Kayıt
26 Ekim 2007
Mesajlar
4.493
Beğeniler
10
Şehir
Depresif CollaTeraL
11.03.2013 Söz! ;
İkinci bebeği olacağını öğrenince çok sevindi.
3 yaşındaki oğlunu doğacak kardeşi için hazırlamaya başladı…

Bebeğin kız olacağı anlaşıldı.
Oğlu annesinin karnındaki kardeşine her gün şarkı
söyledi. Kardeşini daha görmeden bir sevgi bağı oluştu.

Zamanı geldi doğum sancıları başladı. Fakat bir sorun vardı. Doktorlar çaresizdi. Bir sezaryen ameliyatı gerekiyordu.
Ameliyat çok zor geçti. Sonunda bebek doğdu.
Bebeğin durumu ciddiydi.

Bebek yoğun bakım ünitesine kaldırıldı.
Günler geçtikçe küçük kızın durumu kötüye gidiyordu.
Doktorlar üzgündü çocuğun kurtulma ümidi yoktu.
Bebekleri için evlerinde bir oda düzenlemişlerdi.
Şimdi cenaze için hazırlanıyorlardı.

Oğulları kız kardeşini görebilmek için yalvarıyordu.

-Kardeşime şarkı söylemek istiyorum- diyordu.

Ama yoğun bakım ünitesine çocukların girmesi yasaktı.

Sonunda kadın kararını verdi. Bebeği nasıl olsa ölecekti. Çocuğunun kardeşini görmesini engellemeyecekti.
Ne yapıp edip çocuğu içeri sokacaktı.

Oğluna oldukça büyük gelen bir ziyaretçi giysisi giydirdi ve yoğun bakım ünitesine soktu. Çocuk yürüyen bir çamaşır torbası gibiydi. Başhemşire onun bir çocuk olduğunu fark etti.

-O çocuğu içeri sokamazsınız- diye uyardı.

Kadın başhemşireye dönerek bağırdı:

-Oğlum kız kardeşine şarkı söylemeden buradan çıkmayacak.

Oğlunu kız kardeşinin yatağına götürdü.

Küçük kız yaşam savaşını yitirmek üzereydi.
Çocuk bir süre kardeşinin yüzüne baktı.
3 yaşındaki bir çocuğun saf temiz pırıl pırıl
sesiyle şu şarkıyı mırıldandı:
-Sen benim gün ışığımsın tek gün ışığım gökyüzü
griyken beni mutlu edersin.

Küçük kız bu sesi tanıdı aniden tepki verdi.
Kalp atışları düzelmeye başladı. Annesi:

-Şarkıyı sürdür- dedi oğluna.
Küçük çocuk devam etti:

-Seni ne çok sevdiğimi asla bilmeyeceksin l
ütfen gün ışığını benden alma bebeğim.

Çocuk şarkıyı sürdürdükçe bebek kesik
kesik nefes almasını hızlandırdı. Annesigöz yaşları içinde:

-Devam et oğlum- dedi.

-Geçen gece uyurken rüyamda seni kollarıma
aldığımı gördüm bebeğim.

Şimdi onu içeri almak istemeyen hemşirenin
yüzü de gözyaşları içindeydi.
Bütün hastane personeli doktorlar başlarına toplanmıştı.
Annesi de coşkuyla şarkıya katıldı.

-Seni ne çok sevdiğimi asla bilmeyeceksin bebeğim.
Lütfen gün ışığını benden alma.

Anne oğul şarkılarını sürdürdü.
Ve küçük kız birkaç gün sonra iyileşti.
Abisineannesine odasına kavuştu.

Sevdiğiniz insanlar için ümidinizi kesmeyin.

Sevgisiz ümitsiz kalmayın.

Söz yürekten çıkarsa yüreğe gider.
Dilden çıkarsa kulağı aşamaz​
 
Kayıt
24 Temmuz 2009
Mesajlar
19.721
Beğeniler
33
Şehir
Beykoz
Takımı
Besiktas
bu sonuncusu tuylerimi kaldirdi beh,gozlerim dolucakti tuttum resmen
 
Kayıt
26 Ekim 2007
Mesajlar
4.493
Beğeniler
10
Şehir
Depresif CollaTeraL
12.03.2013 Kartallar;
Kartallar, kuş türleri içinde
en uzun yaşayanıdır. 70 yıla kadar yaşayan
kartallar vardır. Ancak bu yaşa ulaşmak için,
40 yaşındayken çok ciddi ve zor bir karar vermek
zorundadırlar. Kartalların yaşı 40′a vardığında
pençeleri sertleşir, esnekliğini yitirir ve bu
nedenle de beslenmesini sağladığı avlarını
kavrayıp tutamaz duruma gelir. Gagası uzar
ve göğüsüne doğru kıvrılır. Kanatları yaşlanır
ve ağırlaşır. Tüyleri kartlaşır ve kalınlaşır.
Artık kartalın uçması iyice zorlaşmıştır.
Dolayısıyla kartal burada iki seçimden
birini yapmak zorundadır;

Ya ölümü seçecektir.
Ya da yeniden doğuşun acılı ve zorlu
sürecini göğüsleyecektir.

Bu yeniden doğuş süreci, 150 gün kadar
sürecektir. Bu yönde karar verirse, kartal
bir dağın tepesine uçar ve orada bir kaya
duvarda, artık uçmasına gerek olmayan
bir yerde, yuvasında kalır. Bu uygun yeri
bulduktan sonra kartal gagasını sert bir
şekilde kayaya vurmaya başlar. En sonunda
kartalın gagası yerinden sökülür ve düşer.
Kartal bir süre yeni gagasının çıkmasını
bekler. Gagası çıktıktan sonra bu yeni
gaga ile pençelerini yerinden söker
çıkartır. Yeni penceleri çıkınca kartal
bu kez eski kartlaşmış tüylerini yolmaya
başlar. 5 ay sonra kartal, kendisine
20 yıl veya daha uzun süreli bir yaşam
bağışlayan meşhur “Yeniden Doğuş”
uçuşunu yapmaya hazır duruma gelir.

Kendi yaşamımızda sık sık bir yeniden
doğuş süreci yaşamak zorunda kalırız.
Zafer uçuşunu sürdürmek için, bize acı
veren eski alışkanlıklarımızdan ve
anılarımızdan kurtulmak zorundayız.
Ancak geçmişin gereksiz safrasından
kurtulduğumuzda, deneyimlerimizin yeniden
doğuşumuzun getireceği olağanüstü
sonuçlarından tam olarak yararlanabiliriz.

İnsanlar ile hayvanları ayıran en önemli
özelliklerden bir tanesi hayvanların
düşünmemekten kaynaklanan,
içgüdüsel olarak karar verebilmeleri
ve uygulayabilmeleridir. İnsanoğlu
düşündükçe karar vermekte zorluklar
yaşıyor ve kararsızlığı seçiyor.

Bazen kararlarımız acı da verse
her zaman “Yeniden Doğuş”u
müjdeleyebilir.​
 
Kayıt
26 Ekim 2007
Mesajlar
4.493
Beğeniler
10
Şehir
Depresif CollaTeraL
13.02.2013 Michael De Bakey;
Dünyanın en ünlü kalp doktoru ; Michael De Bakey' ın arabası bozulmuş, arabasını tamire götürmüş. Tamirci arabasının kaputunu açmış ve dr.Michael De Bakey' e dönerek ;

Size birşey soracağım neredeyse ben ve siz aynı işleri yapıyoruz. Mesela ben şimdi itina ile kaputu açacağım bir bakışta problemin nerede olduğunu anlayacağım,kapakçıkları temizleyeceğim, gerekirse kabloları, motor yağını değiştireceğim, hatta çok gerekli ise motoru çıkarıp yerine yenisini takacağım !

Söylesenize nasıl oluyorda siz milyon dolarlar
kazanıyorsunuz ama ben meteliğe kurşun atıyorum..?

Bunun üzerine dr. De Bakey tamircinin kulağına
eğilmiş ve şöyle demiş ;

Bunların hepsini motor çalışıyorken yapmayı denesene..!​
 
Kayıt
25 Nisan 2007
Mesajlar
3.431
Beğeniler
0
Şehir
Bursa
kendi yazdıklarında varmı araların yoksa kaynak belirtsen fena olmaz gayet güzel yazılmışlar türkler başlığı güldürmedi ama çok bayatladı artık iddia muhabbeti :mrgreen: kartal a kaynak göstermesende olur Ömer Babadan herkez dinledi zaten :mrgreen: Teşekkür ettim
 
Kayıt
26 Ekim 2007
Mesajlar
4.493
Beğeniler
10
Şehir
Depresif CollaTeraL
Bu mesaj TanerUNER rumuzlu uyeden alinti yapildi
TanerUNER demiş ki:
kendi yazdıklarında varmı araların yoksa kaynak belirtsen fena olmaz gayet güzel yazılmışlar türkler başlığı güldürmedi ama çok bayatladı artık iddia muhabbeti :mrgreen: kartal a kaynak göstermesende olur Ömer Babadan herkez dinledi zaten :mrgreen: Teşekkür ettim
Aralarında benim olanda var.Kaynak facebook Kesfet sayfamızdan teyzem uzun süre önce açmıştı.4 yöneticiyiz.Bayatladı falan derken? Bugün birçok söz ve yazılar, seneler geçsede hala akıllarda ve dillerde.Yinede yorumun için teşekkürler.
 
Kayıt
26 Ekim 2007
Mesajlar
4.493
Beğeniler
10
Şehir
Depresif CollaTeraL
14.03.2013 Tıkandı Baba;
Sultan Mahmut kıyafet değiştirip, beraberinde sadrazam ve birkaç muhafız ile halkı teftişe çıkmış. Dolaşırken bir kahvehaneye girip oturmuşlar.

Bakmışlar müşteriler kahvehaneciye seslenip duruyor: "Tıkandı Baba, çay getir"; "Tıkandı Baba kahve getir". Tıkandı Baba lakabı Sultan Mahmut'a ilginç gelmiş. Merak edip kahvehaneciyi çağırmış. Kahvehaneci gelince:

- Baba sana neden "Tıkandı Baba" derler?
Hele otur da anlat, demiş.

Tıkandı Baba başlamış anlatmaya:

- Ben bir gece, bir rüya gördüm.
Rüyamda tanıdığım tüm insanların bir çeşmesi vardı ve hepsinin çeşmesinden oluk oluk su akıyordu. Benim de bir çeşmem vardı fakat benim çeşmemdeki su ip gibi akıyordu. Sonra ben;

"Keşke benim çeşmem de onlarınki kadar aksa" diye içimden geçirdim. Sonra yerden bir çomak alıp suyun geldiği oluğu dürtmeye başladım. Ben oluğu dürterken çomak kırıldı
ve ip gibi akan suyum damlamaya başladı.

Bu sefer ben; "Keşke çeşmem diğerlerininki kadar olmasa da,
bari eskisi kadar aksa" diye içimden geçirdim ve oluğu kurcalamaya devam ettim. Ben uğraşırken suyun geldiği oluk tamamen kırıldı. Az önce damlayan suyum, tamamen kesildi. Ben yine uğraşmaya devam ediyordum ki,

o sırada Cebrail göründü; "Tıkandı, baba! Artık uğraşma!" dedi. O gün bu gündür bu rüyamı kime anlattıysam adım Tıkandı Baba'ya çıktı. Hangi işe elimi attıysam olmadı. Şimdi de burada çaycılık yapıp zar zor geçinmeye çalışıyorum.

Tıkandı baba'nın anlattıklarından etkilenen Sultan Mahmut, muhafızlarına; "Bundan sonra her gün bu adama bir tepsi baklava getirin; her baklava diliminin altına da bir altın koyun."
diye emir vermiş. Hemen ertesi gün askerler ilk tepsi baklavayı getirip,
Tıkandı Baba'ya teslim etmişler.
"Padişahımızdandır" diyerek...

Tıkandı Baba baklavaya sevinmiş.
"Ne zamandır tatlı yemişliğim de yoktu"
diye içinden geçirmiş. Almış tepsiyi tutmuş evinin yolunu.
Yolda düşünmüş kendi kendine; "Yahu ben bir canıma nasıl yerim bir tepsi baklavayı? En iyisi ben buna hiç dokunmadan satayım."

Tıkandı Baba işlek bir yol kenarına kurmuş tezgâhını başlamış;
"Taze baklava! Taze baklava!" diye bağırmaya...
Bu sırada yoldan geçen bir Yahudi baklavaya talip olmuş.
Üç aşağı beş yukarı anlaşmışlar, Yahudi baklavayı alıp gitmiş...
Tıkandı Baba baklavadan kazandığı ile ihtiyaçlarının bir kısmını karşılamış.

Yahudi baklavayı evine götürmüş.
Bir dilim atmış ağzına... Fakat dişine bir şey değmiş... Bu nedir diye bir bakmış ki; altın. Ve baklavanın her diliminin altında bir tane altın... Yahudi bu duruma anlam veremese de ertesi gün tekrar aynı yere gitmiş ki; aynı adamı görür müyüm diye... Bakmış ki adam orada...
Demiş ki; "Sen her akşam burada olacaksan, biraz indirim yap da ben her akşam alayım bu baklavaları senden." Tıkandı Baba kabul etmiş ve her akşam baklavayı Yahudi'ye satmaya başlamış.

Sultan Mahmut, bir ay baklava gönderdikten sonra;
"Bakalım Tıkandı Baba şimdi ne durumda?"
deyip adamlarıyla beraber tutmuş kahvenin yolunu. Fakat bu kez kıyafet değiştirmeden... Sultan Mahmut bakmış ki; Tıkandı Baba aynı tas aynı hamam. Ne uzamış ne kısalmış. Yine aynı kahvehanede, ekmek kavgasında... Sultan Mahmut, Tıkandı Baba'yı yanına çağırtıp sormuş:

- Tıkandı Baba sana yolladığım baklavaları almadın mı?

Tıkandı Baba biraz mahcup:

- Geldi hünkârım, demiş. Ben de satıp ihtiyaçlarımı giderdim. Duacınızım.

Sultan Mahmut, bunu duyunca tebessüm etmiş. "Anlaşıldı Tıkandı Baba, sen gel bakalım benimle" demiş. Birlikte sarayın yolunu tutmuşlar. Saraya varınca Sultan Mahmut, Tıkandı Baba'yı doğruca hazine odasına götürmüş. Sultan Mahmut, Tıkandı Baba'nın eline bir kürek tutuşturup:

- Baba daldır bakalım küreği istediğin yere...
Küreğin üzerinde ne kalırsa senindir, demiş.

Bunu duyan Tıkandı Baba öyle heyecanlanmış ki;
küreği ters tuttuğunu fark etmemiş bile...
Hızla küreği daldırıp çıkarmış ama ne çare? Kürek ters olunca üzerinde bir tanecik altın kalmış o da düştü düşecek... Derken o da düşmüş. Sultan Mahmut:

- Baba, demiş. Senin buradan nasibin yok! Sen şu bizim askerleri takip et. Onlar ne derse yap.

Tıkandı Baba boynunu büküp düşmüş askerlerin önüne... Sultan Mahmut askerlerden birini yanına çağırmış:

- Bu adamı alın Üsküdar'a götürün, demiş. Deyin ki; baba bir taş seç. Seçtiği taşa karışmayın. Sonra deyin ki; seçtiğin taşı fırlat. Tıkandı Baba taşı ne kadar uzağa atarsa; durduğu yerden taşı attığı yere kadar ona verin.

Askerler Tıkandı Baba'yı alıp Üsküdar'a götürmüş. Demişler ki baba bir taş seç. Tıkandı Baba sormuş "Ne için ki?" diye ama askerler bir şey söylememiş. Tıkandı Baba; şu büyüktü, şu küçüktü, şu yamuktu derken kocaman bir kayaya sarılmış demiş ki seçtiğim taş budur. Askerler demiş ki; "Baba sen şimdi bu taşı fırlat, ne kadar uzağa atarsan o kadar yer senindir." Bunu duyan Tıkandı Baba heyecanla seçtiği taşa atılmış, güç bela yerden kaldırmış. Fakat taşın ağırlığını direyemeyip elinde taş olduğu halde sırtüstü devrilmiş. Taş da üzerine düştüğünden oracıkta can vermiş. Askerler gidip durumu Sultan Mahmut'a anlattıklarında, Sultan Mahmut o meşhur sözünü söylemiş:

- Vermeyince Mabut, neylesin Mahmut?​
 
Kayıt
26 Ekim 2007
Mesajlar
4.493
Beğeniler
10
Şehir
Depresif CollaTeraL
17.03.2013 Baba ve Kız;
0 yaşında

Baba :
Ne kadar da güzel. Şimdi bu küçücük şey benim kızım mı...¿
Gözleri de bana ne kadar çok benziyor...

Kızı :
Bu gözlerini benden hiç ayirmayan adam babam olsa gerek...

5 yaşında

Baba :
Prensesim benim, güzel kızım...
Söyle bakalım baban sana ne alsın...¿

Kızı :
En çok babamı seviyorum...
Babam, niye annemle uyuyor...¿
Hep benimle uyusun, başkasını sevmesin...

10 yaşında

Baba :
Gittikçe yaramaz oluyor, kime çekti bu kız...¿

Kızı :
Ben babama aşığım...
Büyüyünce babam gibi erkekle evlenecegim...
Babam bu ay harçlığımı arttırır mı...¿

15 yaşında

Baba :
Ne kadar da çabuk büyüdü...
Eve de gittikçe geç kalmaya basladı, bu gidişle başına kötü bir şey gelecek... Sanırım daha sert konuşmalıyım...

Kızı :
Babam yüzünden arkadaşlarımla istediğim kadar vakit geçiremiyorum...
Bana baskı uygulamasından nefret ediyorum...
Ne zaman özgür olacağım...¿

20 yaşında

Baba :
Artık sözümü dinlemiyor, benden giderek uzaklaşıyor...
Kendi parasını da kazanmaya basladı ya, bana ihtiyacı kalmadı tabii.
Uzun zamandır tatlı bir-iki laf geçmedi aramızda zaten...
Evi de sürekli erkekler arıyor. Galiba kızım elden gidiyor...

Kızı :
Her dediğime alınıyor, beni bir türlü anlamıyor...
Hele geçen gün giydiğim mini eteğe karışmasına ne demeli...¿
Evden ayrılıp, kendi hayatımı kurmalıyım...
Çocuk muamelesi görmekten bıktım artık!...

25 yaşında

Baba :
Bir gün bunun olacağını biliyordum...
İşte evleniyor...
Zaten aramız eskisi gibi değildi...
Şimdi bir de kocası var...
Prensesim beni terkediyor...

Kızı :
Böyle bir günde bile o mutsuz ifadeyi takınmasının ne lüzumu var ki...¿
Biliyorum, onu bir türlü içine sindiremedi. Bu yüzden yapıyor...
Kendi hayalindeki damat degil ya!...
Sanki birlikte yaşayacak olan o...

30 yaşında

Baba :
Çok az görüşüyoruz. Daha sık biraraya gelsek ne iyi olur...
Hem torunlarımı da özlüyorum...
Kendi arkadaş çevrelerinden fırsat bulup da bize gelemiyorlar ki...

Kızı :
Babamları da çok ihmal ediyorum galiba...
Yine telefonda çok üzgün geldi sesi...
Haftasonu onlara süpriz yapmak en iyisi...

40 yaşında

Baba :
Kızım, benim entellektüel düzeyimi yeterli bulmuyor...
Ona göre çağın gerisinde düşünüyormuşum...
Oysa küçükken derslerine hep ben yardım ederdim...
Anlayamadığı bütün problemleri bana sorardı...
Şimdi beni beğenmiyor...
Bir daha onunla asla politik tartışmalara girmeyecegim...

Kızı :
Babam giderek daha da çocuk gibi davranıyor...
Sürekli bir şeylerden yakınıyor...
Gerçi son zamanlarda sağlığı da iyi değil ama...
Ya ona bir şey olursa...¿
Zaten hiçbir zaman dilediği gibi bir evlat da olamadım...

45 yaşında

Baba :
Kızımın mutlu bir yuvası olması ne güzel...
Gözüm arkada gitmeyecegim. Her şeyi kendi başardı...
Onunla gurur duyuyorum...

Kızı :
Babam için çok endişeleniyorum. Onu kaybetmeye hazır değilim...
İlaçlarını da hep ihmal ediyor zaten...
Allah'ım onu benden alma!

50 yaşında

Baba :
Dünyada mutlu kal kızım !...

Kızı :
Seni çok özleyecegim ve arayacağım babacığım...
Şimdi ben kime danışacağım, kim yardım edecek bana...¿
Ne olur gittiğin yerde çok mutlu ol...
Ve hep yanımda olduğunu hissettir,
Ne bileyim ben, arada sırada işaretler yolla mesela...
Ah babacığım! Sensiz nasıl yaşayacağım...¿

55 yaşında

Kadın :
Sen gideli, seni daha iyi anlıyorum babacığım...
Keşke seni hiç üzmeseydim demeyeceğim,
Çünkü "keşke"lerin hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini biliyorum....
Yine de beni duyuyorsan, lütfen seni
üzdüğüm her gün için çok ama çok pişman olduğumu bil olur mu.​
 
Kayıt
26 Ekim 2007
Mesajlar
4.493
Beğeniler
10
Şehir
Depresif CollaTeraL
18.03.2013 Susuz Sinan ;
İstanbul devamlı bir su problemi içerisindedir. Bu problemin çaresi asırlar önce Kanuni zamanında, Mimar Sinan'ın günlerinde konuşulmuş ve en büyük çare Sinan'la bulunmuştur. İstanbul'un o günkü nüfusu çoğalınca Kanuni Sultan Süleyman, Sinan'ı çağırır, der ki:
"Mimarbaşı, halkımız su ihtiyacı içinde. Bir at yükü suya çok miktar akçe ödüyorlar. Acaba halkımızın bu su ihtiyacını karşılamak için birşeyler düşünmez misiniz?"

Mimarbaşı der ki:

"Sultanım siz müsaade buyurun, ben İstanbul'un çevresini bir dolaşayım, dışarıda mevcut suları İstanbul'a getirmenin mümkün olup olmadığını bir inceleyeyim ve ondan sonra size bir cevap veririm."

Ve Sinan Ağa atına biner, yanına yardımcılarını da alır, Çekmece'den başlayarak kıyılan dolaşır, Beşiktaş'a kadar istanbul'un kıyılarında, dereleri, akan suları tespit eder. Bu suların önü örüldüğü, baraj yapıldığı takdirde nereye kadar yükselir, nereden nereye kemer yapılarak İstanbul'a getirilebilir, bunun günlerce hesabını yapar ve Kanuni'nin huzuruna çıkar. Sultan sorar:

"Mimarbaşı, İstanbul'a su getirmek mümkün müdür?" Mimarbaşının cevabı:

"Beli sultanım, mümkündür. Ancak çok ağır bir şartı var."

"Nedir o mimarbaşı?"

"Sultanım, altın dolu keseleri uç uca dizmek şartıyla ancak İstanbul'a su gelebilir."

Kanuni'nin cevabı şu olur:

"Mimarbaşı sen İstanbul'a su getirmenin mümkün olup olmadığını söyle. Eğer mümkünse ben keseleri uç uca değil, yan yana dizmeye razıyım."

Bunun üzerine Mimar Sinan kolları sıvar ve İstanbul'un dışındaki sulan Kağıthane civarında belli yerlerde toplar, oradan da dere içlerine büyük geçitler yaparak İstanbul'a getirir ve şehrin belli meydanlarında umumi çeşmeler yaparak suyu akıtır. Bu çeşmelerin tamamı da kırkı bulur. Ve Kırk Çeşme suları akmaya başlar.

O güne gelinceye kadar, musluk gibi bir adet olmadığı için sular boşa akıp gitmektedir. O gün çok pahalıya mal olan suyu artık bostanlara, yollara akıtmak istemiyorlar ve ilk defa İstanbul'da lüle dedikleri musluğu çeşmelere koyuyorlar.

Su böylesine pahalıya geldiği ve kıymet kazanmaya başladığı için Kanuni bir ferman çıkanr, der ki: "İstanbul meydanlarındaki umumi çeşmeler halkın malıdır. Hiç kimse bu çeşmelerden gizlice yeraltından evine su alamayacaktır."

Bu umumi kaidenin bir istisnasını da koyar Kanuni. O da özel olarak Sinan'a iletilir. Denir ki: "Sen İstanbul'a böylesine güzel bir çalışma sonunda kırk çeşme sularını getirdin. Sen evine özel olarak bir lüle su alabilirsin."

Ve Süleymaniye civarındaki meydan çeşmesinden Sinan'ın evine özel olarak yol yapılır ve su akıtılır. Böylece Mimar Sinan evinde özel suyu olan tek kişi olur.

Mimar Sinan Şehzadebaşı Camiini, Süleymaniye Camiini ve Edirne'deki Selimiye Camiini yaptıktan -sonra yaşlanır. Devir hep öyle geçmemiştir. İtibarının yüksekte olduğu devirde, kendisinin kıymetini takdir edenler bir bir bu dünyadan göçmüşlerdir. Kanuni vefat etmiştir, yerine başka padişahlar geçmiştir. Ve Sinan 99 yaşına gelmiştir. Çevresindeki dostları göçtüğü için de kendisi istanbul'da adeta yapayalnız kalmıştır. Ve yeni bir nesil yetişmiştir.

Bir gün Sinan'ın kapısına birisi gelip dayanır. Kapıyı çalar. Sinan bastonuna dayanarak kapıyı açar, "Buyurun" der.

Gelen meçhul ihsan, "Ben Topkapı Sarayı postacısıyım. Sizi divana çağırıyorlar. Herhalde bir soruşturmaya tabi tutulacaksınız" der.

Sinan Ağa, bu ihtiyar halinde, dostlarının tümünün göçüp gittiği, kendisini eserleri inşaat halindeyken görenlerin kalmadığı bu ihtiyar dünyada, "Acaba Topkapı Sarayına niye çağırılıyorum?" diye bastonuna dayana dayana gider.

Saraya girer, orada bir soruşturma heyeti kurulmuştur: Kadılar, ulemalar, müftüler, o günün vükelası. Sinan'a şöyle derler: "Sinan Ağa, hakkında şikayet var. Eve su almak yasak olduğu, hiç kimse evine özel olarak su almasın' diye padişah fermanı olduğu halde, sizin evinizde özel su varmış."

"Evet," der, "Cihan Padişahı bana öyle özel olarak müsaade etmişti. İstanbul'a yaptığım, su hizmetinden dolayı sadece benim şahsıma su müsaade etmişti de almıştım."

"O zaman şu müsaadenizi, fermam görelim de ses çıkarmayalım. Kimseye verilmemesine rağmen, sizinki devam etsin."

Sinan'ın cevabı şu: "Ben o zaman Cihan Padişahından ferman istemekten hicap etmiştim. Fermanım falan yok, ama su benim evimde akıyor."

Divan müşkül durumda kalır, konuşmalar olur: "Sinan büyük hizmetler etmiştir, evinde suyu aksın." Oradan başkaları cevap verir: "Bu Âl-i Osman'a hizmet eden sadece Sinan mı? Sinan gibi daha nice hizmet edenler vardır. Ya onların da evine özel su verilsin, ya da Sinan'a da bu ayrıcalık tanınmasın."

Divanda uzun münakaşalar olur, son olarak verilen karar şudur: "Sinan gibi diğer hizmet edenlerin de evine su bağlanamayacağına göre, Sinan'a verilen su kesilmeli, fakat şimdiye kadar kullandığı su fermansız kullandığı için bir cezaya mucip olmamalıdır."

Ve bu karardan sonra Sinan evine gelir. Üzgün, bezgin, fakat fazla müteessir değil. Çünkü Sinan hizmetini Allah için yapmıştır. Kendisine bir ayrıcalık tanınsın, özel bir mükafat verilsin diye değil.

Ve Sinan 100 yaşına girerken hastalanır yatağa düşer. Vefat sırasında bir bezi suya batırıp da dudağına çalmak isterlerken bakarlar ki, evindeki musluktan su akmıyor. İstanbul'a su getiren Sinan, susuz evde vefat eder. Vefat sırasında bu olayı başında konuşanlara verdiği cevap enteresandır:

"Biz hizmetimizi dünyada bir bardak suya satacak kadar menfaat düşkünü değiliz. Biz hizmetimizi Allah için yaptık ve mükafatını da ahirette bekliyoruz. Dünyada evimize su verilmediği için müteessir değiliz."

Bu olayın bizlere verdiği mesajlar vardır. Dünyaya, şana, şöhrete, dosta, ahbaba, arka olmalara fazla güvenmemeli. Dünya öyle güvenilecek, insanlar öyle bel bağlanacak kadar vefalı değillerdir. Şartlar değişir, bugün sırtımız çok sağlam yerde olur, çok itibarlı insanlarla yakınlığımız olur. Ama yarın bir de bakarız ki, onların hepsi göçüp gitmiş, biz de dayanacak kimse bulamamışız.

Derler ya: "Duvara dayanma yıkılır, insana güvenme ölür." Öyleyse fani şeylere dayanmamalı, fani şeyleri gaye edinmemelidir. Allah'a dayanmalı, Allah'a güvenmeli ve yaptığımız hizmetleri de Allah rızası için yapmalıyız. İnsan bu tecelli karşısında hayıflanmaktan kurtulamıyor:

"Hey gidi dünya hey. İstanbul'u suya kavuşturan Sinan susuz evde vefat ediyor."​
 
Kayıt
26 Ekim 2007
Mesajlar
4.493
Beğeniler
10
Şehir
Depresif CollaTeraL
23.03.2013 Armağan;
Adam 3 yaşındaki kızını, pahalı bir hediyelik kaplama kağıdını ziyan ettiği için azarlamıştı. Küçük kız, koskoca bir paket altın yaldızlı kağıdı bir kutuyu eğri büğrü sarmak için kullanmıştı...

Bayram sabahı küçük kız paketi getirip "Bu senin babacığım" dediğinde üzüldü, acaba gereğinden fazla mi tepki göstermişti kızına... Bir gece önce yaptığından utandı...

Ne var ki paketi açınca yeniden öfkelendi. Kutunun içi boştu... Kızına gene bağırdı:

- Birisine bir hediye verdiğinde, kutunun içinde bir şey olması lazım. Bunu da mı bilmiyorsun?!

Küçük kız gözlerinde yaşlarla babasına baktı:
-
- O kutu boş değil ki baba, dedi. "İçini öpücüklerimle doldurmuştum."

Adam öyle fena oldu ki... Koştu... Kızına sarıldı... Beraberce ağladılar.

Adam o altın kutuyu ömrünün sonuna kadar yatağının baş ucunda sakladı. Ne zaman keyfi kaçsa, ne zaman morali bozulsa, ne zaman kendini kötü hissetse, kutuya koşar, içinden minik kızının sevgi ile doldurduğu hayali öpücüklerinden birini çıkarırdı.

Kimbilir belki de pek çoğumuza böyle bir kutu verilmiştir. İçindeki hediyenin sadece bir simge olduğu, ve gözümüzle göremediğimiz sevgilerle, öpücüklerle dolu bir hediye kutusu.
Zor zamanlarda bu tarz hediye kutularını çıkarıp içine bakabilmeyi başarmak, mutluluğun anahtarlarından biri olabilir .​
 
Kayıt
26 Ekim 2007
Mesajlar
4.493
Beğeniler
10
Şehir
Depresif CollaTeraL
23.03.2013 Baba ve Oğul;
Baba, işten yorgun argın eve geç gelmişti..

Çocuk: Baba, bir şey sorabilir miyim?
Baba: Evet..
Çocuk: Baba bir saatte ne kadar para kazanıyorsun?
Baba: Bu senin işin değil..
Çocuk: Babacığım lütfen, bilmek istiyorum..
Baba: İlle de bilmek istiyorsan 20 milyon..
Çocuk: Peki bana 10 milyon borç verir misin?
Baba: Benim senin saçma oyuncaklarına veya benzeri şeylerine ayıracak param yok. Hadi, derhal odana git ve kapını kapat..

Çocuk sessizce odasına çıkıp kapıyı kapattı.

Adam sinirli sinirli "Bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret eder." diye düşündü. Aradan bir saat geçtikten sonra adam biraz daha sakinleşti ve çocuğa parayı neden istediğini bile sormadığını düşündü, "Belki de gerçekten lazımdı"...

Yukarı çocuğunun odasına çıktı ve kapıyı açtı...

Yatağında olan çocuğa, "Uyuyor musun" diye sordu. Çocuk "Hayır" diye cevap verdi...

"Al bakalım, istediğin 10 milyon. Sana az önce sert davrandığım için üzgünüm. Ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim" dedi...

Çocuk sevinçle haykırdı, "Teşekkürler babacığım"... Hemen yastığının altından diğer buruşuk paraları çıkardı. Adamın suratına baktı ve yavaşça paraları saydı.

Bunu gören adam iyice sinirlenerek, "Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun? Benim, senin saçma çocuk oyunlarına ayıracak vaktim yok" diye kızdı...

Çocuk "Param vardı ama yeterince yoktu" dedi ve yüzünde mahcup bir gülücükle paraları babasına uzattı; "İşte 20 milyon...''Senin bir saatini alabilir miyim? Yarın 1 saat erken gelebilir misin? Seninle akşam yemeğini beraber yemek istiyorum.'' dedi...

Bazı şeyler çok değerlidir..​
.
 
Kayıt
26 Ekim 2007
Mesajlar
4.493
Beğeniler
10
Şehir
Depresif CollaTeraL
Bu mesaj NiNCaSu rumuzlu uyeden alinti yapildi
NiNCaSu demiş ki:

Umarım beğenilir ve bende rağbet görür ise uzun süreli paylaşımlarda bulunurum.Sizden tek ricam her beğendiğiniz paylaşımda teşekkürler butonuna dokunmanız.İyi forumlar arkadaşlar.
07.03.2013 Erkek olmak zor iştir;
ERKEK NEDİR? Bir Bayanın Kaleminden...

'Erkekler ağlamaz.'
'Erkekler korkmaz.'
'Erkekler karı gibi gülmez.'
Derken ortalık dul kadından geçilmiyor. Zira erkekler genç yaşta
Hakk'ın rahmetine kavuşuyorlar.
Siz hiç kapı komşusuna sabah kahvesine gidip karısinı çekiştiren erkek gördünüz mü?

Fare görünce bağıran?
'Bu ara sinirlerim zayıf' deyip habire ağlayan?
Oysa onlar da kadınlarla aynı duygulara sahip olarak geliyorlar dünyaya.
Lakin daha ilk gün ayaklarına mavi patik giydirmek suretiyle 'Ağır ol
bakalım! ' diyoruz.


'Ne alákası var mavi patikle? ' demeyin. Mavi soğuk ve ciddi bir renktir.
Kime isterseniz sorun. Ve katiyen tesadüf değildir o patiklerin rengi.
Düşünülmüş, taşınılmış, seçilmiştir.
Ayağa giydirildiği anda kulağa şunlar fısıldanmış demektir: Sen
erkeksin.
Erkek olmanın gerekleri vardır. Ömrünün sonuna kadar bunları yerine getirmekle yükümlüsün.

Ömrünün süresi ise çatlama kat sayına bağlı. İçine ata ata ne kadar
yaşayabilirsen artık.
Bize sorarsan pek uzun süreceği kanaatinde değiliz.
Dikkat edeceğin husus, en dramatik hallerde bile mavi patikli olduğunu unutmamandır.

Misal,
Ásık oldun.
Sakın belli etme. Bırak karşındaki yansın tutuşsun. Sen ağır ol. Molla
desinler yeter ki aşık demesinler.

Misal,
Sevgilinden ayrıldın.
Sakın ağlayıp sızlama. Yine bırak karşındaki yıkılıp sürünsün.
Gözyaşı dediğin kadın kısmına yakışır.
Zaten senin gözyaşı bezlerin mavi patik operasyonuyla alınmış
bulunuyor.

Misal,
Eve hırsız girdi.
Tıkırtı duydunuz ya da hırsızla burun buruna
geldiniz.
Kim boğuşacak adamla? Bak bakalım karının ayaklarına! Ne renk
patikleri?

Pembe.
Ya hırsızınkiyle seninki? Mavi.

Kural,
Mavililer boğuşacak.
Pembeliler bağıracak.
Herkes görevini bilsin. Ta doğumhane de yapıldı bu iş bölümü.

Misal,
Eşinle kavga ettin.
Ne yapacaksın? Hiç. İşine gidip hiçbir şey olmamış gibi çalışacaksın.
'Ay İsmail çok sinirim bozuk, benimki sabah sabah anneme laf etti'
diyemezsin.

Karın o esnada telefonun başında, bir sigara ve bir kahve eşliğinde
arkadaşlarına seni çekiştiriyor olabilir.
Olsun. Onun mazereti var, patikleri pembe.

Misal,
Evde aniden bir böcek peydahlandı.
Kim gidecek üstüne? Tabii ki sen.
Zira karının gitmesi hiçbir işe yaramaz.
Böcek renk körü mü? Maviyle pembeyi ayıramaz mı?
Ve sorarım sana, hangi böcek pembeden korkar?
Ama mavi... Birrrrr.

Misal,
Savaşa gidilecek.
Kim gidecek? Tabii ki Mehmetçik.
Sen hiç 'Vatan sağolsun' diye
bağıran Ayşecik gördün mü?
Benim bildiğim Ayşecik kameranın karşısında
'Size baba diyebilir miyim amca? ' diyordu.

Ve hatırladığım kadarıyla omuzunda tüfek falan da yoktu.
Diyeceğim, Mavi patikli olmak zor zanaat.

Özellikle de seviyorken...​

07.03.2013 Hayat bir çocuğa nasıl anlatılmalı;
Arkadaşımın kızı bir yaşına gelmişti,
'Sen eğitimcisin neler öğretmem
gerekiyor, bazen kendimi çok çaresiz hissediyorum' dedi.
Sorusu kolaydı ama,yanıtı zordu, akıl vermesi basitti ama uygulaması karmaşıktı, anlatmayabaşladım:

Yapabiliyorsan gözyaşlarını tutmamasını öğret,
acı çekmeden olgunlaşamayacağını...

Kıskanmamayı öğret ona,
arkadaşının başarısından mutlu olmayı, birlikte
sevinçleri paylaşmayı, içinden 'neden ben değil de o?' demeden...

Kazanmaktan mutluluk duyup içine sindirmeyi,
ama aynı zamanda kaybetmeyi öğrenmesini.
Çünkü bir adım sonrasında görünüşte galip olanları
gösterecek hayat ona nokta.

Her şeyin bir sonu olduğunu öğret.
Sahip olduğu bütün değerlerin bir gün
keyif vermeyebileceğini.

Kazanılan ve harcananın bir sonu olduğunu, gidilen
yerlerin zamanla bıkkınlık verebileceğini, her şeyi tüketebileceğini,
tüketemeyeceği tek şeyin bilgi olduğunu öğret.
Kitaplardan keyif almasını,ders çalışmak istemiyorsa zorlanmamasını, ama okumayı sevmesini öğret ona.
Elbet er ya da geç alacaksın biliyorum,
ama mümkün olduğunca geç al ona bilgisayarı.
Ona kendisi ile kalacağı sakin zamanlar ver, sıkılmayı öğret
ona, sıkılıp ta kendini yönlendirmeyi bulmasını.

Doğaya götür onu, hayvanlardan korkmaması gerektiğini öğret. Arıların bizi sokmasından çok, nasıl bal yaptığını anlat.
Doğanın kendi içindeki gizemini bulmasına yardımcı ol,
yağmurdan sonraki toprak kokusundan keyif almasını
sağla. Soğuk kış gecesinde ateş yakmayı öğret,
belki büyüdüğünde bir gece sevgilisine ateş yakar
ve belki binlerce yıldızın altında birbirlerine
sarılırlar, bunu öğretmemiş diğer sevgililerin aksine...

Şartlar çok zor olsa da yalan söylememesi gerektiğini öğret ona.

Kazandığı elli milyonun piyangodan çıkan beş yüz milyardan çok daha keyifli
olduğunu öğret. Alın terine saygıyı öğret ona.

Aşk acısı çekmenin hiç aşık olmamaktan daha güzel bir duygu olduğunu öğret.
Kendi doğruları üzerinden kimsenin onu yargılamasına izin vermemesi
gerektiğini öğret, başkalarını da kendi doğruları üzerinden yargılamamayı...
Bunun başkalarını dinlememek olduğunu değil, söylenenleri kendi eleğinden
geçirmesi gerektiğini öğret. Kendi fikirlerine inanmanın güzelliklerini
anlat.


Hayatı sorgulamayı öğret ona... Bilginin en büyük güç olduğunu öğret.
Yapabilirse bunu en büyük fiyata satmasını, ama kalbini ve ruhunu kendisine
saklaması gerektiğini öğret.


Haklı olduğu konuda sonuna kadar diretmemesini öğret ve haklıyken dik
durmasını.

Günün birinde yaptıkları değil yapmadıkları için pişmanlık duyabileceğini
öğret.

Basit yaşaması gerektiğini öğret ona, çay içmekten keyif almayı...

'İstemiyorum', 'hayır' demeyi öğret ona, istediğinde ise 'istiyorum' demeyi,

Sevdiğinde ise 'seni seviyorum' diyebilmeyi öğret ona.

Bir kot pantolon ve tişörtle üniversiteyi bitirmeyi öğret ona. Temiz
kokmasını...

Sorgusuz sevmeyi...

El yazısı ile notlar yazmayı...

Lafı dolandırmamayı...

Sevdiklerinin hiçbir zaman çantada keklik olmadığını,
dostluğa yatırım
yapması gerektiğini, kıymetini bilmeyenlerden
uzaklaşmasını
öğret ona.

Müziği sevmesini, sporla barışık yaşamasını,

İşlerin hiçbir zaman bitmediğini söyle ona,
en yoğun zamanda bile kendine
vakit ayırması gerektiğini öğret...

Ama en çok da kendini sevmesini öğret...
Kendini sevmezse kimsenin onusevmeyeceğini...
Kendine çiçek almazsa kimseden çiçek beklememesi
gerektiğini... Kendine özenli yemekler
yapıp sofralar kurmazsa kimsenin onun
için yemek hazırlamayacağını...


Hayatta her şeyden çok kendisinin önemli olduğunu öğret ona...​

07.03.2013 Hoşgörü;
Bir üniversitenin kütüphanesinde oğlan kızın masasına
yaklaşarak yavaşça sorar: "Yanınıza oturabilir miyim?"

Kız, yüksek sesle yanıt verir:
"GECEMİ SİZİNLE BERBAT ETMEK İSTEMEM!.."

Kızın sözlerini herkes duymuş, başlarını kaldırmış,
dik dik ayaktaki oğlana bakmaktadırlar...
Oğlan çok utanır ve hiçbir şey diyemeden,
şaşkın şaşkın kendi masasına geri döner...

Birkaç dakika sonra kız yerinden sessizce kalkar,
oğlanın masasına yaklaşır ve ona yavaşça şöyle der:

"Ben psikoloji öğrencisiyim; demin,şaşıran bir erkeğin nasıl
tepki vereceğini öğrenmek istemiştim;
bu arada sizi de herkesin önünde biraz
utandırdım sanırım, özür dilerim!"

Bu kez oğlan onu yüksek sesle yanıtlar:
"BİR GECELİĞİNE 200 DOLAR MI?.. ÇOK PARA!.."

Oğlanın dediklerini de yine herkes duymuştur
ve bu kez ayaktaki kıza dik dik bakmaktadırlar ki,
oğlan şoka girmek üzere olan kızın kulağına yaklaşıp şöyle fısıldar:

"Ben de hukuk öğrencisiyim:
çevreye birini suçluymuş gibi nasıl gösterebilirim
öğrenmek istemiştim, özür dilerim!​
"

07.03.2013 1 erkek 1 kadın;
YAŞINA GÖRE ERKEK



*20 yaşında erkek FİAT gibidir. Küçük ama hızlı.
*20-30 yaş arasında PORSHE gibidir. Hızlı ve konforlu.
*30-40 arası erkek VOLVO gibidir. Biraz sıkıcı ama teknik olarak mükemmel.
*40-50 arası erkek OPEL gibidir. Yapabileceğinden fazlasını vaat eder.
*50-60 arasında ise eski bir FORD gibidir. Harekete geçirmek için karbüratöre biraz alkol koymak gerekir.


YAŞINA GÖRE KADIN


*15-25 arasında kadın AFRİKA gibidir.
Yarı keşfedilmiş yarı bakir.
*25-35 arasında AMERİKA gibidir.
Tamamı keşfedilmiş ve bilimsel olarak mükemmel.
*35-45 yaşları arasında HİNDİSTAN ve JAPONYA gibidir.
Çok ateşli bilge ve güzel.
*45-55 arasında FRANSA gibidir.
Savaştan hasarlı çıkmış ama hala çekici.
*55-60 arasında kadın ALMANYA gibidir.
Savaşı kaybetmiştir ama umutları vardır.
*60-70 arasında kadın RUSYA gibidir.
Geniş sakin ama kimsenin gitmediği.
*70’inden sonra kadın TÜRKİYE gibidir.
Şanlı bir geçmiş ama gelecek yok.​

07.03.2013 Kulağımız çınladığında;
KULAĞIMIZ ÇINLADIĞINDA ;
HEP 'BİRİ BENİ ANDI' DERİZ YA ,

OKUYUN LÜTFEN ,

Resulullah Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:
“Birinizin kulağı çınladığında beni ansın ve bana salavat getirsin
ve ‘zekerallahü men zekerani bi-hayrin’ desin”
Resulullah, “Muhammedün Resulullah sallallahü aleyhi ve selem” ve bunun benzeri salava-ı şerife okumak ile zikredilir, anılır.

Mü’minin kulağı çınladığı esnada Resulullah (s.a.v.) onu
Cenab’ı Hak katında anmış, ona dua etmiştir.
Mü’minin ruhu bunu duyduğu zaman kulağı çınlar.
Bunun için salavat’ı şerife okuması tavsiye buyurulmuştur.

Nitekim ayak uyuşup karıncalandığında da
salavat getirmek tavsiye edilmiştir.
paylaşarak dostlarınızın öğrenmesine de vesile olun.

kaynakbk. İbnu’l-Cevzî, el-Mevzuat, 3/76)​

07.03.2013 Aşkın değeri mutlaka oku;
"Trenin camına başımı yaslamışım, etrafı izliyorum.
İnsanlara bakıyorum, önümdeki koltukta yaşlı bir çift var.
Yaşları ben diyeyim 60 siz deyin 70. Kırış kırış olmuş yüzleri. Özellikle teyzenin..Birbirlerine sarılarak uyuyorlar. Her şeyi birlikte yapıyorlar. Yolumuz uzun. Yanlarında erzak getirmişler, bana da veriyorlar Torunlarının yanına gidiyorlarmış.

Teyze kondüktöre tren ne zaman duracak diye sorup duruyor. Hayrola diyorum bir isteğin mi var diyorum ama yok yok bu gider diyor, kocasını gösteriyor.Anadolu'nun kuş uçmaz kervan geçmez bir istasyonunda Sivas Divriği taraflarında duruyoruz.

Israrlarıma rağmen ne alınacağını söylemiyor, ben almaya giderim diyor amca. Gidiyor gitmesine ama trenden iner inmez, büfeye doğru giderken hareket ediyoruz. O an bir çığlık kopuyor trenden, teyzede bir panik başlıyor.

Nasıl bağırıyor ama anlatamam.Herkes teyzenin başına üşüşüyor. Camdan amcaya bakıyorum o da ellerini başının arasına almış, adam çaresiz, şaşkın, resmen çöküyor. Ben kondüktöre sesleniyorum. Teyze hüngür hüngür ağlıyor. Kondüktör telsizle makiniste söylüyordurumu, terni durduruyor. Yaşlı amca elinde koca bir şişe su ile geliyor.

O an teyzeyi görünce nasıl ağlıyor koca adam, kollarıyla gözlerini siliyor, teyze bir yandan amca bir yandan ağlıyor. Sarılıyor birbirlerine. Amca "Seni gaybetçem diye çok gorktum be diyerek sarılıyor teyzeye. Teyze de ahan da gitti dedim gedince, ben mahfoldum dedim diyerek sarılıyor. Gorktuk gorktuk diyor amca...Küçücük bir kız çocuğu da etkilemiş olacak ki o da onlara bakıp gözlerini siliyor.

Eğer bir yerlerde falan biri size aşka inanmıyorum diye bilmiş bilmiş laf ederse bu hikayeyi okuyun. Bu dünyada bindiği tren onsuz hareket edince kıyametleri koparacak insanlar var...​

08.03.2013 Kadınlar gününe özel: Mesela Diyorum!
MESELA diyorum; bu gece bir DELİLİK yapsam!
Bıraksam MUTFAKTA biriken bulaşıkları,
Çeksem arkamdan kapıyı,
KADIN başıma gitsem bir meyhaneyi dağıtsam!

FONDA bir masa,
Arkada Sezen'in şarkıları çalsa;
Ben AĞLASAM..
Şişenin dibine dibine vursam!

MESELA diyorum;

Bütün ERKEKLERİ kovsam,
Bu gecelik evlerinde otursalar..
Korkmadan dolaşsam bütün şehri,
Kimse DOKUNMASA bana,
Bir sandalda sabahlasam!

Alabildiğince KADIN,
Alabildiğince ÖZGÜR olsam.
Küfür etsem ağız dolusu, utanmasam;
Şehre isyanımı haykırsam.

Kim bilir kaç kere satılmıştır, bu dünyanın ANASI!
MESELA diyorum;
Bu gece de ben BABASINI satsam!​

08.03.2013 Bazen!
Bazen bakıyorumda şöyle bir geçmişe;
ben hep ''biz'' olmayı beceremeyen
bencil insanları sevmişim.
En çok ihtiyacım olduğu zamanlar da
ya yalnız bırakılmışım,
ya da hep yılanlara sarılmışım.
Yine de Rabb'im güç vermiş
kimsede kendimi bırakmamışım ,çekip gitmişim.
Beni üzme hakkını nereden bulmuş bu insanlar diye
geçmişe dönüp her baktığımda ise
hep aynı imzayı görmüşüm,
aslında kimse suçlu değilmiş,
hepsine ben izin vermişim.​

08.03.2013 Altın Kurallar;
ALTIN KURALLAR
1-Ucuz araba kullan ama, alabileceğin en güzel evi al.

2-Her zaman ve her ortamda anlatabileceğin üç fıkra öğren.

3-Sevinçlerini sakın erteleme.

4-Eşini çok iyi seç. Çünkü bu seçim mutluluğunun veya bedbahtlığını %90’ını oluşturur.

5-Hergün 30 dakika yürüyüş yap.

6-Her yemekten sonra şükret.

7-Bir arkadaşına sırrını açıklamadan önce iki kere düşün.

8-Maaş çekini imzalayan kişileri asla eleştirme.

9-Kaybedecek şeyi olmayan insanlardan kork.

10-Gözünün önünde hep güzel şeyler bulundur.

11-Çocukların, gelenek sözcüğünü duyduklarında seni hatırlayacak şekilde yaşa.

12-Dinine ait kitabı tam anlamıyla okumak için kendine bir yıl süre tanı.

13-Biri seni kucakladığında ilk bırakan sen olma.

14-Hergün 6 bardak su içmeyi unutma..

15-seni seven insanları koru..

16-Zor da olsa ailenle tatil yapmak için her şeyi dene. Bu tatildeki anılar, hayatındaki en değerli anılardan biri olacak.

17-Kendine yapılmasını istemediğin hiçbirşeyi başkalarına yapma.

18-Başarıya, iç huzura kavuştuğun, sağlıklı olduğun ve sevildiğin zamanı değerlendir.

19-İyi ve başarılı bir evliliğin iki şeye bağlı olduğunu unutma:
a) Doğru insanı bulmak
b) Doğru insan olmak.

20-Ebeveynlerini, eşini ve çocuklarını eleştirmek istediğin zaman dilini ısır.

21-Evliliğini güzelleştirmek için hergün bir şeyler yap.

22-iyilik dolu bir sözü ve iyiliğin etkisini asla küçümseme.

SON SÖZ..
Hayatınızdaki kötü olayları düşünerek vakit kaybetmeyin; Yoksa güzellikleri görmekte gecikebilirsiniz . .​

09.03.2013 Kör Çocuk;
Adamın biri, ilk defa gittiği küçük bir kasabada
şaşkın şaşkın gezinirken

yol kenarında duran bir arabanın yanına sokulmuş
ve arka koltukta tek başına oturan çocuğa :

- Buraların yabancısıyım...
...Parkın hemen yanıbaşındaki fırını arıyorum,
çok yakın olduğunu söylediler...?

Çocuk, arabanın penceresini iyice açtıktan sonra :
- Ben de buraya ilk defa geliyorum demiş.
Ama sağ tarafa gitmeniz gerekiyor herhalde.

Adam, çocuğun da yabancı olmasına rağmen
bunu nasıl anladığını sormuş.

Çocuk:
- Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duymuyor musunuz?
diye gülümsemiş.
Kuş cıvıltıları da oradan geliyor zaten.

- İyi ama, demiş adam, bunların parktan değil de
tek bir ağaçtan gelmediği nerden
biliyorsun?

- Tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez, diye atılmış çocuk.
Üstelik, manolyalar da katılıyor onlara. Hem biraz derin nefes alırsanız,
fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusunu duyacaksınız.


Adam, gözlerini hafifçe kısarak denileni yaptıktan sonra,
teşekkür etmek için döndüğünde farketmiş çocuğun kör olduğunu.

Çocuk ise, konuşurken bir anda sözlerini yarıda kesmesinden anlamış, adamın kendisini farkettiğini...


Işığa hasret gözlerini ondan saklamaya çalışırken:
- Üç yıl önce bir kaza geçirmiştim, demiş, görmeyi o kadar çok özledim ki.
Sizinkiler sağlam öyle değil mi?

Adam, çocuğun tarif ettiği yerde bulunan fırına yönelirken:
- Artık emin değilim, demiş. Emin olduğum tek şey, senin benden iyi gördüğündür.


-Gösterdim... gördü anlamına gelmez
- Söyledim... duydu anlamına gelmez
- Duydu... doğru anladı anlamına gelmez
- Anladı... hak verdi anlamına gelmez
- Hak verdi... inandı anlamına gelmez
- İnandı... uyguladı anlamına gelmez
- Uyguladı... sürdürecek anlamına gelmez...​

09.03.2013 Merhaba Anne;
Merhaba anne...
Nasılsın?
Ben iyiyim, doğmama çok az bir süre kaldı.
Ama sana söylemem gereken birşey var.
Kimilerine göre bazı eksikliklerle geleceğim..

"Özürlü" diyecekler bana..
Ama ben kimseden "özür" dilemeyeceğim anne..
Senin dışında...
Senden şimdiden özür dilerim..
Beklentilerinin hepsine cevap veremeyeceğim için..
Komşumuz çocuklarını benimle oynatmak istemediği zaman boynunu eğeceğin için..
"Bana doğru düzgün bir evlat bile veremedin", sesini duyarsan birgün..Kulağındaki her yankısı için..
Mağaza mağaza dolaşıp bisiklet seçmenin tatlı heyecanı yerine,
Tekerlekli sandalye almanın burukluğunu sana yaşatacağım için..
Çağrılmayacağımız her aile toplantısı,bayram kutlaması, piknik için..
Yada çağrılacağın ama benim yüzümden gidemeyeceğin her toplaşma, her düzenlenen kadınlar günü için..
ÖZÜR DİLERİM ANNE..

Ama senden bir isteğim var;
Benden sakın vazgeçme anne!
Bacaklarım güçsüz olabilir..
Kolayca tırmanamayabilirim merdivenleri..
Sakın beni taşımaya kalkma anne!
Tamam engelleri birlikte aşalım yine..
Ama sen elimden tutma!
Bana yardım etmek istiyorsan yukarı çık ve bana "gel" de!
Çıkamadığım için ağlayabilirim belki de..
Ama sen ağlat beni anne!
Ağlasamda daha çok merdiven çıkarmalısın bana..
Yoksa asla güçlenemem..

Kulaklarım iyi işitmeyebilir..Konuşmaya başlamam biraz zaman alabilir belki..
Ama sen sakın suskunluğa bürünme anne!
Daha çok konuşmalısın benle!
Daha çok şarkı söylemeli, daha çok kitap okumalısın bana!
Yoksa asla konuşamam...

Belki bazı takıntılarım, ısrarlarım olabilir geldiğimde..
'N'olur bana 'hayır' de anne!
Bana acıdığın ve beni mutlu etmek için, istediğim herşeyi yapma hatasına sakın düşme!
Lütfen ağlat beni anne!
Şimdi beni ağlat ki, ilerde birlikte ağlamayalım..
Yoksa asla ayakta duramam..

Belki etrafındaki insanlardan biraz farklı bir yüzüm olabilir doğduğumda..
Çok iyi görünmeyebilirim belki..
Ama sen yine güzel güzel bak bana anne!
Öyle bakki, bende aynaya baktığımda karşımda güzel bir yüz görebileyim..
Yoksa asla kendime gülümseyerek bakamam...

Bir şeyleri hemen kavramayabilir, çabucak anlamayabilirim belki...
Ama sen yine anlat bana anne!Defalarca anlat!
Benden sakın VAZGEÇME!
Yoksa asla Öğrenemem...

Son birşey daha;
Lütfen bu satırları okurken ağlama!
Çünkü ben yazarken inan hiç ağlamadım ANNE!​

09.03.2013 Hayat tam da böyle bir şeydir;
Bir kadın anlatıyor:
Kocam bir mühendisti. Onunla sâkin tabiatını sevdiğim için evlenmiştim. Bu sâkin adamın göğsüne başımı koymak içimi nasıl da ısıtırdı

Gel gör ki iki yıl nişanlılık ve beş yıl evlilikten sonra bu sâkinlik beni yormaya başlamıştı. Eşimin -bir zamanlar çok sevdiğim- bu özelliği artık beni huzursuz ediyordu

Sonunda kararımı ona da açıkladım: Boşanmak istiyordum
Şaşkınlıktan gözleri açılarak ”niye?” diye sordu.
”Gerçekten belli bir sebebi yok” dedim, ”sadece yoruldum”
Bütün gece ağzını bıçak açmadı. Düşünüyordu. Bu hâli ise hayal kırıklığımı daha da artırmaktan başka bir işe yaramıyordu: işte, sıkıntısını dışarı vurmaktan bile aciz bir adamla evliydim. Ondan ne bekleyebilirdim ki!

Sonundasordu: ”seni caydırmak için ne yapabilirim?”
Demek ki söyledikleri doğruydu:
insanların mizacı asla değiştirilemiyordu. Son inanç kırıntılarım da
kaybolmuştu.
”İşte mesele tam da bu” dedim ”Sorunun cevabını kendin bulup
kalbimi ikna edebilirsen kararımdan vazgeçebilirim.”
”Diyelim dağın tepesinde
bir uçurum kenarında bir çiçek var. O çiçeği benim için koparmak, düşüp
vücudunun bütün kemiklerinin kırılmasına, hattâ ölümüne mâl”olacak. Bunu benim için yapar mısın?”
Yüzümü dikkatle inceledi ve ”Sana bunun cevabını yarın
vereceğim” dedi.
Bu cevapla son ümidim de yok olmuştu.

Ertesi sabah uyandığımda evde yoktu. Boş bir süt
şişesini mutfak masasının üzerine koymuş, altına da bir not
bırakmıştı.
”Hayatım” diye başlıyordu,
”O çiçeği senin için koparmazdım”
Kalbim yine kırılmıştı. Okumaya devam ettim.

”Çünkü her zaman yaptığın gibi
bilgisayarın altını üstüne getirip çökerttikten sonra monitörün önünde
ağladığında, onu tekrar düzeltebilmem için ellerime ihtiyacım
var.”

”Anahtarları her zaman evde unuttuğunu bildiğimden, senden
önce eve varabilmem üzere koşmam gerektiğinden bacaklarıma ihtiyacım
var.”

”Arabayı kullanmayı çok sevdiğin halde şehirde hep yolu
kaybettiğinden, yolu gösterebilmem için gözlerime ihtiyacım
var

”Evde oturmayı sevdiğinden, içe kapanıklığını dağıtmak, can
sıkıntını hafifletmek üzere sana şakalar yapabilmem, hikây eler anlatabilmem için
ağzıma ihtiyacım var.”

”Sabahtan akşama kadar bilgisayara bakmaktan
gözlerinin bozulması kaçınılmaz olduğundan, yaşlandığımızda tırnaklarını
kesebilmem, saçlarında -görülmesini istemediğin- beyaz telleri ayıklayabilmem,
merdivenlerden aşağı inerken elini tutabilmem, çiçeklerin renginin – gençliğinde
senin yüzünün rengi gibi olduğunu söyleyebilmem için gözlerime ihtiyacım
var.”

”Ama seni benden daha fazla seven biri varsa,
evet o uçuruma gidip, o çiçeği senin için koparırım bir
tanem.”

Baktım, mektuptaki yazının mürekkepleri yer yer
dağılıyordu.
Göz yaşlarım mektuba düşüyordu.
”Mektubu okuduysan ve kalbin
ikna olduysa lüften kapıyı aç canım. Çok sevdiğin susamlı ekmek ve taze sütlekapıda bekliyorum.”
Koşarak kapıyı açtım. Endişeli bir yüzle ve ellerinde
sıkıca tuttuğu susamlı ekmek ve sütle kapının önündeydi.
Artık çok iyibiliyordum: beni ondan daha çok kimse sevemezdi. O çiçe ği uçurumun kenarında bırakmaya karar verdim

Bu gerçek aşktı

İlk yıllardaki heyecanlar içinde görmeye alıştığımız aşkın, seneler sonra o heyecanlar kaybolup gittiğinde, huzur ve durgunluk içinde de hep var olmaya devam ettiğini göremeyebiliyoruz.

Oysa aşk hep vardır. Belki artık heyecansız, belki artık romantik değil Belki sıkıcı, tekdüze, hatta belki yüzsüz Ama hep oralarda bir yerdedir.

Çiçekler ve romantik dakikalar ilişkinin başlaması için elbette gereklidir. Bir zaman sonra bunlar gitse de gerçek aşkın sütunu ebedi kalır.

Hayat tam da böyle bir şeydir.​

Türkler ;
Bir uçakta pilot aniden hostesleri çağırmış ve demiş ki: Uçak düşmek üzere. Tüm yolculara atlamalarını söyleyin.
Şu anda deniz üzerindeyiz ve denize çok yakın uçuyorum,
atlarlarsa kurtulma şansları var, ama atlamazlarsa herkes ölecek!!!’

Tabii, böyle bir şeyi insanlara yaptırmak çok zor.
Hosteslerden en akıllısı düşünmüş taşınmış, ‘Herkese uygun bir dille anlatılırsa uçaktan atlamaları sağlanır.’ diye karar vermiş ve ilk olarak Amerikalı kafilenin yanına gitmiş:

‘Sayın yolcularımız; üzerinde bulunduğumuz alan Japonlar’ın araştırma laboratuarlarıyla kaplı. Eğer oraya ulaşırsanız tüm Japon teknolojisi sırlarını kaparsınız!’

Bütün Amerikalılar koşarak çıkışa gitmişler ve atlamışlar;

Sonra hostes İngilizler’e yönelmiş:

‘Sayın yolcularımız, şu anda dünyanın en geniş ve verimli sömürgeleri üzerindeyiz; eğer hemen el koyarsanız sonsuza dek sizin olurlar!’

Bütün İngilizler hevesle atlamışlar.

Sıra Fransızlar’a gelmiş. Hostes:

‘Bayanlar baylar, affedersiniz rahatsız ediyorum; fakat rica etsem uçaktan atlar mısınız? Şimdiden teşekkür ederim.’ demiş.

Fransızlar:
‘Tabii, mersi!’ deyip sırayla atlamışlar!

Hostes bu kez Almanlar’a yönelmiş:

‘Atlayın aşağı çabuk!’ diye bağırmış. Alman kafile ‘Heil!’ diyerek atlamış.

Veee sıra gelmiş Türkler’eee. Hostes yandan yandan gülümseyerek ve koltuğa hafif dayanarak şöyle demiş:

“Siz var ya… Buradan hayatta atlayamazsınız…”​

11.03.2013 Söz! ;
İkinci bebeği olacağını öğrenince çok sevindi.
3 yaşındaki oğlunu doğacak kardeşi için hazırlamaya başladı…

Bebeğin kız olacağı anlaşıldı.
Oğlu annesinin karnındaki kardeşine her gün şarkı
söyledi. Kardeşini daha görmeden bir sevgi bağı oluştu.

Zamanı geldi doğum sancıları başladı. Fakat bir sorun vardı. Doktorlar çaresizdi. Bir sezaryen ameliyatı gerekiyordu.
Ameliyat çok zor geçti. Sonunda bebek doğdu.
Bebeğin durumu ciddiydi.

Bebek yoğun bakım ünitesine kaldırıldı.
Günler geçtikçe küçük kızın durumu kötüye gidiyordu.
Doktorlar üzgündü çocuğun kurtulma ümidi yoktu.
Bebekleri için evlerinde bir oda düzenlemişlerdi.
Şimdi cenaze için hazırlanıyorlardı.

Oğulları kız kardeşini görebilmek için yalvarıyordu.

-Kardeşime şarkı söylemek istiyorum- diyordu.

Ama yoğun bakım ünitesine çocukların girmesi yasaktı.

Sonunda kadın kararını verdi. Bebeği nasıl olsa ölecekti. Çocuğunun kardeşini görmesini engellemeyecekti.
Ne yapıp edip çocuğu içeri sokacaktı.

Oğluna oldukça büyük gelen bir ziyaretçi giysisi giydirdi ve yoğun bakım ünitesine soktu. Çocuk yürüyen bir çamaşır torbası gibiydi. Başhemşire onun bir çocuk olduğunu fark etti.

-O çocuğu içeri sokamazsınız- diye uyardı.

Kadın başhemşireye dönerek bağırdı:

-Oğlum kız kardeşine şarkı söylemeden buradan çıkmayacak.

Oğlunu kız kardeşinin yatağına götürdü.

Küçük kız yaşam savaşını yitirmek üzereydi.
Çocuk bir süre kardeşinin yüzüne baktı.
3 yaşındaki bir çocuğun saf temiz pırıl pırıl
sesiyle şu şarkıyı mırıldandı:
-Sen benim gün ışığımsın tek gün ışığım gökyüzü
griyken beni mutlu edersin.

Küçük kız bu sesi tanıdı aniden tepki verdi.
Kalp atışları düzelmeye başladı. Annesi:

-Şarkıyı sürdür- dedi oğluna.
Küçük çocuk devam etti:

-Seni ne çok sevdiğimi asla bilmeyeceksin l
ütfen gün ışığını benden alma bebeğim.

Çocuk şarkıyı sürdürdükçe bebek kesik
kesik nefes almasını hızlandırdı. Annesigöz yaşları içinde:

-Devam et oğlum- dedi.

-Geçen gece uyurken rüyamda seni kollarıma
aldığımı gördüm bebeğim.

Şimdi onu içeri almak istemeyen hemşirenin
yüzü de gözyaşları içindeydi.
Bütün hastane personeli doktorlar başlarına toplanmıştı.
Annesi de coşkuyla şarkıya katıldı.

-Seni ne çok sevdiğimi asla bilmeyeceksin bebeğim.
Lütfen gün ışığını benden alma.

Anne oğul şarkılarını sürdürdü.
Ve küçük kız birkaç gün sonra iyileşti.
Abisineannesine odasına kavuştu.

Sevdiğiniz insanlar için ümidinizi kesmeyin.

Sevgisiz ümitsiz kalmayın.

Söz yürekten çıkarsa yüreğe gider.
Dilden çıkarsa kulağı aşamaz​

12.03.2013 Kartallar;
Kartallar, kuş türleri içinde
en uzun yaşayanıdır. 70 yıla kadar yaşayan
kartallar vardır. Ancak bu yaşa ulaşmak için,
40 yaşındayken çok ciddi ve zor bir karar vermek
zorundadırlar. Kartalların yaşı 40′a vardığında
pençeleri sertleşir, esnekliğini yitirir ve bu
nedenle de beslenmesini sağladığı avlarını
kavrayıp tutamaz duruma gelir. Gagası uzar
ve göğüsüne doğru kıvrılır. Kanatları yaşlanır
ve ağırlaşır. Tüyleri kartlaşır ve kalınlaşır.
Artık kartalın uçması iyice zorlaşmıştır.
Dolayısıyla kartal burada iki seçimden
birini yapmak zorundadır;

Ya ölümü seçecektir.
Ya da yeniden doğuşun acılı ve zorlu
sürecini göğüsleyecektir.

Bu yeniden doğuş süreci, 150 gün kadar
sürecektir. Bu yönde karar verirse, kartal
bir dağın tepesine uçar ve orada bir kaya
duvarda, artık uçmasına gerek olmayan
bir yerde, yuvasında kalır. Bu uygun yeri
bulduktan sonra kartal gagasını sert bir
şekilde kayaya vurmaya başlar. En sonunda
kartalın gagası yerinden sökülür ve düşer.
Kartal bir süre yeni gagasının çıkmasını
bekler. Gagası çıktıktan sonra bu yeni
gaga ile pençelerini yerinden söker
çıkartır. Yeni penceleri çıkınca kartal
bu kez eski kartlaşmış tüylerini yolmaya
başlar. 5 ay sonra kartal, kendisine
20 yıl veya daha uzun süreli bir yaşam
bağışlayan meşhur “Yeniden Doğuş”
uçuşunu yapmaya hazır duruma gelir.

Kendi yaşamımızda sık sık bir yeniden
doğuş süreci yaşamak zorunda kalırız.
Zafer uçuşunu sürdürmek için, bize acı
veren eski alışkanlıklarımızdan ve
anılarımızdan kurtulmak zorundayız.
Ancak geçmişin gereksiz safrasından
kurtulduğumuzda, deneyimlerimizin yeniden
doğuşumuzun getireceği olağanüstü
sonuçlarından tam olarak yararlanabiliriz.

İnsanlar ile hayvanları ayıran en önemli
özelliklerden bir tanesi hayvanların
düşünmemekten kaynaklanan,
içgüdüsel olarak karar verebilmeleri
ve uygulayabilmeleridir. İnsanoğlu
düşündükçe karar vermekte zorluklar
yaşıyor ve kararsızlığı seçiyor.

Bazen kararlarımız acı da verse
her zaman “Yeniden Doğuş”u
müjdeleyebilir.​

13.02.2013 Michael De Bakey;
Dünyanın en ünlü kalp doktoru ; Michael De Bakey' ın arabası bozulmuş, arabasını tamire götürmüş. Tamirci arabasının kaputunu açmış ve dr.Michael De Bakey' e dönerek ;

Size birşey soracağım neredeyse ben ve siz aynı işleri yapıyoruz. Mesela ben şimdi itina ile kaputu açacağım bir bakışta problemin nerede olduğunu anlayacağım,kapakçıkları temizleyeceğim, gerekirse kabloları, motor yağını değiştireceğim, hatta çok gerekli ise motoru çıkarıp yerine yenisini takacağım !

Söylesenize nasıl oluyorda siz milyon dolarlar
kazanıyorsunuz ama ben meteliğe kurşun atıyorum..?

Bunun üzerine dr. De Bakey tamircinin kulağına
eğilmiş ve şöyle demiş ;

Bunların hepsini motor çalışıyorken yapmayı denesene..!​

17.03.2013 Baba ve Kız;
0 yaşında

Baba :
Ne kadar da güzel. Şimdi bu küçücük şey benim kızım mı...¿
Gözleri de bana ne kadar çok benziyor...

Kızı :
Bu gözlerini benden hiç ayirmayan adam babam olsa gerek...

5 yaşında

Baba :
Prensesim benim, güzel kızım...
Söyle bakalım baban sana ne alsın...¿

Kızı :
En çok babamı seviyorum...
Babam, niye annemle uyuyor...¿
Hep benimle uyusun, başkasını sevmesin...

10 yaşında

Baba :
Gittikçe yaramaz oluyor, kime çekti bu kız...¿

Kızı :
Ben babama aşığım...
Büyüyünce babam gibi erkekle evlenecegim...
Babam bu ay harçlığımı arttırır mı...¿

15 yaşında

Baba :
Ne kadar da çabuk büyüdü...
Eve de gittikçe geç kalmaya basladı, bu gidişle başına kötü bir şey gelecek... Sanırım daha sert konuşmalıyım...

Kızı :
Babam yüzünden arkadaşlarımla istediğim kadar vakit geçiremiyorum...
Bana baskı uygulamasından nefret ediyorum...
Ne zaman özgür olacağım...¿

20 yaşında

Baba :
Artık sözümü dinlemiyor, benden giderek uzaklaşıyor...
Kendi parasını da kazanmaya basladı ya, bana ihtiyacı kalmadı tabii.
Uzun zamandır tatlı bir-iki laf geçmedi aramızda zaten...
Evi de sürekli erkekler arıyor. Galiba kızım elden gidiyor...

Kızı :
Her dediğime alınıyor, beni bir türlü anlamıyor...
Hele geçen gün giydiğim mini eteğe karışmasına ne demeli...¿
Evden ayrılıp, kendi hayatımı kurmalıyım...
Çocuk muamelesi görmekten bıktım artık!...

25 yaşında

Baba :
Bir gün bunun olacağını biliyordum...
İşte evleniyor...
Zaten aramız eskisi gibi değildi...
Şimdi bir de kocası var...
Prensesim beni terkediyor...

Kızı :
Böyle bir günde bile o mutsuz ifadeyi takınmasının ne lüzumu var ki...¿
Biliyorum, onu bir türlü içine sindiremedi. Bu yüzden yapıyor...
Kendi hayalindeki damat degil ya!...
Sanki birlikte yaşayacak olan o...

30 yaşında

Baba :
Çok az görüşüyoruz. Daha sık biraraya gelsek ne iyi olur...
Hem torunlarımı da özlüyorum...
Kendi arkadaş çevrelerinden fırsat bulup da bize gelemiyorlar ki...

Kızı :
Babamları da çok ihmal ediyorum galiba...
Yine telefonda çok üzgün geldi sesi...
Haftasonu onlara süpriz yapmak en iyisi...

40 yaşında

Baba :
Kızım, benim entellektüel düzeyimi yeterli bulmuyor...
Ona göre çağın gerisinde düşünüyormuşum...
Oysa küçükken derslerine hep ben yardım ederdim...
Anlayamadığı bütün problemleri bana sorardı...
Şimdi beni beğenmiyor...
Bir daha onunla asla politik tartışmalara girmeyecegim...

Kızı :
Babam giderek daha da çocuk gibi davranıyor...
Sürekli bir şeylerden yakınıyor...
Gerçi son zamanlarda sağlığı da iyi değil ama...
Ya ona bir şey olursa...¿
Zaten hiçbir zaman dilediği gibi bir evlat da olamadım...

45 yaşında

Baba :
Kızımın mutlu bir yuvası olması ne güzel...
Gözüm arkada gitmeyecegim. Her şeyi kendi başardı...
Onunla gurur duyuyorum...

Kızı :
Babam için çok endişeleniyorum. Onu kaybetmeye hazır değilim...
İlaçlarını da hep ihmal ediyor zaten...
Allah'ım onu benden alma!

50 yaşında

Baba :
Dünyada mutlu kal kızım !...

Kızı :
Seni çok özleyecegim ve arayacağım babacığım...
Şimdi ben kime danışacağım, kim yardım edecek bana...¿
Ne olur gittiğin yerde çok mutlu ol...
Ve hep yanımda olduğunu hissettir,
Ne bileyim ben, arada sırada işaretler yolla mesela...
Ah babacığım! Sensiz nasıl yaşayacağım...¿

55 yaşında

Kadın :
Sen gideli, seni daha iyi anlıyorum babacığım...
Keşke seni hiç üzmeseydim demeyeceğim,
Çünkü "keşke"lerin hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini biliyorum....
Yine de beni duyuyorsan, lütfen seni
üzdüğüm her gün için çok ama çok pişman olduğumu bil olur mu.​

18.03.2013 Susuz Sinan ;
İstanbul devamlı bir su problemi içerisindedir. Bu problemin çaresi asırlar önce Kanuni zamanında, Mimar Sinan'ın günlerinde konuşulmuş ve en büyük çare Sinan'la bulunmuştur. İstanbul'un o günkü nüfusu çoğalınca Kanuni Sultan Süleyman, Sinan'ı çağırır, der ki:
"Mimarbaşı, halkımız su ihtiyacı içinde. Bir at yükü suya çok miktar akçe ödüyorlar. Acaba halkımızın bu su ihtiyacını karşılamak için birşeyler düşünmez misiniz?"

Mimarbaşı der ki:

"Sultanım siz müsaade buyurun, ben İstanbul'un çevresini bir dolaşayım, dışarıda mevcut suları İstanbul'a getirmenin mümkün olup olmadığını bir inceleyeyim ve ondan sonra size bir cevap veririm."

Ve Sinan Ağa atına biner, yanına yardımcılarını da alır, Çekmece'den başlayarak kıyılan dolaşır, Beşiktaş'a kadar istanbul'un kıyılarında, dereleri, akan suları tespit eder. Bu suların önü örüldüğü, baraj yapıldığı takdirde nereye kadar yükselir, nereden nereye kemer yapılarak İstanbul'a getirilebilir, bunun günlerce hesabını yapar ve Kanuni'nin huzuruna çıkar. Sultan sorar:

"Mimarbaşı, İstanbul'a su getirmek mümkün müdür?" Mimarbaşının cevabı:

"Beli sultanım, mümkündür. Ancak çok ağır bir şartı var."

"Nedir o mimarbaşı?"

"Sultanım, altın dolu keseleri uç uca dizmek şartıyla ancak İstanbul'a su gelebilir."

Kanuni'nin cevabı şu olur:

"Mimarbaşı sen İstanbul'a su getirmenin mümkün olup olmadığını söyle. Eğer mümkünse ben keseleri uç uca değil, yan yana dizmeye razıyım."

Bunun üzerine Mimar Sinan kolları sıvar ve İstanbul'un dışındaki sulan Kağıthane civarında belli yerlerde toplar, oradan da dere içlerine büyük geçitler yaparak İstanbul'a getirir ve şehrin belli meydanlarında umumi çeşmeler yaparak suyu akıtır. Bu çeşmelerin tamamı da kırkı bulur. Ve Kırk Çeşme suları akmaya başlar.

O güne gelinceye kadar, musluk gibi bir adet olmadığı için sular boşa akıp gitmektedir. O gün çok pahalıya mal olan suyu artık bostanlara, yollara akıtmak istemiyorlar ve ilk defa İstanbul'da lüle dedikleri musluğu çeşmelere koyuyorlar.

Su böylesine pahalıya geldiği ve kıymet kazanmaya başladığı için Kanuni bir ferman çıkanr, der ki: "İstanbul meydanlarındaki umumi çeşmeler halkın malıdır. Hiç kimse bu çeşmelerden gizlice yeraltından evine su alamayacaktır."

Bu umumi kaidenin bir istisnasını da koyar Kanuni. O da özel olarak Sinan'a iletilir. Denir ki: "Sen İstanbul'a böylesine güzel bir çalışma sonunda kırk çeşme sularını getirdin. Sen evine özel olarak bir lüle su alabilirsin."

Ve Süleymaniye civarındaki meydan çeşmesinden Sinan'ın evine özel olarak yol yapılır ve su akıtılır. Böylece Mimar Sinan evinde özel suyu olan tek kişi olur.

Mimar Sinan Şehzadebaşı Camiini, Süleymaniye Camiini ve Edirne'deki Selimiye Camiini yaptıktan -sonra yaşlanır. Devir hep öyle geçmemiştir. İtibarının yüksekte olduğu devirde, kendisinin kıymetini takdir edenler bir bir bu dünyadan göçmüşlerdir. Kanuni vefat etmiştir, yerine başka padişahlar geçmiştir. Ve Sinan 99 yaşına gelmiştir. Çevresindeki dostları göçtüğü için de kendisi istanbul'da adeta yapayalnız kalmıştır. Ve yeni bir nesil yetişmiştir.

Bir gün Sinan'ın kapısına birisi gelip dayanır. Kapıyı çalar. Sinan bastonuna dayanarak kapıyı açar, "Buyurun" der.

Gelen meçhul ihsan, "Ben Topkapı Sarayı postacısıyım. Sizi divana çağırıyorlar. Herhalde bir soruşturmaya tabi tutulacaksınız" der.

Sinan Ağa, bu ihtiyar halinde, dostlarının tümünün göçüp gittiği, kendisini eserleri inşaat halindeyken görenlerin kalmadığı bu ihtiyar dünyada, "Acaba Topkapı Sarayına niye çağırılıyorum?" diye bastonuna dayana dayana gider.

Saraya girer, orada bir soruşturma heyeti kurulmuştur: Kadılar, ulemalar, müftüler, o günün vükelası. Sinan'a şöyle derler: "Sinan Ağa, hakkında şikayet var. Eve su almak yasak olduğu, hiç kimse evine özel olarak su almasın' diye padişah fermanı olduğu halde, sizin evinizde özel su varmış."

"Evet," der, "Cihan Padişahı bana öyle özel olarak müsaade etmişti. İstanbul'a yaptığım, su hizmetinden dolayı sadece benim şahsıma su müsaade etmişti de almıştım."

"O zaman şu müsaadenizi, fermam görelim de ses çıkarmayalım. Kimseye verilmemesine rağmen, sizinki devam etsin."

Sinan'ın cevabı şu: "Ben o zaman Cihan Padişahından ferman istemekten hicap etmiştim. Fermanım falan yok, ama su benim evimde akıyor."

Divan müşkül durumda kalır, konuşmalar olur: "Sinan büyük hizmetler etmiştir, evinde suyu aksın." Oradan başkaları cevap verir: "Bu Âl-i Osman'a hizmet eden sadece Sinan mı? Sinan gibi daha nice hizmet edenler vardır. Ya onların da evine özel su verilsin, ya da Sinan'a da bu ayrıcalık tanınmasın."

Divanda uzun münakaşalar olur, son olarak verilen karar şudur: "Sinan gibi diğer hizmet edenlerin de evine su bağlanamayacağına göre, Sinan'a verilen su kesilmeli, fakat şimdiye kadar kullandığı su fermansız kullandığı için bir cezaya mucip olmamalıdır."

Ve bu karardan sonra Sinan evine gelir. Üzgün, bezgin, fakat fazla müteessir değil. Çünkü Sinan hizmetini Allah için yapmıştır. Kendisine bir ayrıcalık tanınsın, özel bir mükafat verilsin diye değil.

Ve Sinan 100 yaşına girerken hastalanır yatağa düşer. Vefat sırasında bir bezi suya batırıp da dudağına çalmak isterlerken bakarlar ki, evindeki musluktan su akmıyor. İstanbul'a su getiren Sinan, susuz evde vefat eder. Vefat sırasında bu olayı başında konuşanlara verdiği cevap enteresandır:

"Biz hizmetimizi dünyada bir bardak suya satacak kadar menfaat düşkünü değiliz. Biz hizmetimizi Allah için yaptık ve mükafatını da ahirette bekliyoruz. Dünyada evimize su verilmediği için müteessir değiliz."

Bu olayın bizlere verdiği mesajlar vardır. Dünyaya, şana, şöhrete, dosta, ahbaba, arka olmalara fazla güvenmemeli. Dünya öyle güvenilecek, insanlar öyle bel bağlanacak kadar vefalı değillerdir. Şartlar değişir, bugün sırtımız çok sağlam yerde olur, çok itibarlı insanlarla yakınlığımız olur. Ama yarın bir de bakarız ki, onların hepsi göçüp gitmiş, biz de dayanacak kimse bulamamışız.

Derler ya: "Duvara dayanma yıkılır, insana güvenme ölür." Öyleyse fani şeylere dayanmamalı, fani şeyleri gaye edinmemelidir. Allah'a dayanmalı, Allah'a güvenmeli ve yaptığımız hizmetleri de Allah rızası için yapmalıyız. İnsan bu tecelli karşısında hayıflanmaktan kurtulamıyor:

"Hey gidi dünya hey. İstanbul'u suya kavuşturan Sinan susuz evde vefat ediyor."​

23.03.2013 Armağan;
Adam 3 yaşındaki kızını, pahalı bir hediyelik kaplama kağıdını ziyan ettiği için azarlamıştı. Küçük kız, koskoca bir paket altın yaldızlı kağıdı bir kutuyu eğri büğrü sarmak için kullanmıştı...

Bayram sabahı küçük kız paketi getirip "Bu senin babacığım" dediğinde üzüldü, acaba gereğinden fazla mi tepki göstermişti kızına... Bir gece önce yaptığından utandı...

Ne var ki paketi açınca yeniden öfkelendi. Kutunun içi boştu... Kızına gene bağırdı:

- Birisine bir hediye verdiğinde, kutunun içinde bir şey olması lazım. Bunu da mı bilmiyorsun?!

Küçük kız gözlerinde yaşlarla babasına baktı:
-
- O kutu boş değil ki baba, dedi. "İçini öpücüklerimle doldurmuştum."

Adam öyle fena oldu ki... Koştu... Kızına sarıldı... Beraberce ağladılar.

Adam o altın kutuyu ömrünün sonuna kadar yatağının baş ucunda sakladı. Ne zaman keyfi kaçsa, ne zaman morali bozulsa, ne zaman kendini kötü hissetse, kutuya koşar, içinden minik kızının sevgi ile doldurduğu hayali öpücüklerinden birini çıkarırdı.

Kimbilir belki de pek çoğumuza böyle bir kutu verilmiştir. İçindeki hediyenin sadece bir simge olduğu, ve gözümüzle göremediğimiz sevgilerle, öpücüklerle dolu bir hediye kutusu.
Zor zamanlarda bu tarz hediye kutularını çıkarıp içine bakabilmeyi başarmak, mutluluğun anahtarlarından biri olabilir .​

23.03.2013 Baba ve Oğul;
Baba, işten yorgun argın eve geç gelmişti..

Çocuk: Baba, bir şey sorabilir miyim?
Baba: Evet..
Çocuk: Baba bir saatte ne kadar para kazanıyorsun?
Baba: Bu senin işin değil..
Çocuk: Babacığım lütfen, bilmek istiyorum..
Baba: İlle de bilmek istiyorsan 20 milyon..
Çocuk: Peki bana 10 milyon borç verir misin?
Baba: Benim senin saçma oyuncaklarına veya benzeri şeylerine ayıracak param yok. Hadi, derhal odana git ve kapını kapat..

Çocuk sessizce odasına çıkıp kapıyı kapattı.

Adam sinirli sinirli "Bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret eder." diye düşündü. Aradan bir saat geçtikten sonra adam biraz daha sakinleşti ve çocuğa parayı neden istediğini bile sormadığını düşündü, "Belki de gerçekten lazımdı"...

Yukarı çocuğunun odasına çıktı ve kapıyı açtı...

Yatağında olan çocuğa, "Uyuyor musun" diye sordu. Çocuk "Hayır" diye cevap verdi...

"Al bakalım, istediğin 10 milyon. Sana az önce sert davrandığım için üzgünüm. Ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim" dedi...

Çocuk sevinçle haykırdı, "Teşekkürler babacığım"... Hemen yastığının altından diğer buruşuk paraları çıkardı. Adamın suratına baktı ve yavaşça paraları saydı.

Bunu gören adam iyice sinirlenerek, "Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun? Benim, senin saçma çocuk oyunlarına ayıracak vaktim yok" diye kızdı...

Çocuk "Param vardı ama yeterince yoktu" dedi ve yüzünde mahcup bir gülücükle paraları babasına uzattı; "İşte 20 milyon...''Senin bir saatini alabilir miyim? Yarın 1 saat erken gelebilir misin? Seninle akşam yemeğini beraber yemek istiyorum.'' dedi...

Bazı şeyler çok değerlidir..​
.

- Resim Silinmiş.​
Bu yazıları okuyupta ders çıkarmak önemlidir arkadaşlar.Umarım okuyup teşekkürler butonuna dokunmayı ve yorum yazmayı unutmazsınız.Bende bu sayede daha çok paylaşımda bulunabilirim.
 
Son düzenleme yönetici tarafından yapıldı:
Kayıt
22 Eylül 2010
Mesajlar
3.852
Beğeniler
33
Şehir
Antalya
adam yapıyor :D
 
Kayıt
26 Ekim 2007
Mesajlar
4.493
Beğeniler
10
Şehir
Depresif CollaTeraL
29.03.2013 Ben onun kim olduğunu biliyorum ;
Yaşlı bir adama sokakta yürürken bisikletli
çarpmış ve hafif yaralanmış.
Etraftakiler hastaneye götürmüşler.
Hemşireler, röntgen çekerek her hangi bir kırık veya
çatlak olup olmadığını inceleyeceklerini söylemişler.

Yaşlı adam huzursuzlanmış;
“acelesi olduğunu, röntgen istemediğini” söylemiş.
Hemşireler merakla acelesinin nedenini sormuşlar.

“Eşim huzur evinde kalıyor. Her sabah birlikte kahvaltı
etmeye giderim, gecikmek istemiyorum” demiş.
Hemşire “Eşinize haber iletir gecikeceğinizi söyleriz” diyince;

Yaşlı adam üzgün bir ifade ile:
“Ne yazık ki karım Alzheimer hastası hiç bir şey anlamıyor,hatta benim kim olduğumu dahi bilmiyor” demiş.

Hemşireler hayretle:
“Madem sizin kim olduğunuzu bilmiyor neden hergün onunla kahvaltı yapmak için koşuşturuyorsunuz?” diye sormuşlar.

Adam cevaplamış:
“Ama ben onun kim olduğunu biliyorum” .​
 
Yukarı Alt