Kayıt
28 Ocak 2013
Mesajlar
119
Beğeniler
15
KAVGACI ÖRDEK
Bir ördek varmış, çok kavgacıymış. Kimseyle arkadaş olmaz, kavga edecek birini ararmış. Göl çevresinde yaşayan ördekler arasında kavga etmediği yokmuş. Bundan dolayı adı kavgacı ördeğe çıkmış.
Ördekler aralarında toplantı yapmışlar ve beş kişilik bir heyet seçmişler. Heyet, kurnaz tilkiye giderek ondan yardım isteyecekmiş. Kurnaz tilki epey bir para alarak işi kabul etmiş ve ertesi gün kavgacı ördeği aramaya başlamış. Kavgacı ördeği bir ördekle kavga ederken bulmuş.

Kurnaz tilki araya girerek, kavgacı ördeğe çıkışmış. Kavga edip duracağına babanın bana olan borcunu ödesen iyi edersin, demiş.
Bunun üzerine kavgacı ördek: “ Ne borcu? Babam bana bu borçtan söz etmemişti. Babamın sana borcu mu vardı? “ diye sormuş.
Tilki: “ Tabi vardı. İki yıl önce şimdi senin oturduğun evi baban hangi parayla aldı sanıyorsun? Benim verdiğim borç parayla. Baban taksitler halinde borcunu ödüyordu ya geçen yıl ölünce ödemeler durdu. Sen üzgünsün diye rahatsız etmedim. Kalan borcu öde yoksa evini elinden alırım. “ demiş.

“ Yazılı kâğıt, borç senedi falan yok mu? “
“ Yok. Baban, sözüm senettir, demişti. Aramızda karşılıklı güvene dayalı bir anlaşma vardı. “
“ Benim de sözüm senettir. Eğer gerçekten böyle bir anlaşma varsa borcu öderim ama taksitleri ne zaman ödemeye başlarım bunu bilemem. “
“ Gel seninle bir anlaşma yapalım, ördek kardeş. Sen iki yıl kavgaya karışma, kimseyle kavga etme, ben bu borcu ödenmiş sayacağım. “
“ Tamam, olur, anlaştık. “
Kavgacı ördek iki yıl boyunca kavgaya karışmamış, kimseyle kavga etmemiş. Böylelikle tilkiye babasının olmayan borcunu ödemiş olmuş. Zaten iki yıl sonunda kavgasız bir hayatın daha kolay yaşandığını fark edip, gereksiz kavga etmekten kaçınmış.

SON


BECERİKSİZ CİN
Salim adında genç bir adam günün birinde yalnız yaşadığı evinin tavan arasında mantarlı bir şişe bulmuş. Şişenin boyu bir karıştan daha uzunmuş. Şişeyi almış, aşağı inmiş, tozlu şişeyi sabunlu suyla bir güzel yıkamış. Şişenin mantarını uzun uğraşlardan sonra açmayı başarmış. Şişeden cin çıkmış: “ Ey sahip, benden ne dilersen yerine getiririm. “ demiş.

Salim şaşkınlığını üzerinden attıktan sonra bir dilek dilemiş: “ Ey cin, şu odanın ortasına on altın at bakalım. “ demiş.
“ On altın hemen gelsin. “ demiş cin ama altınların şıngırtısı duyulmuş, kendisi yok.

Cin: “ Ey sahip, bu benim ilk işim olduğu için, böyle oldu. Yoksa ben ne dersem, olur. Sen bir şey daha iste, bak nasıl başaracağım. “
Salim: “ Takma kafana, cin. Sen şimdi kuş sütünün bile olduğu bir sofra getir. “

“ Sofra hemen gelsin. Kuş sütü de olsun. “ demiş cin ama aradan zaman geçmiş, sofra gelmemiş. Tavan arasında bir tıkırtı olmuş ya Salim önemsememiş. Koca cin odanın ortasına oturup ağlamaya başlamış
“ Ben ne beceriksiz bir cinim! Bir sofra getiremedim. Yazıklar olsun bana, “ diyerek ağlamış, dövünmüş. Daha sonra Salim, cini bahçeye çıkarmış. Cin, çeşmede yüzünü yıkamış, üzüntüsü biraz dağılır gibi olmuş:
“ Becerikli cin, başaran cin, azimli cin, bir de burada dene bakalım. Sofra iste. “
“ Olur sahip. İçinde kuş sütü de bulunan sofra hemen gelsin. “ demiş cin ve sofra bahçenin orta yerine kurulmuş.
Cin: “ Başardım, başardım. “ diye bağırmış.
Salim: “ Bak gördün mü? Azmettin, başardın. Seni kutluyorum. “ demiş ve en güzel yemeklerden tabaklar dolusu yemiş. Salim yüz altın istemiş, gelmiş. Daha sonra cin izin istemiş ve şişeye girmiş, Salim de şişenin mantarını kapatmış.

Ertesi gün, daha ertesi gün Salim, cini çağırmış, durmuş. Bahçede cinin olsun dedikleri oluyormuş da, evde istedikleri olmuyormuş. Aradan birkaç hafta geçmiş ki, şişe ortadan kaybolmuş. Bu arada Salim cinden gelen altınlarla servet sahibi olmuş. Salim, cinin evde başarısız olmasından dolayı kayıplara karıştığını düşünüyormuş. Uzun süredir kafasını kurcalayan sorunun cevabını araştırmaya karar vermiş. Evin iki odasını ve mutfağını en ince detaylarına kadar gözden geçirmiş. Sonra tavan arasına çıkmış. Bir de ne görsün? Tavan arası altınlarla ve hazır sofralarla doluymuş. Cinin evdeyken istedikleri gelmiş ama tavan arasında kalmış, aşağı odaya inmemiş. Salim tavan arasındaki yer tahtalarından birkaçını çıkarınca altında bir balıkçı ağı olduğunu görmüş. Daha altta yine tahtalar varmış ve bu tahtalar alt kattaki odanın tavanıymış.

Kısacası yıllar önce bu evi yapanlar, alt kattaki odanın tavanını çift kat tahta yaptırmışlar ve ortasına balık ağı germişler. Neden bunu böyle yaptınız diye onlara sormak lazımmış.
Salim bahçede gelen altınları kendine ayırmış. Tavan arasında bulduğu altınları fakirlere dağıtmış. Bu evde oturmaya devam etmiş. Daha sonra genç ve güzel bir kızla evlenmiş. Zamanla dört çocuğu olmuş. Çocuklarına mantarlı şişeden çıkan cinin hikâyesini her fırsatta anlatmış.

SON


KAPLUMBAĞANIN İKİNCİ EVİ
Kaplumbağanın biri, ev kiralamak için, aslanın emlak bürosuna gitmiş. Tilki, kurt ve sırtlan da oradaymış. Nasılsın, iyi misin faslından sonra kaplumbağa niyetini aslana söylemiş. Oradakiler buna çok şaşırmışlar.

Aslan: “ Bir yaşıma daha girdim. Senin sırtında evin var ya kaplumbağa kardeş. Neden kira vereceksin? Bütün her yer senin evin. İstediğin yerde durur, evine çekilirsin. “

Kaplumbağa: “ Onun orası öyle de, işe girdim, bir villanın bahçesinde bahçıvanlık yapıyorum. Kazancım yerinde. Ben de sizin evleriniz gibi iki oda, bir salonu bulunan ve mutfağı olan bir ev istiyorum. Böyle evlerin kirası ne kadar? "

Kaplumbağanın isteğini haklı bulan aslan: “ Madem işe girdin, kazanıyorsun, geniş bir evde oturmak senin hakkın. Ne kadar kira verebilirsin? “ diye sormuş.
Kaplumbağa: “ Otuza kadar kiralık ev arıyorum. “ demiş.
Aslan: “ Otuz mu? Otuza çok güzel evler var. Bahçe içinde, tek katlı, süper evler. Sırtlan, sen git kaplumbağayla otuz kira istenen iki evi de göster. Hangisini beğenirse orayı tutsun. “ demiş.
Kaplumbağa ile sırtlan dışarı çıkmışlar ve yürümeye başlamışlar. Sırtlan kaplumbağaya ayda ne kadar kazandığını sormuş. Seksen cevabını alınca da, yani her ay elliyi kenara koyacaksın, demiş.
Kaplumbağa: “ Öyle. Zaten biraz birikmişim var. Şimdi tutacağım evi beğenirsem, ilerde satın almak istiyorum. “ demiş.
Kaplumbağa iki evi de görmüş ve ilk gördüğü evi kiralamış. Bir gün işteyken kaplumbağanın evine hırsız girmiş ve birikmiş parayı alıp, gitmiş. Açılamaz denilen çelik kasa bomboşmuş. Kaplumbağa kıvranmaya başlamış. O gece hiç uyuyamamış. Ertesi gün işte çalışırken, çalınan paralarını düşünmüş. Kimselere de söyleyememiş, alay ederler diye korkuyormuş. Olayı çözmeye, hırsızı bulmaya karar vermiş.

“ Kim benim evime girer, kasayı zorlanmadan açar ve paralarımı çalar? “
Para biriktirdiğinden sadece emlakçıda bahsetmiş. O gün bu evi kiralarken emlakçı aslan, tilki, kurt ve sırtlan bunu duymuş. Sonra sırtlanla ev görmeye gitmiş. Sırtlanla konuştukları aklına gelmiş. Sırtlan kazancıyla yakından ilgilenmiş. Şüpheliler arasında sırtlan birinci sırada yer almış.
Kaplumbağa sırtlanın babasını bulmuş, olanları anlatmış. Baba, kaplumbağanın şüphesini haklı bulmuş. Oğlu eski kasa hırsızıymış ama aslanın emlak bürosunda çalışıyormuş. Demek ki, eski günlere bir dönüş varmış. Sırtlan evine gelince babası ona çok kızmış. Yaptığının yanlış olduğunu söylemiş. Sırtlan kaplumbağadan utanmış, özür dilemiş ve parasını geri vermiş.
Az kazandım, çok kazanmış. Onun birikimi varmış, benim yokmuş. Sen de çok çalış veya daha iyi bir iş bul. Sakın başkasının parasına, malına el uzatma. Hak etmediğin parayı alma. Para, çaba sarf edilerek, alın teri dökerek kazanılır. Öyle kolay yoldan para kazanma devri geçti.

SON




HAMSİ İLE YILAN BALIĞI
Hamsinin biri, Karadeniz’de gezip duruyormuş. Bir gün bu hamsinin peşine yılan balığı takılmış. Hamsi saatlerce kaçmış. Arada bir yılan balığı hamsinin arkasından bağırıyormuş: “ Dur hamsi, beni yorma. Seni beğendiğim için, yemek istiyorum. “

Daha sonra yılan balığı dar bir kovukta hamsiyi kıstırmış: “ Hamsi, dışarı çık! Seni yemek istiyorum. “
“ Benim adım hamsi ama beni öyle kolayca yiyemezsin. Ne tavaya yatarım ne buğulamaya otururum. Dişlere şimşek çaktırırım, midelere yıldırım düşürürüm. Mide dedim de benim eskiden bir midye arkadaşım vardı. Kim bilir şimdi nerededir? “
“ Konuyu değiştirme. Seni mutlaka yemem lazım. Benim yemek isteğimi köreltmeye çalışıyorsun. “
“ Olur mu öyle şey? Sen bıçak mısın ki taşa sürteyim de körelesin. Bana bak balık yılanı, hamsiyi tersten okusan ismah dersin. İsmah tehlike demektir yani ben tehlikeliyim. Senin adın tersten okunduğunda ığılab nalıy ortaya çıkar. “
“ O dediğinin anlamı nedir? “
“ Her şeyi bilmek zorunda mıyım? Çok merak ediyorsan bir sözlük al, anlamını öğren. “
“ Tamam, ben bir sözlük almaya gidiyorum. Ama sen beni burada bekle. Gidersen çok kızarım. “
“ Oldu, beklerim. Sen hiç merek etme. Döndüğünde beni burada bulacaksın.”
Yılan balığı gözden kaybolduktan bir saniye sonra hamsi ters yöne kaçmış. Aya giden füze hamsinin hızı karşısında yavaş kalırmış.

SON


MASALCI TİLKİ İLE PALAMUT BALIĞI VE HAMSİ
Masalcı bir tilki varmış. İyilikleri anlatan, maceralı masallar yazarmış. Yazdıklarını kitap olarak hazırlar ve okuyucunun ilgisine sunarmış. Masalcı tilkinin yazdıkları bir yayınevinin dikkatini çekmiş. Yayınevi sahibi, masalcı tilki ile konuşmuş, anlaşmış ve bol resimli, on tane masal kitabından pek çok adet basarak masalların daha geniş kitleler tarafından okunmasını sağlamış. Aradan bir süre geçmiş ve diğer yayınevleri de masalcı tilkinin masallarını birer, ikişer yayınlamaya başlamışlar. Bu güzel masallara ilgi giderek çoğalmış.

Masalcı tilki bir gün yavrusu Tilik ile deniz kıyısında taşların üstünde oturmuş, konuşuyorlarmış. Masalcı tilki anlatıyormuş: “ Bak yavrum, hayat bulutlara benzer, bir rüzgârda dağılır. Biz bu hayatta bir bulut olduğumuzu farz edelim. Bir rüzgârda dağılmamak için, yere sağlam basmalıyız. Güçlü olmalıyız. Bu güç beden gücü ve beyin gücüdür. Bedenimizi güçlendirmek için, yürürüz, koşarız, spor yaparız. Beynimizi güçlendirmek için, kitap okuruz. Masallar, yavrular için çok değerlidir. Onlara hayatın gerçeklerini anlatır. Hayata hazırlar. Tilik istersen sana bu sabaha karşı yazdığım bir masalı okuyayım. “

“ Olur, baba, oku, ben dinlerim. Sen bana bu yazdığın masalları okurken, hatalar, yanlışlar varsa fark ediyorsun, değil mi? “

“ Aynen öyle oluyor. Masallar genelde, bir varmış, bir yokmuş diye başlar. Dikkat edersen benim masallarım öyle başlamaz çünkü bunlar özgün masallar. Bu masalda bir varmışlı başlamıyor. “

Masalcı tilki daha sonra masalı okuyup bitirmiş. Masal, Tilik’in çok hoşuna gitmiş. Dinleyen buldu ya masalcı tilki, bir tane de geçen gün yazdığım bir masal vardı. Onu okuyayım, demiş ve okumaya başlamış. Masal bittikten sonra oluşan sessizliği alkışlar bozmuş: “ Çok güzel, çok güzel masallar bunlar, “ diye bağıran ve alkışlayan deniz kıyısındaki palamut balığıymış.

Masalcı tilki ve Tilik, çok şaşırmışlar. Palamut balığı konuşmasına şöyle devam etmiş: “ Masalcı, okuduğun iki masalı dinledim. Güzeldiler, beğendim. Benim de anlatacak bir masalım var, “ demiş ve anlatmaya başlamış: “ Çok eskiden içinde mutlu balıkların yaşadığı bir deniz varmış. Balıklar dostça geçinirler ve şarkılar söylerlermiş. Bir gün bu denize başka bir denizden aradaki kanaldan geçerek gelen bir köpekbalığı ulaşmış. Köpekbalığı kocaman, dev gibi bir şeymiş. Boyu sekiz metre varmış. Büyük ağzını açarak, balıkları toplamaya başlamış. Denizdeki balıkları bir korkudur sarmış. Yenilip yutulma korkusu. Kim ister şu güzelim dünyada rahatça yaşamak varken, köpekbalığına lokma olmak?

Balıklar, aralarında toplantı yapmışlar. Çeşitli öneriler ortaya konmuş. Tartışmalar olmuş. Akıl boyda değil baştadır, derler ya. Sonunda bir hamsinin önerisi kabul edilmiş. Bu denizin derinliklerinde yaşayan dev bir ahtapot varmış. Hamsi, bu ahtapotu tanıyormuş. Yardım istersem gelir ve bizi köpekbalığından kurtarır, demiş. Hamsi hemen yola çıkmış ve dibe dalmış.

Ertesi gün köpekbalığına alttan yaklaşan ve onun belini güçlü kollarıyla sararak denizin dibindeki mağarasına götüren dev ahtapotu pek çok balık görmüş. Masal burada sona erdi. Nasıl masalımı beğendiniz mi? “

Masalcı tilki: “ Süper bir masaldı. Çok beğendim. Seni kutluyorum, palamut balığı. Ayrıca çok da güzel anlattın. “

Tilik: “ Ben de çok beğendim. Hiç duymadığım türden, değişik bir masaldı. “

Palamut: “ Benim yuvam buraya yakın. Önümüzdeki günlerde yine buraya gelirseniz, birbirimize yeni masallar anlatma şansımız olur. Bakın size ne akıl almaz, benzeri bulunmaz, denizle ilgili masallar anlatacağım. “ demiş ve en iyi dileklerle ayrılmışlar. Sonraki günlerde onlar burada buluşup birbirlerine çok güzel masallar anlatmışlar.

SON



TİLKİ İLE KİRACI ASLAN

Tilkinin dört tane evi varmış. Birinde kendi oturur, üçünü kiraya verir ve kiralardan gelen parayla yaşamını sürdürürmüş. Günlerden bir gün tilkinin kiracısı evden çıkmış. Ertesi gün aslan evi kiralamış. Bir aylık kirayı ödemiş. Aradan aylar geçmiş ama aslan bir daha kira vermemiş. Eve gelip kirayı isteyen tilkiyi türlü bahanelerle atlatıyormuş. Tilki ne işi sertliğe dökebiliyormuş ne de sesini yükseltebiliyormuş, çünkü karşısında aslan var. Tilki kurnazmış ama çeşitli fikir oyunlarına başvurmasına karşın, aslandan kirayı alamamış. On aydır kirayı ödemeyen aslana karşı son bir oyunu varmış. Duyduğuna göre, bu aslan hayaletlerden çok korkarmış.
Tilki yine aybaşında kirayı almak için, aslanın kapısını çalmış. Aslandan her zamanki gibi bir tatlı dil, bir güler yüz: “ Hoş geldiniz. Nasılsınız efendim? “

Bunun üzerine tilki şöyle demiş: “ İyiyim, aslan efendi. Sen nasılsın? “
“ Bugün moralim çok iyi. Sizi gördüm daha iyi oldum. “
“ Kira hazır mı? Kirayı alayım. “
“ Kira hazır, biraz sonra size takdim ederim. “
“ Hep öyle diyorsun da kira verdiğin yok. On aydır evimde bedavaya oturuyorsun. “
“ Aman tilkicim, canım benim, kira kolay. Hepsini toplu olarak öderim. Hem geçen gün ne oldu biliyor musun? Ormanda sağa, sola bakınarak gidiyordum. Birden önüme.. “
“ Birden önüne hayalet mi çıktı. “
“ Hayalet mi? Ne hayaleti? “
“ Ormanda gezen hayalet. Bu evde yaşıyor. Gece demez, gündüz demez gezer gelir. Bu evi otel gibi kullanır. Hiç karşılaşmadın mı? “
“ Bu evde hayalet mi yaşıyor? Söylesene be tilki. Bu evde bir dakika durmam. Hemen taşınıyorum. Eşyalarımı sonra aldırırım. “

Aslanın uzaklaştığını gören tilki aslanın önüne çıkmış. Tilkinin, birikmiş kiraları ödemezsen hayalet peşinden gelir, demesi üzerine aslan cebinden para tomarını çıkarıp bütün kira borcunu ödemiş. Aslanın koşarak uzaklaştığını gören tilki: “ Koca balaban. Madem bu kadar paran vardı, aylardır kirayı neden vermedin? “ diye bağırmış.

SON



TİLKİ GÖRÜNÜMLÜ ÇAKAL
Çakallar, tilkilere benzerler. Bir çakal varmış ki, tıpkısının aynısı tilki. Çakal bunun farkındaymış ve gençliğinden beri tilkilerin yanındaymış. Böylece aradan birkaç yıl geçmiş.
Bir gün bu çakal, bir tilki arkadaşıyla konuşuyormuş. Söz dönmüş dolaşmış çakal – tilki benzerliğine gelmiş. Çakal, tilkiler benim tilki değil de çakal olduğumu fark etmiyorlar mı acaba, diyerek merak eder dururmuş. Çakal tilkiye şöyle bir soru sormuş: “ Söyle bakalım tilki kardeş. Ben tilki miyim yoksa çakal mıyım? “
Bunun üzerine tilki: “ Tabi ki çakalsın. Hem de yüzde yüz çakalsın. “

Tilkinin bu derece kendinden emin cevabı karşısında çakal bir an bocalamış ama kendini çabucak toparlamış: “ Vay canına! Demek biliyordun. Peki, ne zamandan beri? “
Tilki: “ Sen ilk aramıza geldiğin günden beri bunu biliyordum ve bütün tilkiler bunun farkındaydı. “
Çakal: “ Bütün tilkiler mi? Ama bana hiç hissettirmediniz. Ben bu durumu nasıl da anlayamadım. “
Tilki: “ Çakal olduğun için anlayamadın. Tilki olsaydın bunu anında fark ederdin. “

SON


ÇINGIRAKLI YILAN
Evvel zaman içinde, çıngıraklı yılanın biri kendine yuva ararmış. Çıngıraklı yılan gezmiş, dolaşmış. Sonunda bir köyün yakınındaki taşlı tarladaki ağacın altında bir delik bulup, burayı yuvası olarak kabullenmiş.
Taşlı tarlaya girmek şanssızlığında bulunan yutabileceği büyüklükteki fare, sincap, tavşan gibi hayvanları kuyruğunun ucunda bulunan çıngırağını şıngırdatarak büyüler ve üstüne çekermiş. Sonra da avını yakalayıp yutarmış. Bu durum aylarca sürmüş.

Bir gün bu taşlı tarlaya bir köylü gelmiş. Köylü, tarlayı çok beğenmiş ve taşları toplamaya başlamış. Burayı ekip biçerek bol ürün almayı umut ediyormuş.
Köylünün gelmesi çıngıraklı yılanı heyecanlandırmış. Ne yapacağına bir türlü karar verememiş. Tutsa adamı soksa yutamayacak. Sokmasa başına bela olacak. Kaçıp gitmek bir türlü aklına gelmemiş. Farenin, sincabın arkasını arayan olmuyormuş ama insanlar öyle değilmiş. Bir insanı yılan soksa, timsah, aslan, kaplan öldürse insanlar iz sürer, er geç intikamını alırlarmış.
Köylü yuvanın dibine kadar sokulmuş. Yılanla bir an göz göze gelmişler. Köylü sopasını kaldırmış, yılanın kafasına vuracak, yılan yuvadan fırlayıp, köylüyü ayağından ısırmış. Köylü, yandım anam, diye feryat ederek oradan uzaklaşmış.
Yılan daha sonra yuvasının etrafında caka yürüyüşüne başlamış. Çıngırağını sinirli bir şekilde şıngırdatıyor ve var mı bana yan bakan deyip tur atıyormuş.
Aradan bir saat geçmiş geçmemiş karşıdan ellerinde taşlarla, sopalarla köylülerin geldiğini gören yılanın çıngırağı başına bela olmuş. Çıngırağını bir türlü durduramıyor ve korkudan hareket edemiyormuş. Kaçıp gidememiş. Daha önce fareyi, sincabı, tavşanı büyüleyen çıngırağı bu kez kendini büyülemiş. Köylüler, çıngıraklı yılanı elleriyle koymuş gibi bularak taşlı tarladaki saltanatına son verip, arkadaşlarının intikamını almışlar.

SON



KURNAZ TİLKİ İLE BEŞ KARDEŞLER
Evvel zaman içinde, ülkenin birinde, büyük bir orman varmış. Bu ormanda pek çok canlı yaşarmış. Bir gün bu ormana beş kardeşler gelmiş. Beş kardeş adam, her gün gelerek bir sürü ağacı kesmişler. Kestikleri ağaçları arabalarına yükleyip götürmüşler. Zamanla ormanın sınırları daralmaya, boyutları küçülmeye başlamış. Bazı orman hayvanları yuvalarını kaybetmişler ve ormanın içlerine çekilmişler. Orada başka hayvanların yuvalarına girmeye çalışınca kavga çıkmış.

Kurt ricacı olmak için gitmiş ama beş kardeşler tarafından sopayla kovalanmış. Daha sonra aslan kükreyerek üstlerine yürümüş ama beş kardeşler aslanı kurşun yağmuruna tutmuşlar.
Orman hayvanları çaresiz, kara kara düşünürken, sincap bir öneri sunmuş ve şöyle demiş: “ Kurnaz tilkiden yardım isteyelim. O, beş kardeşlerin hakkından gelir. “
Orman hayvanları tilkinin yanına gidip yardım istemişler. Bunun üzerine tilki: “ Bana ne zaman geleceksiniz diye merak ediyordum. Bu işin formülü çok basit. Hemen hallederim. “ demiş ve bir kâğıda bir şeyler yazmış, kâğıdı katlamış ve kâğıdın beş kardeşlere ulaştırılmasını istemiş. Bir maymun kâğıdı beş kardeşlere vermiş. Beş kardeşler, kâğıttaki notu okuyunca beyninden vurulmuşa dönmüş. Baltalarını alarak gitmişler ve bir daha onları ormanda gören olmamış.
Orman hayvanları kâğıtta ne yazıyordu da beş kardeşler bu kadar korktular, diye düşünerek, maymuna bu soruyu sormuşlar.
Maymunun cevabı şöyle olmuş:
“ Kâğıtta, şunlar yazıyordu. Ormanda kestiğiniz her ağaca karşılık birinizin evini yakarım. İmza Tilki. “

SON

SÜPÜRGECİ KELOĞLAN

Bir varmış, bir yokmuş. Bir Keloğlan varmış. Dağda, bayırda avare gezermiş. Keloğlan bir zaman azmetmiş, süpürge yapmasını öğrenmiş. Günlerce uğraşmış, on tane süpürge yapmış ve bunları satmak için, kasabanın yolunu tutmuş. Bütün gün pazarda durmasına karşın, hiç süpürge satamamış. Selam veren, arkadaşlık eden çokmuş ama süpürge alan yokmuş. Normalde süpürgeler on akçeye alıcı bulurken, Keloğlan'ın akşam pazarı diye fiyat kırıp iki akçe dediği süpürgelerden kimse almamış. Dönüş yolunda nasılsa yenilerini yaparım, bunlar üstümde ağırlık olacak deyip süpürgeleri kasaba dışına atmış.

Aradan günler geçmiş. Boş zamanlarında süpürge yapmaya devam eden Keloğlan yaptığı süpürgeler on tane olunca kasabaya gitmiş. Pazarda beklemiş, sokaklarda, haydi, süpürgeci geldi, diyerek gezmiş ama yine alıcı çıkmamış. Bir aralık bakmış evinin önünü süpüren kadının elinde yaptığı süpürgelerden varmış. Keloğlan, kadına, teyze, kolay gelsin, demiş. Kadın başını kaldırmış, bakmış Keloğlan karşısında:

" Sağol, Keloğlan. Bak senin yaptığın süpürgelerden. Süpürgenin sapına adını kazımışsın. Çok sağlam, çok iyi süpürüyor. Süpürürken toz kaldırmıyor, tozu sanki içine hapsediyor. Geçen günlerde aldım. Adamın biri satıyordu. On akçeye aldım. "

Keloğlan on akçe sözünü duyunca şaşırmış kalmış: " Ben geçen hafta pazarda iki akçeye indirdim de alan olmadı. Giderken kasaba dışına attıydım. Demek bulan kimse tanesini on akçeye satmış. "

" Adam, Keloğlan'ın süpürgeleri diye bağırıp satıyordu. Komşular aldılar. Alamayanlar üzgün bir halde evlerine döndüler. Benim şu yan komşu Nermin Hanım o gece uyuyamamış. Ağlamış, durmuş. "

Bunun üzerine Keloğlan: " Tamam işte, Keloğlan geldi. Süpürgelerden getirdi. Bir yol Nermin Hanım'a haber veriver. Tanesi iki akçeden, alsın, kullansın. "

" Almaz Keloğlan, senin yaptığın süpürgeleri başkasında on akçeye alır ama senden iki akçeye almaz. Sana para vermez. "

Keloğlan: " Neden ama? "

Nedenini şimdi anlarsın, diyen kadın, Nermin Hanım'ın kapısını çalmış. Gerçekten de Keloğlan'ın yaptığı süpürgelere herkesten fazla istekli olan Nermin Hanım, Keloğlan'ın, bunlar sudan ucuz diyerek bir akçeye indirdiği süpürgelerden almamış. Keloğlan başını önüne eğmiş. İnsanların bana olan sevgisi yalanmış, diye düşünmüş. Ama yenilgiyi kabul etmemiş. Başını yukarı kaldırmış , göğsünü şişirmiş ve bir süpürge satsam bir akçe kazansam tuz alacaktım. Evde tuz kalmadı. Çorba tuzsuz, yemekler tuzsuz, anam evde isyan ediyor. Hani Keloğlan derdi de başka bir şey demezdi bu insanlar, diyor.

" Teyzeler, bir akçeye on süpürge alın, tanesini beşe satın, ona satın. Hepsine bir akçe. Aldınız mı? "

Sanki ağız birliği etmişcesine iki kadın: " Hayır Keloğlan, almadık, sana para yok. " demişler. Keloğlan'ın gözlerinden yaşlar süzülmüş. Şimdiye kadar hiçbir Keloğlan masalında Keloğlan ağlamamıştır ama Keloğlan'ı ağlatmışlar.

Nermin Hanım: " Keloğlan ben senden süpürgeleri alırım. " deyince Keloğlan umutlanmış. " Ama bedavaya alırım. "

" Size süpürgeleri bedavaya verirsem bana da Keloğlan demesinler. " diyen Keloğlan oradan ayrılmış. Hızlı adımlarla ileri doğru yürümüş. Kasabadan iyice uzaklaşınca uçurumun kenarına gelmiş ve süpürgeleri aşağı atmış. Keloğlan'ı günlerdir takip eden köse uçurumdan aşağı inmiş. Süpürgeleri almış. Ertesi gün tanesini on akçeden satmış.
Keloğlan üzgün bir halde köyüne dönmüş. Tuz getirmedi diye anası bağırmış, çağırmış. Keloğlan oralı olmamış. Anasının ne dediğini duymamış. Süpürge yapmayı bırakmış. Sonraki günlerde akşama kadar yan gelip yatmış. Bu masal da burada bitmiş.

SON
 
Son düzenleme:
Yukarı Alt