren güzel hanımın üzerine direksiyonumu kırdım ve temas etmemle beraber bir anda yok olmasını tebessümle karşıladım.



i4.jpg



Gürültülü motor sesleri arasında yaklaşık 150km/saat hızla ilk ciddi virajıma girdim. Bu virajda iki şeyle tanıştım: İlki hiç de fena olmayan hasar modellemesi ikincisi ise saçma sapan sürüş dinamikleri. Sen tut onca araca farklı motor sesleri ve birbirinden farklı sürüş dinamikleri yap ama bir tanesi bile hedefini bulamasın. Ne arcade diyebildim ne de simülasyon. Öyle iki arada bir derede kalmış, ne yapmak istediğinden emin olamamış, keyif vermekten çok uzak bir sürüş deneyimi hakimdi oyuna. Üstelik ilerleyen kariyerim ve yeni arabalarım hatta farklı düzeneklerimle bile değişen bir şey olmadı. Ayrıca yapımcı resmen klavye ve dijital kontrolör kullanan bütün yarış severleri es geçmişti. Çünkü oyunun kontrollerinin hakkını verebilmek için bariz bir şekilde debriyaj pedallı ve manuel vitesli bir yarış direksiyonuna sahip olmanız gerekiyordu. Sürüş dinamiğinin yarattığı hayal kırıklığı karşısında hasar modellemesi ise gerçekten iyiydi. Elbette bir Burnout değildi ama seride en son rastladığımız Hot Pursuit 2nin ilkel hasar modellemesinin üzerine çok şey konmuştu. Yarışırken dikkatimi çeken ve sinirlerimi yavaş yavaş oynatmama sebep olan esas şeyse oyundaki karakterimin adını her on saniyede bir ağzına alan geveze DJ idi. Artık nasıl bir yapay karakteri varsa her yarışda ağzına aldığı tek isim benim karakteriminkiydi. Evet Ryan Cooper bugün çok ateşli, Ryan Cooper fena dağıttı arabayı, Herkesin sevdiği yüce insan Ryan Cooper...Sanki benden başka yarışçı yoktu pistte. Bütün atmosferi baltalayan bu adamı sanal arabamdan inip kafamı monitöre sokmak suretiyle azına azına vurmamak için her yenildiğim yarışta arada bir monitörden uzaklaşıp hava almak zorunda kaldım. Pistler ise temelinde güzel hazırlanmışlardı ancak hiçbiri keskin bir karakteristik özellik taşımıyordu. Yolun kenarına geçip pistin etrafına baktığımda hissetiğim tek şey koskoca bir hiçliğin ortasına yerleştirilmiş olduğuydu. Üstelik genelde hepsi düz bir satıh üzerindeydi ve herhangi bir eğimli viraja sahip olmayan ya da fazla düşünmemi gerektirmeyen bir yapıya sahipti. Fazla düşünmemi gerektirmeyen bir diğer şey ise rakiplerimdi. Önceki oyunlarda olduğu gibi geride kalmamak için fizik dışı hızlara çaktırmadan çıkan rakiplerim yerli yerindeydi. Ancak yol kesmek, geniş virajlarda içerden beni geçmek, sıkıştırmak, gerektiğinde hafif çarparak pist dışına yollamak gibi becerilerin hiçbirine sahip değillerdi.Tüm bunlara tuz biber olarak bir süre sonra birbirinden çok da farklı olmayan pistlerde benzer yarış günlerini tekrak tekrar yapmak oldukça sıkıcı bir iş haline geldi. Bunun üzerine üzerine aradığımı bulamamanın verdiği yenilmişlik duygusuyla çevrim içi pistlere direksiyonumu kırdım.


Platin meme yapmış!

Çevrim içi modunda kendi yarış günlerimi ve yarışlarımı düzenleyip, ödül ve kurallarını belirleyebiliyordum. Aynı şekilde başkalarının hazırladıklarına da katılabiliyordum. Canlı yarışlara katılmanın yanında bu yarış günlerine de katılıp canlı olmasına gerek kalmadan günün sonunda en çok puanı almak üzerine kurulu bir sistem vardı. Ne var ki kimse genelde pek çevrim içi değildi ve oyuncuların düzenlediği bu yarış günlerinin lider tabloları sürekli boştu. Karmakarışık duygular içerisinde oyunu belki de son kez olmak üzere kapattım.

Biri çekici çağırsın!

Evet, işte böyle sevgili okur. Bu incelemenin cümleleri hep geçmiş zamanda olabilir. Bunun nedeni Need for Speed ruhuyla pek alakası olmayan bu oyunu bir an önce geçmişte bırakmak istemem aslında. Need for Speed isminin ruhu ve niteliklerini bir köşeye bırakacak olursak Prostreet aslında hiç de kötü bir oyun değil. Ancak gerçekten ne bir yola ne de diğerine gidememiş, arcade ve simülasyon arasında tam bir bocalama olarak kalmış. Sürüş dinamiklerinin yetersizliği oynanışdan çok şey çalmış. Araba sürdüğünüzü değilde şehir hatları vapuru kullandığınızı hissedebilirsiniz çoğu zaman. Buna rağmen oyunun içindeki araç tipleri ve üzerlerinde yapabileceğiniz görsel ve performans değişiklikleri gerçekten çok zengin olmuş. Sırf bu araçları kendi zevkinize göre yaptığınız değişikliklerle yarışırken görmek bile sizi yeterli bir süre idare edecektir. Carbondan sonra NFS serisinin geleceği için temenni ettiğim hiç bir gelişmeyi görebilmek bir yana dursun serinin bambaşka bir yöne gitmeye çalışmasına tanık olmak benim için oldukça şaşırtıcı bir deneyim oldu. Ne diyelim kısmet bir dahaki sefere.
 
Kayıt
11 Mayıs 2007
Mesajlar
278
Beğeniler
0
ellerine saglık bir kere demosunu oynadım nasıl diye nefret ettim ömrümde böyle karmasık bir oyun görmedim neyse analtım süper acıklamalar güsel tekrar ellerine saglık dostum
 
Yukarı Alt