Kayıt
27 Nisan 2007
Mesajlar
397
Beğeniler
0
Şehir
IZMIR
Ayağını denk al, yoksa...

Ayaklarımız 26 kemik, 114 bağ ve 20 kastan oluşuyor. Onlarla dünyayı, yaşamımız boyunca yaklaşık olarak 2,5 defa turluyoruz. Ayaklarımızın yapısını ve nelere katlanmak zorunda olduklarını biliyor muydunuz?





Ayak, bir sanat eseridir

Ayakları kimse takdir etmese de, istatistikler ediyor. Beşikten mezara kadar, günde yaklaşık 150 milyon adım atıyoruz. Yaşam boyunca, ortalama 100.000 kilometre yürüyoruz, bu da yaklaşık olarak dünya etrafında 2,5 tur anlamına geliyor. Günde yaklaşık 3 kilometre yol yürüyen ortalama bir insan için oldukça etkileyici bir performans... Ancak, garsonlar, postacılar, gezginler ya da uzun mesafe, yürüyüş yapanların aldığı günlük mesafe rahatlıkla bunun iki veya üç katına çıkabiliyor.

Kadavralar üzerinde araştırmalar yaptığı için konu hakkında bilgisi olan doğa araştırmacısı Leonardo da Vinci, "Ayak, 26 kemik, 114 bağ ve 20 kastan oluşan bir sanat eseridir" demişti. Anatomik olarak bakıldığında bu sanat eserinin temel yapısını, 7 bilek kemiği, 5 tarak kemiği ve 14 parmak kemiği oluşturuyor. Bu kemikler iç içe geçmiş iki kemer şeklinde: biri ayağın uzunluğu yönünde, ikincisi de ayağın ön bölümünde enine doğru... Çok sayıda bağ ve kas kirişi, tüm bu parçaların birbirine bağlanmasını ve birlikte çalışmasını sağlıyor. Bir eldiven gibi hareketli ve esnek, ama aynı zamanda sağlam ve dengeli olmak gibi birbirine tamamen zıt iki temel işlevi ancak bu şekilde gerçekleştirebiliyor. Ayrıca, dengede durma eylemi için birçok canlı dört desteğe ihtiyaç duyarken, insan iki ayaküstünde durabiliyor.

Hareket halindeyken inanılmaz şeyler yapabiliyor. 100 kiloya varan ağırlığı, topuklardan eklem kemiklerine aktararak yay görevi görüyor. Topuk, derialtı yağ dokusuna bağlı bulunan odacıklarla dolu bir bağ ve yağ dokusundan oluşuyor. Bu yapısıyla, yürüme sırasında serbest kalan hareket enerjisini frenleyen yüksek nitelikli tampon görevi görüyor. Doktorlar, dünyada ayak kadar hassas ve güvenilir bir şekilde fren yapabilen başka bir sistemin (ABS de dahil) daha bulunmadığını belirtiyorlar.



Ayaklarımızın taşıdığı yük


Yürüme sırasında sadece beden ağırlığını taşırken, koşma sırasında yaylanarak beden ağırlığının iki ya da üç katına fırlatması gerekiyor. Bu hareketi, maraton koşusunda ayak başına 12.000 defa yapabiliyor. Meksika'da yaşayan Tarahumara Kızılderilileri'nin koştuğu süper maratonda, ayaklar 36 saat boyunca hiç durmuyor. Ve onlar daha birçok şeye dayanıyorlar. Kaleciler, kale önünde topa vurup, hızım saniyeden bile daha kısa bir sürede 120 km/s'ye çıkararak 90 metre uzaklığa fırlattıklarında acı bile hissetmiyor. Paten kayan bir kişi 60 km/s hızla virajı dönerken, ayağa, daha doğrusu 1,3 santimetre enindeki kızakların üstüne 650 kilogram basınç uyguluyor. Ayak, yüksek atlama yapan atlete, çıtanın üstünden heyecan verici atlayışlar, balerine de parmaklarının üstünde nefes kesen dönüşler yaptırtıyor. Tenis oyuncusunun zıplama hareketi, kikbokser'ın hızlı tekmeleri, jimnastikçinin artistik denge hareketleri onlar olmadan gerçekleşemezdi.

Canlıya destek veren bu organlar sadece yürürken, hoplarken, dans ederken ya da koşarken de ağır çalışmak zorunda. Normal ayakta dururken bile sürekli hareket ediyor, öne, arkaya yana eğiliyor ve bu sırada bedenimizin ağırlık noktasını sürekli değiştiriyoruz. Bir de, genellikle pürüzlü zeminde hareket ettiğimiz ya da engeller üzerinden geçmek zorunda olduğumuz düşünülürse... O anda burnumuzun üstüne düşmememiz için, ayağımız yıldırım hızıyla tepki vermeli ve yeri güvenli kavramalı.

Ayak tabanında bu işleri yapmakla görevli yüzlerce sinir reseptörü var. Beynimize, ayakların bulunduğu yer ve zeminin nitelikleriyle ilgili sayısız bilgi gönderiyor. Kafatasının içindeki bilgisayar da, ayaktaki ve bacaktaki kasları harekete geçirerek, doğru pozisyonu almamızı sağlayan belirsiz sinir sinyalleri gönderiyor.

Seni gıdıgıdı cezası

Ortaçağ'da, ayakların duyarlı olmasından yararlanılarak insanlara cezalar veriliyordu. Cezalandırılacak kişinin ayaklarını, ortasında iki tane delik bulunan tahta levhanın arasına kilitliyorlar, sonra da saman çöpleriyle gıdıklıyorlardı. Çok kötü bir işkence olmalıydı.



Ateş üstünde yürüyebilir miyiz?

Son birkaç yıldır, çeşitli korkulardan kurtulmak, motivasyonu artırmak ve "içerdeki ben"i bulabilmek için özel seminerler ve yöneticilik kurslarında, yanan kömürlerin üstünde yürüyebilme hünerini geliştirmek çok moda. Bu, ruhun maddeye karşı bir zaferi mi yoksa bir mucize mi? Max-Planck Enstitüsü'nden bilim adamları bu ilginç olayın sırrını uzun süre önce çözmüşler. 900 santigrat derece yerine 440 santigrat dereceye getirilen kor sıcaklığı, ayakların altında 100 santigrat derece olarak hissediliyor. Bu sıcaklık da, önceden antrenman yapmasa da herkesin kısa bir süre için dayanabileceği bir sıcaklık.


Aşırı yük

Aydınlanmanın dinlenmek bilmeyen filozofu Jean-Jacques Rousseau "Ruhumun hareket etmesi gerektiğinde, bedenim de hareket halinde olmalı" demişti. Peki biz durmak bilmeyen ayaklarımıza nasıl teşekkür ediyoruz? Günün üçte ikisinde sağlıklı olmayan, koyu renkli, iyi havalandırılmamış deri, kumaş ya da sentetik malzemelerden yapılan ayakkabılar giyerek... Ya da onları spor yaparken bileğimizi incitip, kas liflerini yırtıncaya, sinir uçları iltihaplanıp kemiklerin ağrısından ağlayıncaya kadar yorarak. Aslında çok dayanıklı olan yürüme aracımızın gücü bir gün, bir yerde tükenebiliyor. Doktorlar, "Halux valgus"tan şikâyetçi olan insan sayısının hızla yükseldiğine işaret ediyorlar. Bu rahatsızlık, özellikle kadınların ayaklarını sivri uçlu ve dar ayakkabılara sıkıştırmaya çalışmaları sonucu ortaya çıkıyor. Ayaklar, kadınların, özellikle de yeni modayı takip eden gençlerin hoşlandığı şeylerden; yani yapısını bozduğu, eklemlere, tabana ve parmaklara zarar verdiği için doktorların ısrarla uyardıkları apartman ya da yüksek topuklardan nefret ediyorlar. Uçları büyüyen parmaklar, çekiç parmaklar, nasniar, tabanı çökmüş, çarpık ya da düztaban ayaklar sık görülen şikâyetler... Bunlar, uygun olmayan ayakkabıların giyildiği çocukluk döneminden kaynaklananlar. Bir de, ilerleyen yıllarda yaşlılık nedeniyle ortaya çıkan şekil bozuklukları görülüyor.



Sahilde çıplak ayakla... Ayaklar kendilerini, rahatsız ayakkabılardan kurtularak kaldırımlardan uzaktaki kıyılarda, kumların üzerindeyken çok özgür ve rahat hissediyorlar. Doktorlar, ayak sağlığı için bu dinlenme programını daha sık öneriyorlar.

Aşırı yüklenildiği için, ayak rahatsız olmaya başlayınca, bundan bütün beden etkileniyor. Dizlerde ağrı başlıyor, sinirler iltihaplanıyor, sırt ağrıları başlıyor. Bu şikâyetleri sporcular yaşadıkları zaman, doğrudan performansları ve bununla birlikte ruh sağlıkları etkileniyor. Kondisyon sporlarıyla uğraşanların neredeyse yarısının ayaklarında şekil bozukluğu görülüyor. Ve sporcular, ayak sağlığını korumak bir yana, kötüleştirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Onlara işkence yapmak yerine daha çok ilgilenilmeli. Ne de olsa insanları, canlıların hakimi yapan ayaklan... Laetoli'de ( Tanzanya-Afrika) bulunan fosil izleri, 3,5 milyon yıl önce yaşayan ve iki ayaküstüne kalkarak dünyaya hükmetmeye başlayan insanların gücüne sessizce tanıklık ediyor. Yürümek için kullandığı araçları, balık yüzgeçlerinin evrimleşmiş şekliydi. Bu yüzgeçler 400 milyon yıl önce canlılar ilk olarak karaya çıktıklarında, ikiyaşayışlılar, sürüngenler ve memelilerde farklı farklı yürüme araçlarına dönüşmüştü.

Evrile çevrile ne hale geldik

Anatomik yapısı itibariyle insana en yakın canlı olan maymunlar için, ağaç tepelerinde ve dev ormanlarda en iyi hareket etmesini sağlayan araç ayakları değil, uzun parmaklan ve geniş taraklarıyla iyi kavramasını sağlayan elleriydi. Yerde yürüyen insanda ise ayaklar, ayakta durmayı, yürümeyi sağlayan ve destek niteliğindeki yürüme araçlarına dönüştü.

Zamanla, büyük parmaklar küçüldü ve tüm parmaklar biraz daha birbirine yaklaştı. Bu nedenle insanlar, maymunlara büyük kolaylık sağlayan kavrama yeteneklerini kaybettiler. Kaza ile ellerini kaybeden insanlar, yoğun egzersizlerle bu yeteneği kısmen tekrar kazanarak ayağıyla yemek yiyebiliyor, resim yapabiliyor ve yazabiliyor.



En çok yüklenildiği an...Balerin, ayakları üzerinde dans etmeye başlayınca, bedenin tüm ağırlığı 5 tane parmak üzerinde toplanıyor. Uzun yıllar çalışılarak kazanılabilecek bir yetenek,.. Ancak, bu başarı, çoğu zaman ağır ayak hastalıklarını da beraberinde getiriyor.

Hayran olduğumuz yetenekli ayaklar, şirin-küçük ayaklar, ayak fetişisti miyiz?

Ayaklar, ortama göre farklı niteliklerde olabiliyor. Bu, küçücük ayakları olan Eskimo örneğinde rahatlıkla görülebiliyor. Uzun ayaklar soğukta daha çabuk donacaktır. Almanya'nın kuzeyi ve İskandinav ülkelerinde yaşayanlar, Güney Avrupa'da yaşayan insanlara oranla daha büyük ayaklara sahipler. Amerika'nın Florida eyaletinde yaşayan Matthey Mc-Grory dünyanın en büyük ayağına sahip. Özel yapılan 96 numara, 5 çift ayakkabısının değeri 15.000 dolar değerinde. Spor dünyasının dev ayakları, genellikle en küçük ayaklı insanlardan oluşuyor. Ayakkabı numarası 42 ve daha altında olan futbolcular en kuvvetli ayaklara sahip.

Küçük ve zarif bir kadın ayağı, hoş bir ayakkabı içine girdiği zaman, bazı insanlar ayak fetişisti bile olabiliyorlar. Goethe bunlardan biriydi. Şair bir yazısında "Güzel ayakları olan yaşlı bir kadına bakıldığında bile insanın içinden ayakkabısını öpmek geliyor" diyordu. İsveçli yazar August Strindberg, kadın ayaklarını o kadar çok seviyordu ki, ayaklar onda psikolojik bağımlılık haline gelmişti. "Bir Çılgının Savunması" adlı eserinde bu sorununu edebi olarak çözmeye çalışmıştı. "Bir deli, burnu yerde 'bir av köpeği' gibi kadın izini takip ediyor" diyordu.

Ohhhh... ayak kokuyor

Bu olay, 19.yüzyılda yaşayan ve sevgililerinin ayakkabısından şampanya içen aşıkların öykülerini hatırlatıyor. Her halde kimyagerlerin daha birkaç yıl önce buldukları bir gerçeği onlar bilmiyor, ama hissediyorlardı: Ayak teri, bileşim olarak genital organlarda üretilen koku maddelerine benziyor ve dolayısıyla cinsel uyarıcı etki yaratıyordu.

Prens Külkedisi'nin nesini beğendi?Yoksa prens ayak şeyi miydi?

Ayakların erotizmine, Grimm'in yazdığı "Külkedisi" adlı masalda da değiniliyordu. Çirkin, aptal ve kocaman ayaklara sahip iki kız kardeş, prensin kalbini böyle kazanabileceklerine inandıkları için ayak parmaklarını kesmişlerdi. Ama masal onların lehine gelişmiyor. Geleneklere uyarak mutlu sonla bitmesi gerektiği için, genç prens seçimini, açgözlü, kötü kalpli üvey annesi tarafından pis işleri yapması için mutfağa kapatılan ve zarif, küçücük ayaklara sahip en küçük kız kardeş yönünde kullanıyor.

Çinliler kadınlarının bu işkenceye katlanmasını neden istediler?

Ama asıl daha önce Gharles Perrault tarafından yazılan "Külkedisi"nde konu çok daha dikkat çekici ele alınmış: Prens, Külkedisi Sindirella'nın küçücük altın terliklerinden, daha doğrusu onu süsleyecek zarif ayaklarından çok etkileniyor. Böylelikle çok eski bir güzellik idealini, yani küçük kadın ayaklarının daha çekici olduğu düşüncesini bir daha gündeme getirmiş oluyordu. Masalın böyle bitmesi, kuşkusuz bir rastlantı değildi. Bu masalın kaynağı Çin'den geliyordu. Ve orada, küçük kadın ayaklarına duyulan tutku, iç karartan bir gelenekle en üst seviyeye tırmandırılmıştı. Küçük ayaklara sahip olması için, üst tabakaya ait kadınların ayaklan daha altı yaşından itibaren aşağıya doğru kıvrılıp bağlanıyordu. Daha sonra, her iki haftada bir iki santim daha kısa yem ayakkabılar giydiriliyordu. 7,5 santimetre uzunluğa sahip ünlü lotus ayaklan böyle yaratılıyordu. Kadınların küçük ayaklı olmasının Çinli erkekler için birçok avantajı vardı: Bu ayaklarla kaçamadıkları ve çalışamadıkları için, onlar üzerinde rahatlıkla hakimiyet kurabiliyorlardı. Minik adımlarla yürüyebildiklerinden, vajina kasları çok geç yaşlara kadar çalışmış oluyor, erkekler de buna çok değer veriyordu.

Avrupalıların ayaklara bakış açısı daha farklı... Avrupa kültürüne göre, güzel bir kadın ayağının yüksek kemerli olması gerekiyor. Öyle ki, ayak tabanı ile parmak uçları arasından ince bir su akıntısı, ayak derisine dokunmadan rahatlıkla akabilmeli... Yüksek topuklu ayakkabılar, ayak köprüsünü istenilen yüksekliğe çıkartarak arzulanan çekiciliği yaratıyorlar, özellikle de kaldırımda çıkardığı tak-tak sesiyle...

Aslında ayaklar tarih boyunca çok önemsenmişti. Eski tarihlerde savaş yapıldıktan sonra kazananlar boş yere ayaklarını yenilenlerin sırtına basmıyorlardı. Bu, büyük bir zafer göstergesiydi. Peki yenilen ne yapıyordu, o da zafer sahibinin ayaklarına kapanıyordu. Günlük yaşamda da insanlar psikolojik savaşlar yaparken "birbirinin ayağına basmak" deyimini sıkça kullanıyorlar.



İnançlar ve ayaklar

Engizisyon döneminde kilise, büyücülük yapmakla suçladıkları kadınların sihirli güçlerini, ancak ayaklan yere bastığında gerçekleştirebileceklerine inanıyordu. Bunun için cadı, ölüm cezası uygulanarak yakılmadan önce, yere basmaması için ateşin bulunduğu alana kadar bir arabayla götürülüyordu.


Papazlar, fakir insanların Tanrı önünde eşit olduklarını vurgulamak için onların ayaklarını yıkıyor.

Birçok dinde tanrının evindeki kutsal zemine sadece çıplak ayakla basılabiliyor. Tanrı, Musa'ya "Ayakkabılarını çıkar, çünkü üzerine bastığın yer, kutsal topraklardır" diyor. Bu nedenle birçok insan yılın belirli zamanlarında kutsal toprakları ziyaret ederek hac görevlerini yerine getiriyorlar.

Tanrıların izinden yürümek, ister bir inanç isterse de bir gelenek olsun, günümüzde de sürüyor. Hollywood'un en göz alıcı dönemlerinde sahnelerin kahramanı olan yıldızlar, arkalarında, Los Angeles'taki Hollywood Bulvarı'nda betona dökülmüş ayak izlerini bıraktılar. Hemen hemen her gün, gruplarca turist burayı ziyaret ederek, ayak izlerinin büyüsüne kapılıyor. Kim, hayatında bir kere Humphrey Bogart ya da Greta Garbo'unun ayak izlerine basmak istemez ki?

Ayaklar masa altında gizli dokunuşlarla ifade ederken de bu hassas yapısı çok işe yarıyor. Ayaklara masaj yaparken de öyle... Esoterik uzmanlarına göre, çok sayıda sinir, iç organlarımızı tabanımızdaki deriye bağlıyor. Mide ve böbreklerimiz, karaciğer ve pankreasımız, eklemler; hatta tek tek dişlerimizin hepsinin tabanımızda bir temsilcisi var. Masajla bu noktalar uyarılarak hasta organa iyileştirici sinyaller gönderilip, neredeyse tüm hastalıklar tedavi edilebiliyor. Hatta varis ve kısırlık bile...




Alıntıdır. ( Önceden Yayınlanmış İse Kusura Bakmayın)
 
Kayıt
27 Nisan 2007
Mesajlar
397
Beğeniler
0
Şehir
IZMIR
fatalaty demiş ki:
ne ayakmıs be gercekten genel kultur...kulturluyum artık :D
2 dakika içinde bu kadar satırı (içten ve anlayarak) okuduğuna her ne kadar inanmıyor olsamda İnandığım şey gerçektende kültürlü olduğundur :)

Konuya ilgin için teşekkürler :)
 
Yukarı Alt