Kayıt
3 Ocak 2009
Mesajlar
12.050
Beğeniler
314
Şehir
Белгород
Tam bağımsızlık bir olgudur, gözlemlenebilir. Her olgu gibi, onun da meydana gelmesine, oluşmasına yol açan başka olgular vardır. Bu sebepler ortaya çıkıp gerçekleşmedikçe, tam bağımsızlık da gerçekleşemez. Bağımsızlığın derecesi de bu unsurların gücüne bağlıdır. Onlardaki bir gerileme, zayıflama, bağımsızlıkta da gerileme ve zayıflamaya sebep olur. İşte bütün bu etmenlere “tam bağımsızlığın belirleyicileri” adını veriyoruz.

Tam Bağımsızlığın belirleyicileri iki açıdan ele alınabilir. “Tam Bağımsızlığı sağlayıcı” etmenler, “tam bağımsızlığı yok edici” etmenler…

I) TAM BAĞIMSIZLIĞI SAĞLAYICI ETMENLER

Atatürk iki olgu üzerinde çok durmuştur: Millî egemenlik ve tam bağımsızlık. Türkiye Cumhuriyeti’ni bu iki ilke üzerine inşa etmiştir. Türkiye açısından, tam bağımsızlığı belirleyici unsurlara da değinmiştir, bunları şöyle sıralayabilirim:

-Milletimizin uygarlık yeteneği,
-Kaynak kullanma başarısı,
-Egemenlik bilinci.

a) Uygarlık Yeteneği

Bir milletin, devletiyle ayakta kalması, yaşaması için maddi güç yeterli değildir. O millet aynı zamanda uygar eser yaratma yeteneğine sahip olmalıdır: Edebiyatı ile, sanatı ile, bilimsel birikimi ile, teknik buluşları ile, dünya çapında kendini göstermesi, kanıtlaması gerekir. Uygar eser meydana getirme yeteneğinden yoksun bir millet, özgürlük ve bağımsızlığından da yoksun kalmaya mahkûmdur.

Demek ki, milletimizin de özgürlük ve bağımsızlığı, ortaya koyduğu ve koyacağı uygar eserlere bağlıdır. Milletimizin
sahip olduğu medeni eserlere ancak şu örnekleri verebilirim: Orhun Anıtları, Kutadgu Bilig, Süleymaniye Camii, Piri
Reis Haritası, Yunus Emre Divanı, Nasrettin Hoca fıkraları, Nutuk, Anıtkabir,…

b) Kaynak Kullanma Başarısı

Atatürk bu kavramdan, “bir milletin ekonomik yaratıcılığı”nı kast ediyor. Millet kendi doğal kaynaklarını, insanını,
sermayesini ve mevcut teknikleri gereğince kullanmalı, bunları değerlendirebilmeli, onlarla katma değer yaratabilmelidir. Bu kaynaklara yalnız kendisinin değil, diğer ülkelerin kaynakları da dahil edilebilir. Öyleyse, Türk
milleti sahip olduğu arazinin servet kaynaklarından faydalanmalı, bu yoldan bütün insanlığa da fayda sağlamalıdır.
Bu sorumluluğunu yerine getiremezse, yaşama hakkı ve bağımsızlığı yine tehlikededir.

Kaynak kullanmakta başarılı bir millet zenginleşir. Bu sayede kuvvetlenir; kendi kararlarını kendi alma imkânı,
dünyayı, başka ulusları etkileme gücü artar.

c) Egemenlik Bilinci

Tam bağımsızlık için bir koşul da milletimizin kendi iradesine, kendi egemenliğine sahip çıkabilmesidir. Bu irade ve
egemenlik şunun bunun eline, değersiz insanların, işbirlikçi bedhahların eline bırakılmamalıdır.

II) TAM BAĞIMSIZLIĞI YOK EDİCİ ETMENLER

Dünyada, kendi refah ve gelişmelerini başka milletleri sömürmeye dayandırmış güç odakları vardır. Bunlar şu veya
bu şekilde o ülke insanlarını tutsak ederler, olmayanları o duruma getirmeye çalışırlar; kaynaklarını, pazarlarını ele
geçirirler. Yöneticileri kendilerine bağlar, kullanırlar ki, bu olguya emperyalizm diyoruz.

Dünyada Emperyalizm olduğu sürece milletlerin, bu arada Türk milletinin de bağımsızlığı hep tehlikede olacaktır. Ne
yazık ki ülkemiz o güçlerin etkisi altına uzun yıllardır girmiş bulunuyor. Söz konusu odakların başında ABD
gelmektedir. Onu İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya gibi ülkeler takip ediyor. Bu sonuncu ülkeler Avrupa Birliği
şemsiyesi altında ortak hareket edebiliyorlar. Ancak şunu önemle belirtmeliyim ki, devletler görünürdedir. Onları da
kullanan asıl sömürgen güçler vardır ki, bunlar dev küresel şirketlerdir. En tepede “Derin Merkez” yer alır. Demek
ki Türk milletini tutsak etmek isteyen, bağımsızlığını yok eden, perde arkasındaki asıl güç, Derin Merkez’dir; o
merkezi oluşturan küresel şirketlerdir.

‘***’

Bir ülkenin bağımsızlığı hangi yollardan yok edilmektedir? Bunlar askerî işgal, işbirlikçi kullanma, zayıf karakterli
yöneticilerin etkisi, ekonomik ve kültürel baskılar, askerî ve ikili anlaşma şekillerini alabilir.

a) Ülke yabancı güçlerce fiilen ve temelli işgal edilir. Ulusun her türlü bağımsızlığına son verilir.

b) Ülke fiilen işgal edilir. Yenilgiden sonra, ülkenin yabancı askerlerden arındırılması karşılığında, o toplumdan
ekonomik, mâli, adlî ve diğer alanlarda bağımlılık yaratacak ödünler kopartılır.

c) Sömürgen devlet o toplumda “Biz büyük bir devletin yardımı olmaksızın varlığımızı koruyamayız” diyen kişiler
bulur. Onları iş başına getirtir. Bu yöneticiler ülkenin yazgısını her bakımdan koruyucu devlete bağlar. Toplum,
uzun erimde vasi devletin emellerini gerçekleştirecek şekilde yeniden düzenlenir.

Atatürk bu tür kişilere karşı bizi şöyle uyarmıştır: “Bizi [ekonomik hayatımızı geliştirme, böylece refaha ulaşma]
amacına erişmekten alıkoyan iki kuvvet vardır. Biri dış düşmanlardır. Bunlar bizi bir sömürge yapmak için,
ilerlememizi istemeyenlerdir. Fakat bizim için, bunlardan daha zararlı, daha öldürücü bir sınıf vardır. O da içimizden
çıkması muhtemel olan hainlerdir.”

d) Kimi politikacılar ve devlet adamları; zorluklar arttıkça, tam bağımsızlık yerine “yarı bağımsızlığa” razı olmaya,
halkı da buna boyun eğdirmeye çalışırlar. Örneğin, Kurtuluş Savaşımızda, Rauf, Bekir Sami, Kara Vasıf Bey’ler bu
yolu denemişlerdir. Bunlar daha Sivas Kongresi sırasında Amerikan mandası fikrini savunmuşlar; sonraları da,
ellerine fırsat geçtikçe benzer girişimlerde bulunmaktan çekinmemişlerdir.

Bu nedenledir ki, tam bağımsızlığı korumada en önemli sorun, bir toplumun yöneticilerinin seçilmesi sorunudur.
Yönetimi, ulusun kendi ayakları üzerinde durması gibi zor bir ilkeyi uygulayamayacak denli zayıf ruhlu politikacıların
eline geçen bir toplum; bağımsızlığını korumada, dış düşmandan çok, iç düşmanla uğraşmak zorunda kalır.

e) Bağımlı duruma getirilen toplum artık, ya “tarımcı,” ürünlerini yok pahasına satan, dışa bağlı ve muhtaç, ya da
yeraltı zenginliklerini işlemeden satan, asalak bir insan yığını olmaya mahkûmdur. Sömürücü-koruyucu devlet;
“yardım ettiği devlet”in sanayileşmesine, doğal kaynaklarını kendi öz yararı için kullanmasına izin vermez. Bu
amaçla o ülke borçlanmaya itilir, özelleştirmelere, topraklarını, ekonomik tesislerini satmaya zorlanır; yabancı
sermaye yoluyla ekonomi işgale uğrar. Türkiye’de 1980’den beri yapılan budur; uygulama 2002’den bu yana
korkunç boyutlara ulaşmıştır.

f) Koruyucu devlet; en etkili ve önemli bir araç olarak, kültür emperyalizminden de geniş ölçüde yararlanır. Az
gelişmiş ülkenin kamuoyuna egemen olmak üzere, kitle eğitim ve haberleşme araçları (basın, radyo, televizyon,
Internet) yoluyla, yurttaşların kafaları sistemli ve sürekli olarak yıkanır. Eğitim ve kültür kurumları, şu ya da bu
yoldan koruyucu devletin buyruğu altına girer. Böylece toplumdaki diplomalıların çoğu, “boyun eğmeye yatkın,”
“bağımsız düşünme yeteneğinden yoksun” sözde aydınlar olarak yetişir. Bunlar topluma öncülük edemezler; onu
gerçek bağımsızlığa kavuşturamazlar. Hattâ, eğer ülke bağımsız ise, bunu yitirmesine katkıda bulunurlar.

g) Büyük devletlerin, az gelişmiş ülkelerin bağımsızlıklarını ortadan kaldırmak için başvurdukları yollardan biri de “sıkı
ve geniş kapsamlı askerî ittifaklar” ile bunları izleyen “ikili anlaşmalar”dır. Bu çerçevede tanınan ayrıcalıklar, ulusal
orduyu kumanda olanakları, askerî üsler, silah ve teçhizat bakımından tek bir devlete bağlılık gibi olgular; az
gelişmiş ülkenin iç işlerinin, dolaylı olarak büyük devletin denetimine geçmesi sonucunu doğurmaktadır.

‘***’

Tam bağımsızlığın ihlali; yabancı bir güce ödün verme, ayrıcalık tanıma şeklinde ortaya çıkar. Her ihlal, yabancı
odak (ülke, ülkeler topluluğu, kuruluş,…) için bir kazançtır; o oluşuma Millet’e ait bir hakkın devredilmesi demektir.
Yabancının kazandığı –dolayısıyla milletin kaybettiği- bu hakka genel olarak “kapitülasyon” adı verilir. Kapitülasyon
bağımlılığın ürünüdür, tam bağımsızlığın zedelenmiş olduğunun en açık bir göstergesi ve kanıtıdır.

Örnek verelim.

a) Osmanlı Devleti, Avrupa devletlerine ödün vere vere, sonunda ekonomik, malî ve politik bağımsızlığını yitirmiş,
Avrupa devletleri önünde kapitülasyon zincirleriyle diz çöktürülmüş bir devlet haline gelmişti.

Atatürk’ten bir kez daha dinleyelim:

-Bir devlet düşünün ki kendi uyruğuna koyduğu bir vergiyi yabancılara koyamaz; gümrük işlemlerini, resimlerini
ülkenin ve milletin ihtiyaçlarına göre düzenlemesi engellenmiştir; bir devlet ki bunların da ötesinde yabancılar
üzerinde yargı yetkisini uygulamaktan men edilmiştir. işte böyledir bağımsızlığından yoksun olan bir devlet!…

-Osmanlı’da devletin ve milletin yaşamına yapılan müdahaleler bu saydıklarımdan ibaret değildi, daha fazla idi.
Doğrudan doğruya milletin yaşamsal ihtiyaçlarından olan, örneğin demiryolu yapmak için, fabrika yapmak için
devlet serbest değildi; mutlaka dış müdahale vardı. Bu şekilde hayatını teminden menettirilen bir devlet bağımsız
olabilir mi? Gerçekte Osmanlı Devleti bağımsızlığını çoktan kaybetmişti. Osmanlı ülkesi yabancıların serbest bir
sömürgesinden başka bir şey değildi; Osmanlı içindeki Türk milleti de tamamen tutsak durumuna getirilmişti. Bu
sonuç milletin kendi iradesine ve kendi egemenliğine sahip bulunamamasından, bu irade ve egemenliğin şunun
bunun elinde kullanılagelmiş olmasından kaynaklanıyordu.

-Ben bu haksızlığa karşı çıktım. Milletimin başına geçerek İstiklal Savaşımızı başlattım. Milletimin gasp edilmiş haklarını
geri aldım. Ülkemi tam bağımsız kıldım.

b) Geçmiş ve günümüzdeki Cumhuriyet hükümetleri de tam bağımsızlığımızı zedeleyen ya da ortadan kaldıran
kararlar almış, antlaşmalar yapmışlardır. Bunlara şu örnekleri vermekle yetinelim:

-İsmet Paşa döneminde, 1940’ların sonunda ABD ile yapılan İkili Antlaşmalar.
-IMF ile ilişkiler çerçevesinde alınan kararlar.
-1995 Gümrük Birliği Antlaşması,
-Avrupa Birliği ile ilişkiler çerçevesinde kabul edilen bazı yasa ve yönergeler.

‘***’

Tam bağımsızlığın ihlaline yol açan bir diğer faktör de halktaki bilinçlenme eksikliğidir.

Birçok alanda olduğu gibi bağımsızlık konusunda da halktaki bilinçlenme eksikliği, ciddî bir handikaptır. Türkiye
bakımından açıklamak gerekirse, halkımızın bağımsızlık ve özgürlüğün mahiyetini, yüksek değerini kavramış
olduğunu ne yazık ki, söyleyemeyiz. Bu tehlikeli durumun temel sebebi; tam bağımsızlık bilincinin, yıllardır,
halkımıza sürekli ve yeterli şekilde aşılanmamış, bir eğitim konusu olarak görülmemiş olmasıdır. Öyle ki,
okumuşlarımızda, aydın olarak nitelediğimiz birçok kimselerde bile tam bağımsızlık bilinci ya yoktur, ya da zayıftır.
Üstelik bu ihmal giderek artmıştır, artıyor. Günümüzde ise -ne yazık ki- tam bağımsızlık ülküsü tamamen unutulma
yolundadır. Bunda, son yıllarda dal budak salan küreselleşme ve liberalizm propagandasının önemli etkisi olduğu
bir gerçektir.

CİHAN DURA
 
Yukarı Alt