Kayıt
11 Mayıs 2007
Mesajlar
20.770
Beğeniler
258
Şehir
İstanbul
Takımı
Besiktas

Galatasaraylıların gözünde, Frank Rijkaard, “özel” bir isim. Hani hep söyleriz ya, “Galatasaray Türkiye’de çağlar başlatan, dönemleri açan, kapatan kulübüdür” diye.. İşte o tanımlamamıza tam anlamıyla “uyan” bir isim Rijkaard.


“Kıvırcık saçlarına, ak düşmüş uçlarına, Cimbom taraftarına, el salla Frank Rijkaard!”

Ali Sami Yen tribünlerinde her maç söylenen bir tezahürat bu. Galatasaraylıların gözünde, Frank Rijkaard, “özel” bir isim. Hani hep söyleriz ya, “Galatasaray Türkiye'de çağlar başlatan, dönemleri açan, kapatan kulübüdür” diye.. İşte o tanımlamamıza tam anlamıyla “uyan” bir isim Rijkaard. Yıllardır O'nu zaten izliyoruz, takip ediyoruz. Futbolculuğunda, teknik direktörlüğünde… Yanında Neeskens ile birlikte Barcelona'nın yedek kulübesinde bakıp bakıp iç geçirdiğimiz isimler, bugün Galatasaray'ın yedek kulübesinde! İşte bu yüzden kıymetini biliyoruz, değerini takdir ediyoruz. Bu yüzden hiçbir şekilde “elaleme” yedirmeyeceğimiz bir Teknik Direktörümüz O…. Saçına, yaşına, başına takanlara, “Bu Rijkaard futbolu bilmiyor” diyen tipik futbol allamelerine karşı duruşunu seviyoruz ve Frank Rijkaard'ın, Galatasaray'ın tarzına uyarak “yeni bir devri” başlattığına inanıyoruz. Bu futbol filozofu ile bu futbol sanatçısı ile gurur duyuyoruz. Sizi söyleşi ile baş başa bırakmadan önce küçük bir anektodu anlatarak bitirelim. Söyleşi sonrası fotoğraf çekimleri için bir “koltuk” hazırlamıştık, siyah fonun önünde… Sete baktı ama “ben ortaya oturmayayım” dedi ve ekledi “ben kral değilim, o koltukta tek başıma olmak istemem”.. Böyle bir teknik direktöre sahip olduğumuz için gurur duyuyoruz. İşte o Rijkaard, ekibiyle birlikte, sezon sonunda o “koltuğa” takımı oturtacak, biliyoruz. Ama daha önemlisi başka bir konu var. Galatasaray'da başarılı olması ondan beklediğimiz bir şey. Ama her konuşmasıyla, duruşuyla, davranışlarıyla, Türk futboluna bir “yaklaşım” sunuyor her gün. Belki de gelişiyle birlikte Galatasaray'ın yeni başlattığı dönem, tam da bu dönemdir.

Sizin bir futbol felsefeniz olduğunu biliyoruz. Bunu bizzat kendiniz anlatabilir misiniz?
Özetlemek gerekirse; herkesin keyif alabileceği çekici bir futbol oynamak istiyoruz. İnsanlar, sizi izlemek için para ödüyorlar. Bu yüzden, her zaman onlara bir şeyler sunmalısınız. Bununla birlikte sonucu da almak zorundasınız tabii. İyi organize edilmiş, hücuma yönelik güzel bir futbol peşinde olduğumuzu söyleyebilirim. Ama sonuç almak da, çok önemli.

Felsefenizi Türkiye'de uygularken belli bir baskı ile karşılaştınız mı? Burada en fazla önem verilen, sonuç oluyor çünkü…
Futbolun özü bu. Yalnızca Türkiye'de değil, her yerde. Sonuç, çok önemli. Ama bunun yanında ortaya konan, izleyicilere sunulan takım oyunu da oldukça değerli.

Türkiye'ye gelirken beraberinizde getirdiğiniz bu felsefeden dolayı, tüm Galatasaraylılar çok mutluydu. Hatta tüm ekibi sonuç baskısından kurtarabilmek adına, sabır yeminleri edilmişti. Galatasaray taraftarı, skorlardan bağımsız olarak, sizi desteklemeye hazır. Bunu biliyor musunuz acaba?
Aslına bakılırsa, normal şartlarda da böyle olması gerektiğini düşünüyorum. Bir takım inşa etmek ve arzuladığınız şekilde işleyecek bir sistem kurmak için kesinlikle zamana ihtiyacınız vardır. Bizim için alınan skorlar da önemli; çünkü yarışmacı bir takımız. Ben Galatasaray'ın katıldığı tüm organizasyonlarda birinci olmak için oynaması gerektiğini düşünüyorum. Tabii, elinizdeki takımı şekillendirebilmek adına zamana ihtiyacınız olur; ama diğer yandan bu o kadar da kolay değil. Skordan bağımsız düşünebiliriz. Ne var ki; işler, bu şekilde işlemiyor. Oynadığımız futbolla herkese keyif vermeli ve tatmin duygusunu yaşatmalıyız. Bunun için her gün oldukça sıkı şekilde çalışıyoruz.

İstanbul'a geldikten sonra elinizdeki malzemeyi gördünüz. Oyuncular olsun, tesisler olsun… Johan Neeskens ile oturup hedeflerinizi kaç yıl içerisinde gerçekleştirebileceğinizin hesaplarını yaptınız mı? 1, 2, 3 ya da 5 yıl gibi?
Hayır. Örneğin tesisler gayet iyi. Antrenman sahaları, bizim çevremizde bulunan insanlar... Hepsi çok iyiler. Dürüst olmak gerekirse; buraya geldikten sonraki ilk işimiz, kadro seçimi için oyuncuları görmek oldu. İlk önce oyuncuları tanımak zorundasınız. Bununla birlikte, olabilecek ihtimaller üzerine konuşabilir ve ‘'Tamam, bu takımı istediğimiz seviyeye getirebilmek için şu kadar zamana ihtiyacımız var.'' diyebilirsiniz. Ama bunu hemen, ilk anda yapamazsınız. Oyuncuların özelliklerini iyice öğrenmelisiniz; çünkü biz buraya geldiğimizde, onları böylesine yakından tanımıyorduk.

Aradan altı ay geçti ve oyuncularınızı daha iyi tanıdınız. Şimdi bir zaman çizelgesi ya da iş akışı tablosu var mı kafanızda?
Hayır, belirli bir zaman yok. Galatasaray gibi büyük bir takım, her zaman daha fazlasını ister, ileriye bakar. Dolayısıyla tabii ki zaten eşzamanlı olarak sonraki sezonları da düşünüyoruz. Ama bunun bir programı yok.

Sezonun ilk yarısında elde edilen sonuçtan memnun musunuz?
Oyuncularımın bu döneme kadar gösterdikleri performans ve beraber çalışma isteklerinden oldukça memnunum. Tabii, oluşan neticeden kesin bir mutluluk duyduğumu söyleyemem; çünkü ilk yarıda bazı önemli puan kayıpları yaptık. Ama hâlâ zirveye çok yakınız. Ve ikinci yarıda her şey yaşanabilir. Sezonun bu bölümü ile birlikte yine şampiyonluk için mücadele edeceğiz. Söz konusu ihtimalimiz, canlılığını koruyor hâlâ. Tüm bunların neticesinde, genel olarak konuşmak gerekirse, memnun olduğumu söyleyebilirim. Ama tabii her zaman daha iyisini de yapabiliriz.

Sizin de kabul ettiğiniz gibi; takım, ligin altıncı haftasından itibaren bir düşüş yaşadı. Ve aslına bakılırsa uzun da bir süre aldı. Düşüşün nedenleri neydi?
Bilemiyorum. Belki, biraz stres vardı. Önemli sakatlıklar da yaşanmıştı. Aslında birçok farklı temel başlık altında fazlaca sebep sunabilirsiniz. Ama konuşulması gereken, şu an bulunduğumuz konum diye düşünüyorum. Elano, Arda, Kewell, Keita ve Baros gibi, fark yaratabilecek oyuncuların iyi günlerinde ve formda olmaları, diğer oyuncuları da olumlu anlamda etkileyecektir. Dolayısıyla, bu oyuncular hep bizimle olmalılar. Eğer fazla sayıda sakatlık meydana gelirse, problemler artabilir. Ama şimdiye kadar, az önce söylediğim gibi, istediklerimize hâlâ çok yakınız. Birinci sıra ile aramızda yalnızca bir puan var. Ve ikinci yarı ile birlikte yeniden şampiyonluk için mücadele edeceğiz.

Oyuncularımız yeni sistem konusunda ilerleme kaydedebildi mi sizce, artık sistem üzerine daha az açıklayıcı konuşmak durumunda kalıyor musunuz?
Tabii ki… Sezona fena başlamadık. İlk bölümde, iyi oyunlar ortaya koyduk. Sistemi anlayıp özümseyebilmek ve bireysel olarak iyi form sergilemek farklı şeyler. Sistem konusunda bir problem yok.

Bir röportajınızda futbolun kendisi ve futbolcuların oyun karakterleri arasında bazı farkların olduğunu söylemiştiniz.
Futbolda iyi performans sergilemenin her zaman farklı yolları vardır. Bireysel performans, bunlardan biri. Ama günlük yaşanır. O gün iyiyseniz, topla istediklerinizi yaparsınız. Farklı yollardan bir diğeri, taktiksel disiplindir. Bence bu çok daha önemli; çünkü sahaya her zaman %100'ünüzü veremezsiniz. Eğer; takım arkadaşlarınız için oynarsanız, bu takımı güçlü kılar. Oynamazsanız, tüm bunlar sonucu da etkiler. Aslında bizim başarmak istediğimiz bu.

Bu yüzden galiba, futbol zekâ içermelidir her şeyden çok.
Kesinlikle. Biz her zaman zeki futbolcuyu tercih ederiz. Çünkü zeki futbolcu, pozisyonunu kaybetmemeyi, kaybedenin yerini doldurmayı, ne zaman pas vereceğini, ne zaman top süreceğini, ne zaman tek pas oynayacağını bilir. Çünkü bir saniyeden daha az sürede oyuna karar verirsiniz. Bir saniye fazla top sürerseniz, şansınızı kaybedersiniz bazen. Futbolu zeki oyuncularla oynamak önemlidir ve bu sadece saha içinde geçerli değil. Düzgün yaşamak, düzgün beslenmek, profesyonel yaşamak anlamında da önemlidir zeki futbolcular.

Futbolcuların çok büyük saygısı var size karşı. İçeride ve dışarıda futbolcuların zekâsı ve profesyonelliği hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bence genel anlamda çok profesyoneller, çok disiplinliler. Burada zamanında gelmek, iyi antrenman yapmak, iyi performans sergilemekten bahsediyorum. Bence iyi bir grubuz. Saha dışında zeki olmak ile maç içerisinde doğru kararlar vermek arasında bazı farklar olduğunu sanıyorum. Bu herkes için geçerli değil, ama genel olarak oyuncularım iyi çalışıyorlar. Dolayısıyla bir şikayetim yok.

Sturm Graz maçında A2 takımından Çetin Güngör, forma şansı buldu. Ve biliyorsunuz, altyapıya Hollandalı hocamız geldi. Bu seviyedeki oyuncuları artık daha yakından takip edeceğinizi düşünebilir miyiz?
Kulüp yönetimi, altyapıda yeni bir yapılanma içerisine girmeye karar verdi. Ve bunun sonucunda Evert Jan Derks, görev başına getirildi. Ama sezon başından bu yana, biz de genç takımdan bazı oyuncularla ile beraber çalıştık. Onları yaz kampında aramıza aldık. Genç oyuncuları takip etmek, her zaman çok önemli. Bundan sonra da A Takım için gerekli özelliklere sahip olanları değerlendireceğiz.

Çetin Güngör gibi genç oyuncuları ikinci yarıda da görebilecek miyiz?
Tabii ki; aralarından gerçekten çok iyi performans gösterenler çıkarsa, olabilir. Ama ligin ikinci yarısı ile birlikte sakat oyuncularımız da geri dönecek. Biliyorsunuz, ilk yarıda Sabri ve Gökhan Zan bazı problemler yaşadılar. Genç takımlardan oyuncu almak, güzel; ama normal şartlarda biz de kendi takımımızdakilere odaklanacağız.

Hakemler, Türkiye'de en çok konuşulan futbol öğelerinden biri. Ancak siz sezonun ilk yarısı boyunca hakemler hakkında tek söz etmeyerek müthiş bir duruş sergilediniz…
Bu, yalnızca Türk Futbolu'nun sorunu değil. Futbolcular, her zaman şikâyet ederler; çünkü 90 dakika sonunda maalesef sadece bir takım kazanabilir.

Hakemleri asla eleştirmemiş olmanız, futbolcu psikolojisini bilmenizle ilgili olabilir mi?
Evet… Birincisi, kötü bir örnek belki; ama Türk futbolcular, oldukça duygusal. Eğer, bu anlamda hakemlerin kararları üzerine yoğunlaşırsanız; işler daha kötüye gider, sarı ve kırmızı kart sayısı bir anda çoğalabilir. Ben bunu yapmıyorum. İkincisi, genel olarak, hakem faktörü ile kazanamaz veya kaybedemezsiniz. Bu, iyi performans gösterememek ve gerekli hamleleri zamanında yapamamakla ilgili bir durum. Ve böylesi durumlarda; işler, takımın istediği gibi gitmezse; şikâyetler başlar. Kesinlikle aynaya bakmak zorundayız. Hakem, aleyhimize karar verebilir. Ama iyi oynayıp, istediklerinizi yaptığınızda maçı kazanırsınız.

Johan Neeskens'le bir işbirliği içerisindesiniz. Maçlarda yeri geliyor siz öne çıkıyorsunuz, yeri geliyor Neeskens daha ön planda oluyor. İspanya'da da “sakin adam'' olarak tanınırdınız; ama bu önceden yaptığınız bir uygulama mıydı?
Neeskens daha etkileyici. Ama bu, benim maç içerisinde oyuncularla iletişim kurmayacağım anlamına gelmez. Tabii ki, maçlarda öne çıkacak ve oyuncularıma ne yapmaları gerektiğini söyleyeceğim; çünkü biz bu takımda birlikte görev yapıyoruz. Futbolcuların yalnızca bir kişiye değil, teknik heyetin tamamına saygı duyması çok önemli. Biz bir ekibiz. Eğer, ciddi başarılar kazanabilirsek; bu sadece bir oyuncu ya da bir antrenörün değil, tüm ekibin emeği ile olur. Ve bunun için, kulübün en tepesindeki insandan başlayıp, burada bizim malzeme ihtiyacımızı karşılayabilmek için her gün çalışan insanlara dek uzayan iyi bir organizasyon kurmak gerekir. Herkesin katkısı çok önemli. Ben bu mantaliteye inanıyorum. Hiçbir zaman tek bir kişi yoktur. Hep daha fazlası vardır.

Galatasaray'ı camia olarak nasıl buldunuz? İmza aşamasında size anlatılanlar ve şu an bizzat gördükleriniz arasında ne gibi farklılıklar var?
Herhangi bir fark yok. İmzadan önce -Galatasaray'a gelmeden evvel- konuştuğumuz en önemli konu, birlikte çalışmak oldu. Adnan Sezgin ve Haldun Üstünel, bu dönemde hem takıma, hem de teknik heyete yakın durdular. Galatasaray konusunda idealist davranıyorlar. Yalnızca bu sezonu değil, gelecek sezonları da düşünüyorlar. Hedefleri, güçlü ve efektif bir Galatasaray takımı kurmak. Bu konuda bir sürpriz yaşamadığımı söyleyebilirim. Onlar; adeta Galatasaray ile yatıp, Galatasaray ile kalkıyorlar.

Galatasaray'ın ikinci yarıda büyük hedefleri var. Özellikle UEFA Avrupa Ligi ve Atletico Madrid eşleşmesi için neler söylemek istersiniz?
UEFA Avrupa Ligi grup aşamalarını geçtikten sonra, Şampiyonlar Ligi'nden gelebilecek güçlü takımlarla eşleşme ihtimalimiz olduğunu biliyorduk. Tabii ki, çok zorlu bir rakibe karşı oynayacağız. Ama böylesi karşılaşmalar, Galatasaray oyuncuları için, şans olabilir. İspanya Ligi'nde mücadele eden ve kadrosunda önemli yıldızlar bulunduran ciddi bir takım ile karşılacağız çünkü. Bu durumun bize ekstra motivasyon sağlayacağını düşünüyorum.

Peki, Türkiye Ligi… İlk yarıda yaşanılan iniş çıkışları engellemek adına özel bir önlem düşünüyor musunuz?
Sezon başındaki performansımızı yakalarsak eğer, birinci sırayı alma ihtimalimiz artacaktır. Ama bu seviyeye yaklaşmalı ve bunu sürekli hâle getirmeliyiz.

Taraftardan memnun kaldınız mı ilk yarı boyunca?
Oo, kesinlikle. Bu konuda şikâyet etme lüksüm yok. Galatasaray'a gelmeden önce de biliyordum onları. Çok etkileyiciler. Bazen öyle maçlar oluyor ki; gerçekten onların desteğine ihtiyaç duyuyorsunuz. Taraftarlarımız da bu gereksinimi yaptıkları tezahüratlarla giderip, bizlere yardımcı oluyorlar.

Ajax, uzun bir süre "Ajax Sistemi" ile oynadı. 1971, 1972 ve 1973 yıllarında Avrupa Şampiyonu olan kadroda Johan Cruyff, futbolcu olarak görev yapıyordu. 1987'de Kupa Galipleri Kupası'nda ise Cruyff, Ajax'ın başındaydı. Toplamda; Cruyff'un varlığında dört tane Avrupa Kupası kazandı, Ajax. Cruyff sonrasında, iki tane. Siz Barcelona ile 2006 yılında UEFA Şampiyonlar Ligi şampiyonluğa uzanmıştınız. 2009 senesinde Guardiola, 6'da 6 yapmayı başardı. Barcelona Sistemi'nden bahsetmek mümkün bu anlamda. Peki, biz ilerleyen yıllarda ‘Galatasaray Sistemi' üzerinden konuşabilecek miyiz?
Bu harika olur. Az önce de söyledim. Belli bir yolda ilerliyoruz; amacımız insanları mutlu etmek; onların, izledikleri oyundan keyif almalarını sağlamak. Cruyff bu anlamda büyük bir örnek. O, teknik direktör olarak Ajax'ın başına geçtiğinde bir stratejisi vardı. İşler, iyi gitmediğinde bile buna inanmaya devam etti. Ve hem antrenör, hem de oyunculuk dönemlerinde muhteşem karşılıklar aldı. Tabii, tüm bunlar için istedikleriniz doğrultusunda performanslar gösterecek oyunculara da ihtiyacınız var. Bu, bizim üzerinde çalıştığımız bir durum.
Yöneticilerimiz de futbol takımımızın bir felsefesi, bir oyun stiline sahip olmasını istiyorlar. Bu gerçekten güzel bir şey. Futbol tarihinin kendi içerisinde çok sayıda başarılı takım görmeniz mümkün. Ama şu günlerde sokaktaki insanlar, başarıya göz alıcı oyunlarla giden ve bunu yaparken arkalarında iz bırakan takımları hatırlıyorlar. Futbol tarihi, defansif futbol ve tek gollü skorlarla başarılı olmuş başka takımlarla da dolu aynı zamanda; ancak insan hafızası unutmaya çok müsait ve duygusallık ağır basıyor. İnsanlar, kendilerine daha yoğun duygular yaşatmış takımları gönüllerinde her zaman farklı bir yere koyarlar.

FIFA'ya verdiğiniz bir röportajda ‘'Ofsayt kurallarını gülünç buluyorum!'' demiştiniz, oyunun güzelliği açısından…
Gülünç değil, anlaşılmaz buluyorum. Bu kuralı asla anlayamadım. Bence her şeyden önce çekici futbolu öldürüyor. Savunma zekâsını öldürüyor. Çünkü maalesef çok sayıda takım görüyoruz başarılı olabilen, ama nasıl? Hentbol taktiğiyle oynayıp, bütün atakları en geride karşılayarak, sürekli geride kalıp kontratak arayarak… Böyle iki takım karşılaşırsa, bu gerçekten çok sıkıcı olur. Çünkü ikisi de geride kalır. Ofsayt taktiğini kullanmazlar. Oyuncular düşünmek yerine en geride kalarak sadece kalelerini savunup ilerideki oyuncuya uzun top atarlar, fark yaratabilme adına. Eğer çekici, ofansif bir futbol oynamak istiyorsanız iyi bir organizasyona ihtiyacınız var. Bu, sadece defans yapmaktan daha zordur. Savunmayı önünde kurarsınız. FIFA ve UEFA hep “Biz oyunun güzelliğini seviyoruz, bu oyunu daha çekici kılmaya çalışıyoruz.” diyor. Ancak bu kuralla, santrfor pasif durumdayken, top onun kontrol edebileceği durumda olmasına rağmen bayrak kalkmıyor, topa dokunmadığı için. Ancak aynı oyuncu, savunma oyuncusu topa ilk dokunduğu anda pres yapıp gol atabiliyor. Yani, kurallar, çekici futbol oynayan takımın aleyhine işliyor. Defansif oyuna yardım ediyor. Bu durumda “Tamam, pasif ofsayt yok, topluca gerideyiz, maç da 0-0 ya da 1-0 bitsin. Bu yeter.” denilebiliyor. Ancak insanları güzel oyunla mutlu etmek istiyorsanız, ki futbol dünyanın en güzel oyunu, bu saçma kural bunu zorlaştırıyor.

İstanbul BŞB maçının 90. dakikasında yenilen golde farklı bir durum söz konusuydu. 11 oyuncu ile ceza sahası önüne kadar geldik, dolayısıyla rakiplerimiz de bu bölgeye inme fırsatı buldular. Ne kadar geri çekilirseniz, rakip aynı ölçüde sizi takip edebilir çünkü. Ama Gençlerbirliği maçının son anlarında Mustafa Sarp, Servet sürekli birbirleri ile konuştular. Ve savunma çizgisini orta sahaya daha yakın kuran bir takım çıktı ortaya. Bu anlamda, Galatasaray'ın “öğrenen'' bir takım olduğunu söylemek mümkün mü?
Elbette. Önde oynamak, sahanızdan çıkmak istiyorsanız; bunu yalnızca top üzerinde baskı uygulayarak gerçekleştirebilirsiniz. Aksi takdirde markaja devam etmek zorundasınız. Biz de bunun üzerinde çalışıyoruz, daha iyi olmalıyız. Her zaman ilk basamaktan başlarız; düşünmekten. Üzerinde çalışıyoruz, çünkü bu önemli bir durum maç içerisinde. Savunmada öndeyseniz ve topun atılması hedeflenen rakip santrforu ofsaytta ya da kalenizden uzakta bırakabilmişseniz başarılısınızdır. Ancak UEFA ve FIFA'nın saçma kuralı bize bu noktada yardım etmiyor. Çekici bir futbol oynamamızı, topu kalemizden uzakta tutmamızı engelliyor.
Bir başka anlayamadığım kural da şu; maç boyunca çok sayıda faul oluyor. Oyuncular çok sayıda ve kötü fauller yapabiliyor. Bunun dozu arttıkça da uyarı veya kart alıyorlar. Ama kaleci bir hata yaptığı zaman; çoğu zaman hem penaltı, hem de kırmızı kart oluyor. Bu inanılmaz. Çünkü kaleci de diğer oyuncular gibi geç kalabilir, topa müdahale etmek isterken rakibe temas edebilir. Bence penaltı zaten önemli bir ceza. Bir de kaleciyi oyundan atmak, bence futbolun en saçma kuralı, mevcut ofsayt kuralıyla birlikte. Orta saha oyuncusu maç boyunca sürekli faul yapıp oyuna devam edebiliyor, ancak kaleci ceza alanı dışında topa eliyle değse bile kırmızı kart görüyor. Bu çok saçma.

UEFA Avrupa Ligi'nde altı hakem birden vardı. Değişiklik olduğunu hissettiniz mi?
Hayır, bu bize yardım etmedi. Çünkü harika bir gol attık, yine de verilmedi. İzleyenlere daha çok keyif verebilmek için çekici futbolu cazip kılmaya, arttırmaya çalışıyorlar. Futboldaki en çekici şey gol. Oyuncularım izleyenler için gol attılar, hem de harika bir gol. Ancak bu gol, izleyenlerden alındı. Orada başka bir hakem var, ancak yine de doğru karar çıkmadı. Dolayısıyla bir değişiklik hissetmedim.

Ajax'taki yıllarınıza geri dönelim. Galatasaray ile bağlantılı bir soru sorarak tabii. Stanley Menzo ve Leo Franco. 80'lerin sonundaki Ajax'ın kalecisi Menzo, aynı zamanda takımın bir parçası olarak kabul ediliyordu. Ceza sahası dışına çıkarak Ajax'ın sahada rakiplerine karşı yarım oyuncu daha fazla olmasını sağlamalıydı. Neticede Ajax, on buçuk oyuncuya karşı; 11 oyuncu ile mücadele ediyordu. Galatasaray'da da Leo Franco, ligin ilk yarısında yediği gol sayısından dolayı eleştirildi. Ama bu biraz, Galatasaray'ın hücum futbolu fikrinden kaynaklanan bir durum değil mi?
Bunları birbirinden farklı değerlendirmek gerekir. Üst düzey futbol takımlarının neredeyse tamamında kaleciler, takımla birlikte oynamışlardır. Bu önemli. Franco, farklı bir kaleci. Tecrübeli, oyunun her anında sakin kalabilen, baskının üstesinden gelebilen. Ama Hollanda futbol mantalitesine sahip Edwin van der Sar veya Stanley Menzo tarzında bir kaleci değil. Özellikle Ajax Sistemi'nde Cruyff, kalecinin de her zaman takımın bir parçası olmasını istiyordu. Ve bu çok zordur. Eleştirebilirsiniz; çünkü bu sistemde savunma oyuncuları, çoğu zaman yalnızlardır. Şunu bilmelisiniz. Özellikle, takımın ileri çıktığı anlarda; Leo Franco, zamanlamasıyla bu aradaki boşlukta oluşabilecek sıkıntılara engel oluyor. Tecrübeli bir kaleci çünkü.
Mesela, Barcelona kalecisi Victor Valdes. Birçok insan, O'nun iyi bir kaleci dahi olmadığını söyler. Ama Valdes, ‘'Barcelona'' için, onların oynamak istediği oyun için, üst düzey bir kaleci. Topla birlikte çıkabiliyor, agresif olabiliyor, geriden oyun kurabiliyor… Dünyada bir numaralı kaleci olarak pek çok isim ele almak mümkün. Chelsea kalecisi Petr Cech, ya da İtalyan Gianluigi Buffon gibi. Gerçekten kendi alanlarında son derece başarılı isimler. Ama onları bir an için Barcelona'da düşünün. Orta saha çizgisine yakın pozisyon alan savunma oyuncuları olduğunda kalelerinde yalnız kalırlar. İleri çıktıklarında… Unutun gitsin. Cech'e büyük saygı duyuyorum. Ama Barcelona Sistemi, gerçek anlamıyla Victor Valdes tarzında bir kaleciye ihtiyaç duyuyor. Valdes'in Barcelona'da kendisini kanıtlaması da, beni ayrıca mutlu ediyor. Hem geçtiğimiz sezon, hem de bu sezon Barcelona'nın kazandığı tüm başarılarda önemli katkıları oldu. Takımın önemli bir parçasıydı.


“RÜŞTÜ İYİ KALECİYDİ AMA SİSTEM İÇİN SEÇİM YAPTIM”
Örnek vermek gerekirse; 2003 yılında Rüştü Reçber ile beraber çalıştınız. Rüştü, belki Victor Valdes'den daha iyi bir çizgi kalecisiydi. Ama Valdes, Barcelona'nın oyun sistemi için daha uygun bir isimdi. Öyle değil mi?
Rüştü konusunda bir yanlış anlaşılma yaşandı açıkçası. Benim onu sevmediğim yönünde yorumlar yapıldı; ama bu doğru değil. Ben Rüştü'yü seviyordum. İyi bir profesyoneldi. Takım arkadaşları için de iyi bir partnerdi -ki arkadaşları da onu çok seviyordu. Ama o, önünde çok sayıda savunma oyuncusuyla oynayan türden bir kaleciydi; geriden oyunun kurulmasına yardımcı olup topu ayağıyla oyuna sokabilmekten ziyade. Harika bir kaleciydi; ancak yaptığı kurtarışın ardından topu dışarıya ya da çok uzaklara atıyordu. Kalecilik yeteneklerini hiçbir zaman tartışmadım, tartışmam. O, iyi bir kaleci. Ama sistem için bir seçim yapmam gerekiyordu. Bu yüzden tercihimi Victor Valdes'den yana kullandım. Bu, Rüştü'yü sevmediğim anlamına gelmez. Tamamen farklı bir konu. Valdes'in lehine olan bir durum daha vardı. O, önündeki İspanyol savunma oyuncuları ile daha rahat iletişim kurabiliyordu. Ve Rüştü'nün bu durumda öne geçebilmesi için İspanyolca öğrenmesi gerekiyordu. Takdir edersiniz ki, bu da onun için zor bir durumdu.


“BEN DE YAŞLANIYORUM”
Şu sıralar hangi tür müzik dinliyorsunuz?
Eski kayıtları. Çok yeni şeyler dinlemiyorum. Ben de yaşlanıyorum tabii. Ve gençliğimin duygularını taşıyorum. Son zamanlarda dinlediklerim; Temple of the Dog, ki onlar Chris Cornell, Soundgarden ve Pearl Jam'in bir nevi bileşimi, Pixies.


“Yöneticilerimiz de futbol takımımızın bir felsefesi, bir oyun stiline sahip olmasını istiyorlar. Futbol tarihi, defansif futbol ve tek gollü skorlarla başarılı olmuş başka takımlarla da dolu; ancak insanlar, kendilerine daha yoğun duygular yaşatmış takımları gönüllerinde her zaman farklı bir yere koyarlar.”
Kaynak: Galatasaray.org
 
Yukarı Alt