Kayıt
27 Nisan 2007
Mesajlar
7.427
Beğeniler
0
Şehir
In Dem Kampus
Tracy McGrady



Şu anda NBA’de 25 sayı, 5 ribaund ve 5 asist ortalamasıyla shooting guard oynayabilen sadece iki isim var. Birisi üç şampiyonluk yüzüğü sahibi Kobe Bryant diğeri ise Tracy McGrady. Üstelik McGrady, Shaquille O’Neil gibi NBA’in en güçlü pivotuyla hatta ve hatta en dominant oyuncusu ile oynama lüksüne de sahip değil. Yani Kobe gibi savunmacısı ikili sıkıştırmalara yardım için gittiğinde boş şut pozisyonları yakalamıyor. Aksine takımının tek büyük yıldızı olması nedeniyle ikili hatta kimi zaman üçlü sıkıştırmalarla boğuşmak zorunda. İşte bu yüzden geceleri yatmadan önce Grant Hill’in parkelere sağlam bir şekilde ve temelli olarak dönmesi için dua ediyor. Yine de Hill dönsün ya da dönmesin T-Mac yolunu bilir. Çünkü o NBA’in sayı kralı. Ve dikkat etmezseniz her an potanıza en az 30 sayı atmaya hazır!!

New_York_Nets_Julius_Erving_ny124_large.jpg


Eyvah Dr. J Emekli Oluyor, Gitti Paracıklar!!
Julius Erving, yani Dr.J, basketbol tarihinin “havada yürüyebilen” ilk büyük yıldızıydı. Ayaklarının yer ile teması kesildikten sonra yapabileceklerini hayal etmek bile o günün basketbol şartları içinde zordu. Sadece onu seyretmek için salonlara doluşan binlerce kişi vardı. O basketbolu birçok insana sevdirmiş bir süper stardı. Kimi basketbol yazarlarınca belki de yer yüzüne gelmiş en inanılmaz oyuncu olarak nitelendiriliyordu. Önce ABA’daki sonra da NBA’deki muhteşem yılların ardından Dr. J’de her ölümlü gibi yaşlanarak NBA’deki kariyerinin sonuna doğru yaklaşınca insanlar birden paniğe kapılmaya başladı. Ligin en spektaküler yıldızını kaybedeceklerdi. “Ya bir daha asla onun gibisi bu lige gelmezse” sorusu kafalarda dolaşıyordu. Dr.J’in oynadığı her sezon NBA’e yönelen ekstra ilgi, izleyici ve para demekti. Dr. J’in basketbolu bırakması ise NBA’in popülaritesinin azalmasına yol açabilirdi. Ama önce Larry Bird’ün sonra da Magic Johnson’ın sahneye çıkmasıyla pazarlayabilecekleri yeni bir Chamberlain & Russell rekabeti yaratmayı başarabildikleri için NBA yönetiminin korktuğu başına gelmedi ve Dr. J bir kaç sezon daha bu yeni yıldızlarla boğuşup emekliye ayrıldığında NBA’deki seyirci oranları önceki yıllara oranla artış bile göstermişti. 90’lı yıllara gelinirken bu kez de Bird ve Magic’in yaşlanıyor olmasının yarattığı telaş vardı. Ama NBA bir kez daha süper bir yıldız yaratarak durumu kurtardı: Michael Jordan!!




Veliahtı ararken


Majestelerinin basketbol tarihindeki önemini belirtmeye sanırım gerek yok. MJ basketbolu bıraktığını açıkladığında binlerce kişi basketbola küstü, geri dönüşlerinde milyonlarca insan sevince boğuldu. Maalesef bu kez majesteleri gerçekten basketbolu bıraktı ama NBA hala yeni süper yıldızını bulamadı. Önce Duke’un beyaz atlı kibar prensi Grant Hill yeni veliaht olarak takdim edildi ama geçen her sezonun ardından Hill’in aradıkları isim olmadığını anladılar. Sonra havada bir kaç adım attıktan sonra yaptığı smaç jenerik olan Anfernee “Penny” Hardaway üzerinde kısa bir promosyon bombardımanı yapıldı. Ne yazık ki Penny de Orlando’yu Shaq olmaksızın bir yere taşıyamayarak NBA yönetimini büyük hayal kırıklığına uğrattı. Sonra Allen Iverson basketbol yeteneğinin yanında “Generation X” olarak adlandırılan ve eskiler tarafından kayıp gençlik diye nitelendirilen kuşağın olumlu olumsuz bir çok özelliğini de taşıdığı için “yeni yüzyıla yeni bir kahraman” mantığı ile topluma sunuldu. Iverson’ın sorunlu geçmişi nedeniyle adeta bir saatli bomba olması “temiz topluma temiz kahraman” diyenleri tedirgin etti. Ardından iki North Carolina’lı; Jerry Stackhouse ve Vince Carter ard arda “Yeni Jordan” ambalajı ile market raflarındaki yerini aldı. Onlar hala beklemedeyken Kobe Bryant isimli bir liseli herkesi sollayarak 3 şampiyonluğa ulaştı ve veliahtlık yarışında herkesin bir adım önüne geçti. Ne var ki Kobe’yi de gölgeleyen Shaquille O’Neil isimli “büyük” bir etken vardı. Bu arada hem kişilik hem yetenek bakımından üstün özelliklere sahip bir oyuncu medyanın gözünün önünde durmasına rağmen uzun süre -maç başına 20’li sayılara çıkana dek- farkedilemedi. Çünkü artık günümüz toplumunda, A malının B malından iyi olması önemli değil. Asıl önemli olan elinizdeki malı diğerinden iyi pazarlamak. NBA’in pazarlamacıları ise geç uyandı. Şu an ligdeki belki hiçbir oyuncu maç içinde onun gibi smaç yapamıyor. Tek başına rakiplerini bozguna uğratıp takımını play-off’a taşımıyor. O adeta tek başına bir takım: Ve karşınızda Tracy McGrady. Namı diğer T-MAC!!

Big Mac’ten T-Mac’e

Tracy Lamar McGrady Jr., 24 Mayıs 1979’da Orlando ve Tampa arasında göllerle çevrilmiş küçük bir kasaba olan Auburndale’de doğdu. Tracy’nin ailesi o daha 4 yaşındayken boşandıkları için annesinin ve büyükannesinin yanında büyüdü. Aslında annesi Disneyland’de çalıştığı için büyükannesi Tracy’nin hayatında adeta ikinci bir anne olarak çok önemli bir rol oynadı. Bu arada T-Mac babasının, annesiyle ayrı olmasına ve kendisine ait hir hayata sahip olmasına rağmen ilgisiz bir baba olmadığını ve kendisiyle her fırsatta ilgilendiğinin de altını çiziyordu. Tracy küçüklüğünde spor yapmaya basketbolla başlamadı. Onun ilk göz ağrısı baseball’du ve onu seyreden tüm antrenörler gelecekte çok büyük bir baseball yıldızı olabileceği konusunda birleşiyorlardı. Tabii hayat Tracy’nin önüne çok daha farklı bir senaryo çıkarttı. Yine de T-Mac’in baseball’a karşı bugün bile büyük bir sevgi beslediği gerçek. O kadar ki eğer kendisine profesyonel beyzbol takımlarından teklif gelirse bu teklifi kabul edeceğini çünkü en büyük hayalinin aynı anda basketbol ve beyzbol oynamak olduğunu söylüyor. Zaten Tracy, Baseball ligindeki lakabını bile yıllar önceden belirlemiş: “Big Mac”

ADIDAS ABCD

Tracy’nin basketbol macerası tam anlamıyla lise 3. sınıfta başlamakta. Auburndale lisesine giden T-Mac, o yıl 23.1 sayı, 12.2 ribaund, 4.9 blok ve 4.0 asist ortalamalarıyla oynayıp takımını galibiyetlere taşıyınca yerel haberlerde adı anılmaya başladı. Ama bu mükemmel ortalamalara rağmen NCAA Division I takımlarından kendisine ilgi gösteren pek olmamıştı. Sadece aynı bölgede olan Florida ve Miami üniversiteleri kendisini birkaç kez izlemek üzere temsilci yollamıştı ama ortaya somut bir şey çıkmadı. Yıl sonunda düzenlenen Adidas ABCD Turnuvası ise T-Mac’in hayatını değiştirdi. Karşılaşmalarda yaptığı akıl almaz hareketler seyircilerin büyük tezahuratlarıyla ayakta alkışlanıyordu. MVP seçildiği bu turnuva sonrası T-Mac, şu an Clippers’ta oynayan Lamar Odom’un ardından bir anda Amerika’nın ikinci büyük lise oyuncu olarak anılmaya başladı. Bu sırada onun oyunundan etkilenen Mt. Zion Hristiyan Akademisi, Tracy’e burs teklif ederek lisedeki son yılını kendilerinde geçirmesini istedi.

“Koleje gitmeyi düşünüyordum ama benim hayalim zirveye ulaşmaktı. Şu anda bu hayalimi gerçekleştirme şansına beklediğimden dana önce sahip oldum.” Tracy McGrady




Papa I. Tracy McGrady!!
Sıkı, disiplinli, aşırı dindar hatta kimi zaman insanı depresif bir hale sokan bu kilise okuluna kayıt yaptıran Tracy, başlarda çok zor günler geçirse de basketbol sayesinde öyle ya da böyle okuluna alışmayı başardı. Mount Zion’u maç başına 27.5 sayı, 8.7 ribaund, 7.7 asist istatistikleriyle 20 galibiyet ve 1 mağlubiyetlik bir seriye sürükledi. Mount Zion, Amerika’nın en yüksek tirajlı gazetelerinden USA Today’in anketlerinde ikinci sıraya kadar çıktı. Bu arada T-Mac şov devam ediyordu. McGrady, 54 takımın katıldığı Reebok Holiday Prep. Turnuvasında takımını şampiyon yaparken sahada 37 sayı ve 17 ribaund gibi inanılmaz performanslar ortaya koydu. Daha da spektaküler olan şey coach’unun Tracy’i maç esnasında tüm pozisyonlarda oynatmasıydı!. Böylelikle USA Today tarafından yılın lise oyuncusu ve AP tarafından da North Carolina Eyaleti yılın oyuncusu seçildi. Tabii doğal olarak Mc Donalds All-America maçına davet edilerek Baron Davis, Elton Brand, Lamar Odom, Brendan Haywood ve Larry Hughes gibi oyuncularla ter döktü. Bir yıl önce hiç bir büyük NCAA takımının ilgisini çekmeyen Tracy McGrady için artık takımlar sıraya girmeye başlamıştı ve sezon daha bitmeden Tracy’nin Rick Pitino’nun Kentucky’sine katılacağı neredeyse kesin gibiydi. Ama tam bu sırada ortaya çıkan NBA scoutları ortalığı karıştırdı. Mount Zion’un son maçları meraklı scoutların saldırısına uğradı. Tracy ‘nin kulağına birinci turda ilk beş sıra içerisinde seçilebileceği de fısıldanınca T-Mac, NCAA düşünü ve Kentucky’i bir kenara bırakarak NBA Draftına katılmaya karar verdi. McGrady basın mensuplarının NBA’e gitmek için erken olup olmadığı şeklindeki sorularına: “Sanırım bu ben ve ailem için en iyi karar. Koleje gitmeyi düşünüyordum ama benim hayalim zirveye ulaşmaktı. Şu anda bu hayalimi gerçekleştirme şansına beklediğimden daha önce sahip oldum.” sözleriyle cevap veriyordu.

Krause’un suya düşen, Pippen–McGrady takası



Tracy, 1997 NBA draftına katılarak Kevin Garnett’le başlayan Kobe Bryant ve Jermaine O’Neil’la devam eden liseli yıldız zincirine eklenen yeni bir halka oldu. Draft gecesine yaklaşılırken Tracy McGrady’nin en büyük taliplisi Chicago Bulls’tu. Michael Jordan, Scottie Pippen ve Dennis Rodman’lı efsanevi kadro yıldan yıla yaşlanmaktaydı. Bir anda Jordan’ın veya Pippen’ın emekli olmasıyla büyük bir çöküş yaşamaktan korkan Chicago GM’i Jerry Krause, draft planlarını Tracy üzerine kurmuştu ve takımın geleceğinin T-Mac olduğu inancındaydı. Bu yüzden Scottie’yi Vancouver’a gönderip onların 4. sıradaki seçme haklarıyla T-Mac’i kapmayı düşünüyordu. Ama bu plan Jordan’ın kulağına gidince majestelerinin tepkisi korkunç oldu. Hemen Krause’u arayarak böyle bir takasın gerçekleşmesi halinde bir sonraki gün düzenleyeceği bir basın toplantısıyla emekliliğini açıklayacağını söyleyerek tehdit etti. Çünkü Pippen, Jordan’ın en yakın arkadaşlarından biriydi. Birlikte iyi-kötü anıları vardı ve aslına bakarsanız bu birliktelik her iki oyuncunun kariyerine de karşılıklı olarak çok şey katmıştı. Krause bu telefon konuşmasının ardından artık T-Mac’in bir hayal olduğunu anlamıştı. NBA’in en büyük yıldızını gelecekte ne olacağını bilmediği bir yıldız adayı uğruna feda edemezdi. Bunu üzerine T-Mac’i cep telefonundan arayarak üzgün olduğunu, artık onu draft edemeyeceklerini söyledi. Tracy işe şoktaydı çünkü bu telefon konuşmasını yaptığı sırada Drafta sadece 8 saat vardı ve o an bir hastanede Bulls doktorları tarafından sağlık kontrolünden geçiriliyordu.

“Hayatımda ilk kez basketbol oynamaktan keyif almıyordum. Tanrım ligin en kötü takımıydık!! Madem beni seçti niye oynatmıyordu ki?! Play off’lara falan da gittiğimiz yoktu. Öyleyse beni biraz takıma koysaydı. Sisteme alışırdım böylelikle. Sonraki sezon da takıma daha iyi bir oyuncu olarak katkıda bulunabilirdim” Tracy McGrady

Darrel Walker Bunalımı


Chicago tarafından hayal kırıklığına uğratılan McGrady, ilk 10 sıra içerisinde seçilme ümitlerini kaybedip ilk tur için dua etmeye başladığı bir anda 9.sırada Toronto Raptors tarafından seçildi. Bu sırada Isiah Thomas, Damon Stoudamire ve Marcus Camby’nin etrafında yeni bir takım oluşturmaya çalışıyordu. Takımın başına getirilen Darrel Walker ise, genç dinamik ama tecrübesiz bir coach’tu. Büyük umutlarla girilen 1997-98 sezonuna 2 galibiyet ve 22 mağlubiyet ile başlanınca bir anda gelecekle ilgili kurulan pembe hayaller unutuldu ve takımda, Isiah Thomas’ın yöneticiliği bırakması ve en büyük yıldızları Damon Stoudamire’ın takas olmak istediğini söylemesiyle, büyük bir dağılma başladı. En sonunda Raptors’ta kalan tek elle tutulur oyuncu 16.5 sayı ortalaması ile takımının en büyük skor gücünü teşkil eden Doug Christie’ydi. Haliyle basın, Darrel Walker’a eleştiri oklarını yönelterek Walker’ın üzerinde güzel bir atış talimi yaptı. Walker da hırsını elinin altındaki çaylak McGrady’den çıkartmaya başladı. Onu antrenmanlarda hırpaladı. Belki de herkesten çok bağırdı, çağırdı. T-Mac, Walker’ın odasında durumdan rahatsız olduğunu söylediğinde aldığı tek cevap daha sıkı çalışması gerektiği yönündeydi. Tracy bu dönemi hayatının en kötü günleri olarak niteliyor: “Hayatımda ilk kez basketbol oynamaktan keyif almıyordum. Tanrım ligin en kötü takımıydık!! Madem beni seçti niye oynatmıyordu ki?! Play off’lara falan da gittiğimiz yoktu. Öyleyse beni biraz takıma koysaydı. Sisteme alışırdım böylelikle. Sonraki sezon da takıma daha iyi bir oyuncu olarak katkıda bulunurdum. ”

Kobe Psikolojik Yardım Servisi



T-Mac bu zor günlerini o zamanki en iyi arkadaşlarından Kobe Bryant’ın da yardımıyla atlatmaya çalıştı. Kobe de liseyi bitirdikten sonra sonra Kolej yerine doğrudan NBA’e geçiş yaptığı için kimi zorluklara göğüs germek zorunda kalmıştı. Bu yüzden T-Mac, kendisini en iyi anlayacak kişinin Kobe olacağını düşünüyordu. Bu dönemde T-Mac her fırsatta Kobe’nin evinde yatıya kalmaktaydı. İkili eski karate filmleri seyredip play station oynayarak, birbirleriyle kızlardan tutun da hayatın anlamına kadar derin konularda dertleşerek vakit geçiriyorlardı. Tabii her fırsatta da beraber idman yaptıklarını söylememize gerek yok sanırım. Bugün bu arkadaşlık ilişkisinin nasıl olduğunu merak ediyorsanız. Doğal olarak eskisi gibi değil. Tracy, Kobe’yi sevdiğini belirtmesine rağmen onun değiştiğini söylüyor. Zaten Kobe’nin de üç şampiyonluk yüzüğüne rağmen NBA’in hem en sevilen hem de en çok nefret edilen genç yıldızı olmasının nedeni kişiliğindeki bu değişim. Konumuza geri dönersek; Tracy, Walker’la olan problemlerini kendi eksikliklerine ve yeteneksizliğine bağlıyordu ve gittikçe kendisine olan güvenini kaybetmekteydi. Walker da T-Mac’in gözünün yaşına bakmıyordu. T-Mac’in neredeyse depresyona girdiği bu günler, Walker’ın “şutlanmasıyla” sonra erdi.

Butch Bizi Gözetliyor

All-Star haftasonundan sonra Walker’a kapının gösterildiğini ve yerine çok sevdiği asistan coach Butch Carter’ın getirildiğini öğrenen T-Mac seviçten havalara uçuyordu. Butch Carter’ın ilk yaptığı iş Tracy’e ne kadar güvendiğini ve onun ileride bir yıldız olacağına inandığını söylemek oldu. Ve ondan tek bir şey rica ettiğini, her idmandan sonra yaklaşık bir saat şut atmasını istediğini söyledi. Tabii Tracy’nin bilmediği birşey vardı. Butch Carter, Tracy’nin çekingenliğinin farkında olduğu için salonun çeşitli noktalarına doğrudan kendi odasına bağlanan kameralar yerleştirtmişti. Böylelikle Carter, T-Mac’i tedirgin etmeden şut idmanlarını takip edebiliyordu. Butch Carter’ın Tracy üzerindeki ilgisi bu kadarla da kalmadı. Carter, Tracy için kendisini ifade etmekte zorlandığını farkederek özel bir basın danışmanı ve beslenme düzenine dikkat etmesi için de bir aşçı tutmuştu. T-Mac çalkantılı geçen çaylak sezonunu 7.0 sayı, 4.2 ribaund ve 1.5 asist ortalamasıyla tamamladı. Sezon bitimiyle beraber Carter, Florida’da Tracy’nin evini ziyaret ederek onu yaz ayları boyunca özel olarak çalıştırdı. Onu kardeşine ait basketbol yaz kampına götürdü. Birlikte T-Mac’in gelişimi için neler yapabileceklerini konuştular. Böylelikle Tracy’nin ona duyduğu güven gün geçtikçe artıyordu.

Kuzen Vince

xfactor_vince_carter_300400.jpg


Belki hatırlarsınız bir dönem Chicago’da yaşayan ve bir gazetede çalışan Larry ve Balky isimli iki sempatik kuzeninin komik maceralarını konu alan bir televizyon dizisi vardı. Bu dizide, ne olursa olsun her bölümde kuzenler, birbirlerini koruma iç güdüsüyle hareket ederek karışık olaylardan kurtulmayı beceriyorlardı. Tracy’nin kuzeni Vince Carter, North Carolina’da geçirdiği başarılı NCAA kariyerinin ardından NBA’e ilk adımını attığında ve draftta takas yoluyla Raptors’a geldiğinde aklımda bu dizinin Toronto versiyonu canlanmıştı bir anda. Vince, NCAA’de en sevdiğim oyunculardan biriydi. Antawn Jamison, Ed Cota ve Shammond Williams’la beraber Tar Heels’de ortaya koyduğu oyun bir çok kişiyi büyülemişti ve Vince de McGrady gibi çemberi gördüğü zaman acıması olamayan bir oyuncuydu. Bu yüzden ikisinin birlikte oynadığı maçlar hele T-Mac bir yaz boyunca şut idmanı yapıp ağırlık çalışarak kendisini güçlendirdikten sonra şova dönüşmeye adaydı. Ama Tracy 1998-99 sezonunda hep spektaküler kuzeninin gölgesinde kaldı ve bir türlü hedeflediği ilk beş içindeki yeri alamadı. Kuzeni VC, 18.3 sayı ve 5.7 ribaund ortalamalarıyla Yılın çaylağı ödülünü (Rookie of the year) kaparken NBA’deki ikinci sezonunda T-Mac, 9.3 sayı ve 5.7 ribaund ortalamarıyla ancak benchten katkı yaptı.

Merhaba Play-off

Tracy, 1999-00’e yine takımın benchten gelen gizli silahı olarak başladı. Ama T-Mac, sezon ilerledikçe takım için ne kadar önemli bir oyuncu olduğunu gösterdi. Öncelikle pivot dışındaki tüm pozisyonlarda oynayabiliyordu. Sonra savunması da yaptığı ağırlık idmanlarıyla güçlenmesi sonucunda gelişmişti. T-Mac, hem kritik anlarda ekstra sayılara imza atıyor hem de rakibin en skorer isimlerine göz açtırmıyordu. Saha içindeki bu gayreti sonunda kendisini ilk beşe taşıdı ve kuzeni Vince Carter’la beraber NBA’in en tehlikeli ikililerinden birini oluşturdular. Bu ikilinin ne kadar etkili olduğu All-Star haftasonunda gözler önüne serilecekti. Slam Dunk yarışmasına katılan Vince&T-Mac birbirinden enfes smaçlara imza attı. Vince, finalde Steve Francis ile giriştiği inanılmaz mücadeleden galip ayrılırken T-Mac 3.lükle yetinmek zorunda kaldı. Tabii Vince’in kendisine şampiyonluğu kazandıran son smaç denemesinde T-Mac ‘in yardımını istediği ve Vince’e verdiği mükemmel bounce pass ile kuzeninin şampiyonluğunda önemli bir rolü üstlendiğini belirtelim. Yalnız bahsettiğimiz bu smaç sonrasında Vince’in bu ekstra hareketle Tracy’i kullandığı. Birlikte daha sıkı çalışmaları halinde ikisinin de finale çıkabileceği ama Vince’in bencillik yaparak en “baba” hareketi kendisine sakladığı yönünde dedikodular da ortada dolaşmaya başlamıştı. Sezon sonuna gelindiğinde Vince’in 25.7 sayı ortalaması ve Tracy’nin 15.4 sayı, 6.3 ribaund ve 3.3 asistlik çok yönlü oyunu Toronto’ya tarihinde ilk kez playoff’a katılma hakkını kazandırdı. Ve ilk turdaki rakip güçlü New York Knicks’ti. Takımın 1 numaralı yıldızı Vince, seride inanılmaz derecede heyecanlı ve gergin gözükürken %30 gibi düşük bir şut yüzdesiyle oynadı. T-Mac ise kuzeninin aksine oldukça rahattı bu kez. Sanki sinirleri alınmış gibiydi ki bu rahatlığın sebebi belki de daha playofflar başlamadan Toronto’dan ayrılmayı kafasına koymuş olmasıydı. T-Mac, serinin daha ilk maçında 25 sayı ve 10 ribaundla oynayıp sahada olduğu dakikalarda Knicks’e büyük eşleşme problemleri yaratacağını gösterdi. Ayrıca Knicks’ten hangi oyuncuyu savunursa savunsun bunda başarı sağlaması bir başka artısıydı. T-Mac “Kaybedecek hiç bir şeyim olmadığını hissediyordum. Özgürdüm.” sözleriyle bu serideki ruh halini anlatıyordu. Ama daha komplike bir takım olan Knicks, Vince’in durduğu bu seride T-Mac’in çabalarına (16.7 sayı, 7.0 ribaund, 3.0 asist) rağmen Toronto’yu 3-0 ile süpürdü. Serinin hemen ardından Tracy, Toronto’daki tüm eşyalarını toplayak Florida’ya uçtu. Bu onun bir Raptor olarak son kez Toronto’ya gelişiydi…

“Toronto’dan ayrılamam kişisel birşey değildi. Ama evimden bu kadar uzakta, soğukta, ailem olmadan -sahip olduğum tek aile takımken- burada yaşamak çok zordu.” Tracy McGrady

Elveda Toronto

Tracy artık free agent olmuştu. Ve aslına bakarsanız Toronto’daki hemen hemen hiçbir şeyden memnun değildi. Her ne kadar Tracy: “Toronto’dan ayrılamam kişisel birşey değildi. Ama evimden bu kadar uzakta, soğukta, ailem olmadan -sahip olduğum tek aile takımken- burada yaşamak çok zordu.” diyerek takımdan ayrılmasıyla Vince’in hiçbir ilgisi olmadığı ima etse de Carter’ın gölgesinde kaldığı yönünde basında yer alan haberler moralini bozuyordu. Üstelik Vince the Prince’in en formda olduğu dönemdi. Düşünün neredeyse her hafta NBA Action Top 10’a 2-3 kez konuk olan Vince’in kimi hareketleri T-Mac’in yediği bir bloktan ya da kaçırdığı bir şuttan sonra kaptığı topla yaptığı smaçlardı ki T-Mac, televizyonda bu pozisyonları izlerken bile sinirlerini bozulmaya başlamıştı. Bunların üstüne bir de çok sevdiği Butch Carter’ın menajerlik talepleriyle Raptors yönetimine başvurmasının ardından takımdan kovulmasını da eklerseniz Tracy’nin Raptors’la tekrar anlaşması imkansızdı. Tabii bir de bütçelerinde yer açarak Tracy ve Duncan’ı kapmayı hedefleyen Chicago ve Orlando’nun cazip tekliflerini belirtmemize gerek yok. Şimdi Tracy’nin önünde iki seçenek vardı. Chicago’da Michael Jordan karşılaştırması altında ezilmek ya da yıldızsız Orlando’da kral olmak…

“Gitmedim çünkü Chicago’nun Orlando’ya göre hiçbir artısı yoktu. Ben her yıl Playoff’lara katılan takımlardan birine gitmek istiyordum. Bence Orlando da bunun için uygun bir takımdı. Diğer bir nedeni de Florida’nın evime yakın olması. Evime, arkadaşlarıma ve aileme…” Tracy McGrady

Orlando’nun yeni sihirbazı

NBA’in en genç takımlarından Orlando Magic, lige dahil olduğu tarihten günümüze kadar, akıllı oyuncu seçimleri, yüksek bütçesi ve Florida takımı olması sayesinde hep “elit” bir konumda olmayı başardı. 14 sezon boyuna sadece ilk üç sezonunda .500 galibiyet yüzdesinin altında kalan Magic, takıma kattığı genç yıldızlarla çok hızlı bir şekilde şampiyon adayları arasında yerini aldı. Önce skorer Nick Anderson ve üç sayı bombacısı Dennis Scott’la güçlendiler. Sonra Shaquille O’Neil denen tuhaf isimli ama çok sempatik bir uzun onları NBA’in en tehlikeli takımlarından biri yaptı. Ardından 1993-94 sezonunda Chris Webber takasıyla takıma süper guard Anfernee “Penny” Hardaway de dahil edilince Orlando, NBA Finali oynayan kadrosunu kurmuş oldu. Ama iki sezon içinde bu süper kadro dağıldı. Shaq, Lakers’a gitti. Takımın çekirdek oyuncuları yapılan takaslarla değişti. Tek başına çırpınan Penny de sonunda vazgeçip Arizona çöllerinin yolunu tuttu. Bu arada Orlando yönetimi FA olacak Tim Duncan için salary cap’te önemli bir boşluk yaratma çabasıyla takımı kuvvetlendirmiyordu. Ne var ki Orlando hedeflediği Duncan’ı kadrosuna katamadı. Ve farklı bir strateji izleyerek Detroit’in süper yıldızı Grant Hill’e ve “memleketinde” oynamak isteyeceğini düşündükleri T-Mac’e bol sıfırlı anlaşmalar önerildi. İki oyuncunun da aklını çelerek takıma getiren Orlando, böylelikle sezon öncesinde doğunun en büyük şampiyon adayı haline gelmişti. Tracy kendisini yıllardır çok isteyen Chicago yerine Orlando’ya gitmesinin nedenini şöyle açıklıyor: “Gitmedim çünkü Chicago’nun Orlando’ya göre hiçbir artısı yoktu. Ben her yıl Playoff’lara katılan takımlardan birine gitmek istiyordum. Bence Orlando da bunun için uygun bir takımdı. Diğer bir nedeni de Florida’nın evime yakın olması. Evime, arkadaşlarıma ve aileme…” Tabii T-Mac, sevgilisi Clarenda Harris’le daha çok zaman geçirebildiği için de oldukça mutluydu. Tracy daha NBA’e adım atmadan önce kendisine araba bakmaya gittiği bir oto galerisinde tanıştığı bu kıza o günden beri aşık. Harris’in konuşma yöntemleri uzmanı olması ve Tracy’e basın toplantılarında hangi ses tonuyla nasıl konuşacağını göstermesi çoğu zaman T-Mac’in oldukça işine yarıyordu. Çiftin ilk randevusu da oldukça ilginç. O zamanlar daha “ züğürt” olan Tracy, kız arkadaşını ucuz bir spor barına götürmüş ve birlikte tavuk kanadı yiyip 1997 NBA Final Serisinin ilk maçını seyretmişler. Ne kadar romantik değil mi?? Sanırım normal şartlar altında bundan daha kötü bir ilk randevu ancak işkembe salonunda gerçekleşir. Yalnız Tracy’nin bu olaydan yıllar sonra kızı 5 kıratlık bir elmaz yüzükle kandırarak evlenmeye ikna ettiğini de belirtmeden geçmeyelim.
Bu arada Vince Carter kendisiyle bir kez bile konuşmadan Toronto’dan ayrılan kuzenine oldukça kızgındı. Vince ve T-Mac aylarca birbirleriyle konuşmadılar. Bu durum böylece devam etti ta ki Vince “Like Mike” filminin çekimleri için gittiği Los Angeles’taki bir gece kulübünde T-Mac’le karşılaşıp iki süper yıldız, komedyen Eddie Griffin tarafından barıştırılıncaya kadar.

Carter’ın gölgesinden kurtulmak ve tek olmak

Grant Hill’le birlikte oynayacak olmak T-Mac’i hem heyecanlandırıyor hem de endişelendiriyordu. Hill gibi tecrübeli bir oyuncu kendisine çok şey öğretebilirdi ama Tracy’nin Orlando’ya gelmesinin nedeni Vince Carter’ın gölgesinden kurtularak tek başına yıldız olabileceği bir takımda oynaktı. Bu kez de Hill’in gölgesinde yıllarını harcamak istemiyordu. Ama Hill, Detroit’e kazık attığı için takdir-i ilahi mi dersiniz, T-Mac’e verilen bir şans mı? Yoksa “dandik” ayakkabılar sonucu meydana gelen bir sakatlık mı yorumu size bırakıyorum; Hill, sadece 4 maç oynadıktan sonra bir daha kendisini adam gibi toparlayamayacağı ve sürekli tekrarlanan meşhur sakatlığını yaşadı ve takımın tüm sorumluluğu bir anda T-Mac’in omzuna yüklendi. T-Mac ise halinden memnun bir şekilde sahaya çıkıp önüne gelen tüm takımların üzerine kabus gibi çökmeye başladı. Tracy attığı 30’lu 40’lı sayılarla takımını galibiyetlere taşıyınca Orlando coach’u Doc Rivers, T-Mac’in şımartılmasından ve basın tarafından ona kaldırabileceğinden çok sorumluluk yüklenmesinden korktuğu için açıklamalarda bulunmaya başladı: “Ben takımda kimseden yıldız olmasını beklemiyorum. Sadece onun iyi oynamasını istiyorum ve ümit ediyorum ki oyunu onu bir yıldız haline getirir. Birçok oyuncudan yıldız olmasını bekleyebilirsiniz ama olamazlar. Sizin yapmanız gereken onları en etkili oldukları pozisyonda oynatmak. Böylelikle verimli olabilirler. Eğer bu şekilde yıldız olmayı başarıyorlarsa bu herkes için muhteşem. Bence Tracy, yıldız bir basketbol oyuncusu olacak. Benim beklentilerim yüzünden değil, kendi beklentileri sayesinde. Onun standartları çok ama çok yüksekte. Siz daha sadece Tracy McGrady’nin başlangıcını seyrettiniz. Hala tam kapasitesine ulaşabilmiş değil. Ama herkesten çok bunun farkında olan yine kendisi. İşte bu yüzden onu bu kadar çok seviyorum. Tracy’nin Scottie Pippen ile kıyaslandığını duyuyorum. Bu bence mükemmel olur. Bence onun kadar iyi olacak. Şu anda değil ama olacak” Ama Rivers bile T-Mac’ten bir anda böyle büyük bir çıkış beklemediğini itiraf ediyordu: “Tracy’nin sayı atabildiğini biliyordum ama böyle şut atabildiği konusunda en ufak bir fikrim bile yoktu.”
Takım arkadaşları ise Tracy’nin yeteneklerinden bahsederken, coachları Doc Rivers kadar temkinli yaklaşmıyordu. Mesela Monthy Williams, Tracy’nin yeteneklerini ancak Michael Jordan’la kıyaslıyordu: “Onun yetenekli olduğunu bekliyordum. Ama Jordan’dan beri her gece karşısındakileri geberten başka bir oyuncu görmemiştim. Eğer bakarsanız bunu yapan adam 2.00-2.02. Shaq ve Tim Duncan adamlarını harcayabilir çünkü onlar uzun. Ama McGrady’nin size’ında ve o yaşta, bir yıl bounca bu kadar oyunu domine eden birini uzun zamandır görmemiştim.” Tracy, belki majesteleri gibi olmasa da gerçekten attığını sokmaya başlamıştı ve yavaş yavaş sahadaki karakteri de yerine oturmaktaydı.

Abra Kadabra Şutlar Potaya




İnsanlar merak etmekteydi: Bu çocuk Toronto’dayken böyle şut atamıyordu ki!! Orlandoya gidince takımın ismi gibi sihirli bir değnek mi değmişti yoksa?? Dilerseniz cevabı T-Mac’ten alalım: “Jump shot’larım kesinlikle Toronto’dakine kıyasla daha iyi. Ben Toronto’dayken de iyi şut atabiliyordum. Ama kendime güvenim yoktu. Sanırım asıl fark bu. Şimdi kendime güvenim var ve sanki her attığım şut girecekmiş gibi hissediyorum. Tamamen kendine güven duygusuyla ilgili. Ben her zaman şut atabiliyordum. Eğer kendinize güveniniz yoksa şutlarınız da girmez.” Ayrıca Walker’ın üzerinde kurduğu psikolojik baskının oyununu ne kadar çok etkilediği her cümlesinden de anlaşılıyordu: “Umarım Doc Rivers, kariyerimin sonuna kadar benim coachum olur. Çünkü O, yaptığınız hatalardan çok herşeyinizi vererek oynayıp oynamadığıza önem verir. O, oyuncularını kollayan coach’lardan biri. Sürekli bunu belli eder. Yaptığınız hataları önemsemez. Ama sahanın iki ucunda da kendinizi kasmanızı ister. Bu tutumu gerçekten oyunculara güven veriyor çünkü ben kariyerimde güvensizlik duygusunu birkaç kez yaşadım. Hata yapacağımdan korkuyordum ve sürekli kenarda bir hareket var mı diye göz atıyordum. Şimdi Doc, bizim sahaya çıkıp oynamamıza izin veriyor ve hatalarımızı çok da önemsemiyor. Bu gerçekten oyuncuların kendilerine olan güvenlerinin gelişmesine yardım ediyor.” Tracy zihinsel bir rahatlamanın getirdiği yükselen performansı sayesinde All-Star’da ilk beş için kendisine yer ayırttı. Sezon sonuna gelindiğinde ise 26.8 sayı, 7.5 ribaund ve 4.6 asist ortalaması onu ligin en çok gelişme gösteren oyuncusu seçilmesini sağladı. 26.8 sayı ise o güne kadar 21 yaş ve altı bir oyuncunun sezon boyunca ulaştığı en yüksek rakamdı. Böylece takımın dizginlerini eline alan McGrady, Hill’in yokluğuna rağmen takımını yetenekli guard Darrell Armstrong ve çaylak Mike Miller’la playoff’a taşıdı. Toronto’yla ilk turda elenen T-Mac bu kez ikinci tur sevinci yaşamak arzusundaydı. Ama rakip de Milwaukee Bucks’tı. Tracy tüm sezon boyunca Grant Hill’in yokluğunun keyfini sürmüştü ama iş playoff’a gelince tek başına 3 süper yıldız: Ray Allen, Sam Cassell ve Glen Robinson’ı devirebilecek miydi? Tracy bu seride adeta tek başına bir takım gibi oynayarak sahada kaldığı ortalama 44 dakikada 33.8 sayı, 8.3 asist ve 6.5 ribaund’luk performansıyla Bucks’a kafa tuttu hatta bir maç da aldı ama T-Mac’in play off rüyası yine erken sona ermişti.
Müzmin Sakat: Grant Hill
T-Mac artık hem kendisini NBA’e kanıtlamış hem de kendisine olan güvenini pekiştirmişti. Ama yaşlı oyuncuların 21 yaşındaki bir “veledi” lider olarak kabul etmekte zorlanması ve Bucks karşısında tek başına kalmanın verdiği sorunlar nedeniyle artık Grant Hill’in sağlıklı bir şekilde oynamasını diliyordu. Üstelik Patrick Ewing gibi veteran bir NBA devi ve Horace Grant gibi usta bir oyuncu da takıma katılarak pota altının güçlenmesini sağlamıştı. Tam kadro olurlarsa belki playoff’larda iyi işler yapabilirlerdi. Ama Hill, yine birinden beddua işitmiş olacak ki daha lige yeni başladık derken sezonu kapattı. Ve bir kez daha tüm sorumluluk T-Mac’e yıkıldı. Çünkü Ewing artık kariyerinin sonuna gelmişti ve “20 sayı, 10 ribaund, 3 blokluk” günler geride kalmıştı. Darrell Armstrong’a gelince; bir kaç sezon takımı sürükleyen isim olmasına rağmen her yıl bir önceki performansını aratarak sıradan bir guard olmaya doğru ilerliyordu. Bir yıl öncesinin yılın çaylak oyuncusu seçilen Mike Miller ise iyi niyetli ama deneyimsizdi. Yine de tek kişilik ordu T-Mac, takımını sırtlamayı başardı ve bu performansı onun ikinci kez All-Star maçına seçilmesini sağladı.

Orlando’nun Büyücüsü

Philly’deki 2002 All-Star Maçı gerçekten bir çok ilginç olaylara ev sahipliğinde bulundu. Allen Iverson’ın yaptığı çılgın parti olay oldu. MVP seçilen Kobe Bryant, bencil oyunu nedeniyle “hemşerileri” tarafından yuhalandı. Ve Michael Jordan’ın boş potaya kaçırdığı smaç, belleklerde yer etti. Ama T-Mac, maç içerisinde öyle bir smaç yaptı ki 2002 All-Star haftasonuna damgasını vurdu. Bir hücum sırasında rakip potaya sakin sakin yaklaşan T-Mac, aniden çıldırarak topu panyaya fırlattı sonra da havada yakalayıp inanılmaz bir samaça imza attı ki bu hareket uzun yıllar boyunca insanların hafızasından kazınabileceğini sanmıyorum. Rahmetli Marylin Monroe yengemizin de kocası Arthur Miller’in gerçek bir hikayeye dayanan “Cadı Kazanı” romanını bilirsiniz. 17. Yüzyılda Salem’de başlatılan cadı ve büyücü avlarıyla tüm suçları yetenekli veya güzel olmak olan onlarca masum insan yakılır. Herhalde o zamanın insanları T-Mac’in bu smacını görseler adamı diri diri yakmakta çekinmezlerdi ki zaten takımının ismi de sakat. Tabii bu smaç yapıldığı zaman çok acımamız gereken bir kişi var. O da maçın istatistikçisi. Ben de bir bir basketbol istatistikçisi olarak şunu söyleyebilirim ki sahadaki oyuncuların bile ne olduğunu anlayamadığı bu pozisyonu bilgisayara kaydetmeye çalışan zavallı istatistikçi muhakkak yaklaşık bir kaç dakika işin içinden çıkamamıştır. Çünkü T-Mac sadece bir kaç saniye içinde şut, hücum ribaundu, smaç ve hatta asist sayılabilecek bir pozisyona imza attı hadi bakalım şimdi hangilerini geçerli sayacaksınız. Gelin de çıkın işin içinden.

T(erminatör)-Mac


fullj_getty-73920278ms006_utah_jazz_v_h_11_53_03_pm.jpg


Neyse efendim basketbol tarihinin en inanılmaz smaçlarından birini de hatırladıktan sonra Tracy’nin sezon sonundaki performansına dönelim. T-Mac, 25.6 sayı, 7.9 ribaund ve 5.3 asist ortalaması ile sakatlıklarla boğuşan takımını 44-38’lik galibiyet oranıyla yine playoff’a taşımayı becerdi ve All-NBA 1.takımına seçildi.
Herkes T-Mac’in bu sefer play-off’larda neler yapabileceğini merak ediyordu. Yoksa yine tek başına rakip takımlara kafa tutmak zorunda mı kalacaktı? Cevap maalesef evet oldu. T-Mac sırasıyla 20, 31, 37 ve 35 sayı atmasına rağmen diğer oyuncuların nerdeyse hiç katkı sağlamaması sonucunda Orlando, Baron Davis’in Hornets’ına 3-1’lik skorla elendi. Bu şekilde sonra eren bir sezonun ardından artık tüm gözler bir kez daha Grant Hill’in üzerindeydi. Ve doktorlardan müjdeli haber geldi: Hill iyileşti!! Tabii geçtiğimiz sezonlarla kıyaslanınca seyrettiğimiz, Hill’in iyileşmiş haliydi. Hatta düşünün adam 29 maç sakatlanmadan dayanarak bir rekor bile kırdı kendi çapında. Ama yine sezonun ortasında Grant Hill’e doktor, T-Mac’e de çile yolu gözüktü. Tracy yine pes etmedi. Bu kez iyice Terminatörlüğe soyunarak 32.1 sayı gibi insan üstü bir istatistik yakaladı (1992-93 sezonunda Michael Jordan’ın 32.6 ortalamasından sonra ki en yüksek sayı ortalaması) ve sayı krallığına sonunda ulaştı.
Yalnız bu yıl Tracy, sadece saha içinde yaptıklarıyla değil örnek davranışlarıyla da gündeme geldi. Örneğin 2003 All-Star maçına çıkacak Michael Jordan’a kendi yerini vererek ilk beşte başlatmak istemesi tüm basketbol severlerin alkışını aldı. (Tabii T-Mac, kendisinden iki kat yaşlı bir oyuncuyla oynarken neler hissettiği sorulunca: “Jordan’ı savunurken kendimden iki kat yaşlı birini tuttuğum için üzülmüyorum çünkü Jordan’ı asla küçümseyemezsiniz. Hala 40’ın üzerinde sayı attığı maçlar var. Öyleyse Jordan’ı göz ardı etmeyip sahada tüm gücünüzle onu savunmak zorundasınız yoksa size de hiç çekinmeden 30-40 sayı atabilir. Jordan nasıl sizi küçümsemeyecekse işi yavaştan almayıp tüm gücüyle üzerinize yüklenecekse siz de Jordan’a aynı şekilde karşılık vermek zorundasınız.” diyecek kadar da hırslı bir oyuncu.)

Sadece Sayı degil Gönüllerinde Kralı!

Ama geçtiğimiz aylarda (Maryland, Virgina gibi eyaletlerde dehşet saçan manyak) “Sniper” tarafından yaralanan Iran Brown isimli küçük çocuğun hayranı olduğunu gazetelerde okuduktan sonra önce hasta yatağındaki küçük çocuğa formasıyla beraber cesaret verici bir not yazıp göndermesi, ardından da çocuk iyileştikten sonra onu antrenmana götürüp basketbol oynaması T-Mac’i gönüllerin de kralı yaptı. Ama bildiğiniz gibi gönüllerin kralı olmak sizi playoff ikinci turuna taşımıyor maalesef. Hele Detroit gibi iyi savunma yapan bir takım karşısındaysanız. NTV ekranlarında Murat Kosova ve Kaan Kural ikilisinin sempatik yorumlarıyla izlediğimiz seride T-Mac yine istediğini bulamadı. Hoş adamcağız elinden geleni yaptı iki maç üst üste Detroit’e 46 ve 43 sayı atmak kolay değil. Tabii sevgili Memo’muza burdan T-Mac’in üzerinden yaptığı o enfes smaç dolayısıyla geçmiş olsun dedikten sonra tebriklerimizi de yollamayı ihmal etmiyoruz. Aslında Orlando sezon içinde Memphis’le yaptığı Mike Miller-Gordan Giricek& Drew Gooden takası sayesinde pota altına ve skorer guard pozisyonuna destek bulduğunu düşünüyordu. Ama Giricek Playoff’ta sönüp giderken. Gooden ise Ben Wallace’ın tecrübesine mağlup oldu. Üstelik Orlando seride 3-1 önce geçmiş ve saha avantajını eline geçirmişken kaybedilen bu seri, Tracy McGrady’nin Kevin “ birinci tur” Garnett’le kıyaslanmasına yol açmaya başladı. Ama doğrusunu söylemek gerekirse bence Tracy’nin bundan fazla yapabileği hiçbir şey yoktu. Eğer takımınızda 31.7 ortalama ile oynayan biri varsa ve siz bu seriyi kazanamıyorsanız sanırım burada suçu T-Mac’te değil de başkalarında aramak lazım. Özellikle de milyonlarca dolar alıp 3 sezonda toplam 60 maç bile oynamamış bir süper yıldızınız varsa ve bu süper yıldız salary cap’te elinizi ayağınızı bağlıyorsa yöneticilerin daha değişik yollara başvurması gerektiği doğal olarak akla gelmekte. Çünkü bu iş tek başına T-Mac’le olur mu? Asla!! Hatırlayacaksınız ki Michael Jordan bile tek başına Bulls’u şampiyon yapamadı. Ama ne zaman yanına Scottie Pippen, Horace Grant gibi oyuncular eklendi o zaman kimse şampiyonluğu onun elinden alamadı. Eğer Orlando yönetimi yeni bir Michael Jordan yaratmak arzusundaysa önce yapması gereken tek birşey var: T-Mac’in yanına “sağlıklı” bir Scottie Pippen bulmak!!

 
Kayıt
27 Nisan 2007
Mesajlar
7.427
Beğeniler
0
Şehir
In Dem Kampus


Ashley Tisdale

Ashley Michelle Tisdale, 2 Temmuz 1985’te New Jersey’de doğar. Şarkıcı ve oyuncudur. 1990’ların sonunda ve 2000’in başlarında TV’de çeşitli rollerde oynadıktan sonra Disney Kanalı için çekilen Original Series The Suite Life of Zack & Cody ve Disney Channel Original Movie High School Musical ile genç izleyicileri kendisine hayran bırakır. Ayrıca 2007’de Headstrong adlı müzik albümünü çıkarır. Ashley Tisdale’nin ablası Jennifer Tisdale de oyuncudur. Tisdale anne tarafından yahudidir.

Bill Perlman adında bir menejer tarafından 3 yaşındayken keşfedilir. Yüzün üstünde reklam filminde rol alır. 8 yaşındayken Broadway müzikali olan Les Miserables adlı eserde rol alır ve eseri sahnelemek için dünya çapında turneye çıkar.

90’ların sonunda Tisdale konuk oyuncu olarak Smart Guy, 7th Heaven, Grounded for Life, Boston Public, Strong Medicine, Charmed ve Beverly Hills, 90210 adlı dizilerde yer alır. 2001 yapımı Donnie Darko adlı filmde ufak bir rolü olur. Ayrıca The Hughleys ve Still Standing adlı sitcomlarda da ufak roller elde eder. T-Mobile reklamında Catherine Zeta Jones ile oynar.

2005 yılında Tisdale The Suite Life of Zack & Cody adlı yapımda Maddie Fitzpatrick rolünü kapar. Bu dizi onun popülerliğini oldukça artırır. Tisdale Disney Kanalı’nın önemli bir oyuncusu haline gelir ve bir yandan da Whisper of the Heart adlı yapımda da seslendirme yapar. Aynı zamanda yine aynı kanalın High School Musical adlı filminde de oynar ve film çok büyük bir başarı elde eder ve filmin ikincisinde de rol alır (2007). Tisdale’nin High School Musical adlı filmdeki rolü şarkı söylemesini gerektirmektedir; "What I've Been Looking For," "Bop to the Top" ve "We're All in This Together" Bu üç şarkı da Billboard Hot 100 listesine girmeyi başarır. Ashley oldukça başarılı olur. Ayrıca Some Day My Prince Will Come" ve "Kiss The Girl" "A Dream is a Wish Your Heart Makes" adlı şarkıları da kanal için yeniden seslendirir ve video klipleri çekilir. Ashley Tisdale’nin ilk müzik albümü Headstrong 6 Şubat 2007’de Warner Bros Plakçılık etiketiyle çıkar. Albüm Billboard Hot 200 listesinde ilk beşe girer. Tisdale, Blender dergisi tarafından Pop’un En Seksi İkinci Kadın Vokali seçilir. Tisdale Be Good to Me, He Said She Said, Not Like That, Suddenly adlı şarkıları için klip çeker. Ashley’in 2008 projeleri arasında High School Musical 3 ve Picture This adlı filmler yer almaktadır.

ashley-tisdale-08120711.jpg
 
Kayıt
27 Nisan 2007
Mesajlar
7.427
Beğeniler
0
Şehir
In Dem Kampus


Nicole Evangeline Lilly

(d. 3 Ağustos 1979, Kanada)

Kanadalı kadın oyuncudur. En bilinen rolü, Lost dizisinde oynadığı Kate Austen rolüdür. Ayrıca Çılgın Haftasonu isimli bir komedi filminde ölü bir mankeni oynamıştır.

Arkadaşları ona Evi ve Monkey lakaplarını takmıştır. Monkey (maymun) lakabını, Lost dizisindeki arkadaşları ona ağaçlara çok rahat tırmandığı için uygun görmüştür. 2 kız kardeşi vardır. Ayrıca Evangeline Lilly aynı dizide Charlie Pace’i oynayan Dominic Monaghan’ın kız arkadaşıdır.

Nicole Evangeline Lilly, 3 ağustos 1979’da ev ekonomisi öğretmeni bir baba ile güzellik uzmanı bir annenin iki kızından ilki olarak Alberta, Kanada’nın Fort Saskatchewan kasabasında dünyaya geldi. Koyu hristiyan inanca sahip olan ailesinin o küçükken televizyonları yoktu.

14 yaşına kadar çeşitli çocuk projelerinde gönüllü olarak çalışan Lilly, British Columbia Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler bölümünde okurken bir dünya kalkınması ve insan hakları komitesi kurdu ve yürüttü. 18 yaşındayken kısa bir süre Filipinler’de misyonerlik yaptı.

Lilly, Ford Modellik Ajansı tarafından İngiliz Kolombiyası’nda Kelowna caddelerinde keşfedildi. Modellik yapmak istemediğinden önceleri bu fikre sıcak bakmasa da daha sonra üniversite masraflarını karşılamak için Ford’un oyunculukla ilgilenen bir koluyla anlaştı.



Birçok LiveLinks Chatline televizyon reklamında oynadı, G4 kanalında yayınlanan vidyo oyunları programı Judgment Day’de yeraldı. 2003 yapımı Freddy vs. Jason’da liseli bir kız olarak göründü. Smallville’in bir bölümünde havuz sahnesinde ve 2004’de ABC’de yayınlanan korku dizisi Kingdom Hospital’de göründü. Lilly, konuştuğu ilk rolü Lost dizisinde yakaladı.

Lost dizisinde oynaması kararlaştırıldığında uzun süre çalışma vizesi alamadığı için amerika’ya giremeyen Lilly, başka bir oyuncu düşünülmeye başlandığı sırada bu problemi aştı ve 1 gün gecikmeyle çekimlere katılmayı başardı. Lost dizisinden 2004 yılında 80.000 dolar kazanan Lilly, Entartainment Weekly tarafından 2004’ün çıkış yapan yıldızı seçildi. Çekimleri Havaii’de yapılan dizide önceleri yüzme bilmeyen Lilly, şunları söylemişti:


Eskiden sudan korkardım. Bu yüzden yüzme dersleri aldım ve şimdi gerçekten okyanusu çok seviyorum. Okyanus çok sıcak, barışçıl ve misafirperver. Artık okyanusta olmadığım her gün benim için eksik bir gün.

2006’da FHM Dergisi’nin En Seksi 100 Kadın listesinde 8. sırada yeraldı ve 2005’de 2. olduğu Maxim’in Hot 100 listesinde 2006’da 67.sıraya düştü. Evangeline, kendisine yöneltilen bir soruya cevap olarak seks ve çıplaklık içeren sahnelerde yer almayacağını söyledi.

evangeline_lilly1.jpg


Ağaçlara kolayca tırmanmasından dolayı Lost’daki oyuncu arkadaşları tarafından Monkey, ve Eva diye çağrılan Lilly, aynı zamanda da hristiyan inancıyla tanınıyor. Bir röportajında bununla ilgili bir soruyu şöyle cevaplamıştı:

Lost’un 1. ile 2. sezon arasındaki dönemde Ruanda’daki yoksullara yardım etmek için oraya giden Lilly, aynı zamanda genç kızları tecavüzcülere karşı kendilerini savunmaları için eğiten Just Yell Fire adlı bir vidyonun promosyonuna yardım etti. Bir zamanlar uçuş görevlisi olan ve çok iyi Fransızca konuşabilen Evangeline, Kanada’lı hokey oyuncusu Murray Hone ile evliydi.



İlginç Bilgiler

* Çok akıcı bir Fransızca'ya sahiptir.
* Doğumgünü ve isim gibi şeyleri çok kolay unuttuğunu söylemektedir.
* Hobileri buz pateni, kano, rafting, snowboard ve dağcılıktır.
* 2005'te Maxim dergisinin anketinde Yılın En Seksi 100 Kadını listesinde 2. sırayı almıştır.
* University of British Columbia'da Uluslararası İlişkiler okumuştur.
* Şu ana kadar 8 tane araba kazası yapmıştır.
* Boş zamanının büyük bir çoğunluğunu spor yaparak geçirmektedir.
* Küçüklüğünde suya karşı fobisi vardı.
* Evangeline Lilly’nin Hawaii’de başka 2 oyuncuyla paylaştığı evi yandı

Filmografi

Film

* Magma Suit (2010)
* Afterwards (2008)
* The Long Weekend (2005) Simone rolünde
* Freddy vs. Jason (2003) Öğrenci rolünde
* The Lizzie McGuire Movie (2003) Polis rolünde (uncredited)

TV

* Punk'd (2007)
* Lost (2004–present) Kate Austen
* Kingdom Hospital (2004) (misafir) Benson'ın Kızarkadaşı rolünde
* Tru Calling (2003) (misafir) Parti Görevlisi
* Smallville (2002) (misafir) Wade'in Kızarkadaşı rolünde (Season 1, Episode 13 "Kinetic")
* Judgment Day (2002) (misafir) JD Kızı

Ödülleri

2007 Altın Küre TV serilerinde drama dalında en iyi aktris -adaylık-

2007 Saturn Ödülü TV serilerinde en iyi aktris -adaylık-
 
Kayıt
27 Nisan 2007
Mesajlar
7.427
Beğeniler
0
Şehir
In Dem Kampus


Nev
[24 Aralık 1968-....]


24 Aralık 1968’de İstanbul’da doğdu. Müziğe mandolinle başladı. Sonraki yıllarda gitarla tanıştı ve yeni müzikler keşfederek, kendi müzikal kimliğinin temelini atmış oldu. Bu arada erkeklerin de alındığı bir sene, Çamlıca Kız Lisesi’ne devam etti. Bu okulda okurken ileride şarkılarına konu olacak mevzuları da gözlemleme fırsatı buldu.

Üniversite 2. sınıfta bir elektro gitar aldı ve gitar eğitimine başladı. 5. ayın sonunda sahnelerdeydi. Üniversite eğitimi boyunca yaz aylarında güneyde müzik yaptı. Onu bugünkü kariyerine hazırlayan bu süreç, müzikal gelişiminde önemli bir yer tuttu.

Üniversite bittikten sonra iş hayatına atıldı bir yandan da müzikle yakın ilişkisi devam etti. 1995 yılında Hakan Özer, Kıvanch K. ve Tolga İnci’den oluşan Chantage’la Cool Bar’da müzik yaptı. Zamanla bestecilik kimliği ağır basmaya başlayınca, artık kendi başına yola devam etmeye karar verdi. Tamamen müziğine konsantre oldu, çünkü birikimlerini üretime dönüştürme noktasına gelmişti.

nev.jpg


2000 yılında, Teoman’la Türkiye turnesine çıktı. Ege ve Akdeniz şeridinde 100.000’e yakın kişinin kendi müziğine verdiği olumlu ve heyecan verici reaksiyonu hissetme imkanı buldu.

Üç yıla yayılan bir stüdyo çalışmasının ardından, tüm beste ve sözleri kendisine, Kıvanch K.’nın bir parçadaki remix’i dışında düzenlemeleri Hakan Özer’e ait olan; Özkan Uğur, Göksel, Tuba Önal gibi isimlerin de yer aldığı ilk albümü ‘Herşeye Rağmen’ Aralık 2001’de piyasaya çıktı.

Arkasından yoğun geçen konser ve bar çalışmalarıyla 2001 senesinden bu yana Türkiye çapında 250’ye varan konser verdi.

Yazları her cumartesi Çubuklu Hayal Kahvesi, kışları da her Cuma Beyoğlu Hayal Kahvesi’nde süre gelen bar programları yaptı.

2004 yılında CocaCola sponsorluğunda Türkiye’nin çeşitli illerinde 6 konser verdi.



2004 yılının Mayıs ayında başlayan ve Haziran ayı boyunca devam edecek, Türkiye genelinde 24 şehirde gerçekleştirilecek Fanta gençlik festivalinde Candan Erçetin, Beyaz, Harem ve Çilekeş’le sahne aldı...

İlk albümünden bu yana geçen 3 yılı, yeni bestelerini oluşturmak ve Haziran ayında ‘Sen Gibi’ adıyla piyasaya çıkacak yeni albümünün hazırlıklarını yaparak geçirdi.

2004 Haziran ayında ‘Sen Gibi’ albümü PASAJ etiketiyle müzik marketlerdeki yerini aldı.


Kod:
Sen Gibi

Suya yazı yazmak gibi seni sevmek 
Yorgunum, üşüyorum 
Yanındayım, ama yalnız ne çare 
Suskunum huzursuzum 
Gözlerinde uçurumlar korkup da yüzleşmeye 
Bakışların kaçar gider gücüm yok yetişmeye 
Düğüm düğüm oldu içim ne olur birşey söyle 
Sen sustukça içimde isyanlar, çığlıklar 
Gece avutmuyor gönlüm unutmuyor 
Dokunduğum hiç bir ten senin gibi kokmuyor 
Avuçlarımda eriyen buz gibisin 
Damla damla akıp giden umutlarım gibisin 
Çaresi derdinden daha zor 
Yüreğimiz yetmiyor söylesene nerdesin 
Gözlerinde uçurumlar korkup da yüzleşmeye 
Bakışların kaçar gider gücüm yok yetişmeye 
Düğüm düğüm oldu içim ne olur birşey söyle 
Sen sustukça içimde isyanlar, çığlıklar 
Gece avutmuyor gönlüm unutmuyor 
Dokunduğum hiç bir ten senin gibi kokmuyor 
Koyamadım kimseyi yerine sen gibi 
Sevemedim kimseyi içimdeki sen gibi
 
Son düzenleme yönetici tarafından yapıldı:
Kayıt
27 Nisan 2007
Mesajlar
7.427
Beğeniler
0
Şehir
In Dem Kampus
Can Yücel

(1926 - 12 Ağustos 1999)



Dünyaca tanınan modern Türk şairdir. Kullandığı kaba ama samimi dil ile Türk şiirinde farklı bir tarz yaratmıştır.

Hayatı

Can Yücel, 1926'da İstanbul'da doğdu.Hasan Ali Yücel’in oğludur.

Ankara ve Cambridge üniversitelerinde Latince ve Yunanca okudu. Çeşitli elçiliklerde çevirmenlik, Londra’da BBC’nin Türkçe bölümünde spikerlik yaptı.

Askerliğini Kore’de yaptı. 1958’de Türkiye’ye döndükten sonra bir süre Bodrum’da turist rehberi olarak çalıştı. Ardından bağımsız çevirmen ve şair olarak yaşamını İstanbul’da sürdürdü. 1956 yılında Güler Yücel ile evlendi. Bu evlilikten iki kızı (Güzel ve Su) ve bir oğlu (Hasan) oldu.

Son yıllarında Datça’ya yerleşti ve her hafta Leman, her ay Öküz dergilerinde yazıları ve şiirleri yayımlandı. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel`e hakaretten yargılanan Yücel, 18 Nisan seçimlerinde ÖDP`nin İzmir 1. sıra milletvekili adayı oldu. 12 Ağustos 1999 gecesi ölen şair, çok sevdiği günebakan çiçekleriyle uğurlanarak Datça'ya gömüldü.

300px-Cyucelimza.JPG

Can Yücel'in Datça'daki evinin bahçesinde, üzerinde imzasının bulunduğu taş.

Yazarlığı

Can Yücel, 1945-1965 yılları arasında `Yenilikler`, `Beraber`, `Seçilmiş Hikayeler`, `Dost`, `Sosyal Adalet`, `Şiir Sanatı`, `Dönem`,`Ant`, `İmece` ve `Papirüs` adlı dergilerde yazdı. Daha sonraları `Yeni Dergi`, ‘Birikim`, `Sanat Emeği`, `Yazko Edebiyat` ve `Yeni Düşün` dergilerinde yayımladığı şiir, yazı ve çeviri şiirleri ile tanınan Yücel, 1965`ten sonra siyasal konularda da ürün verdi. 12 Mart 1971 döneminde Che Guevara ve Mao'dan çeviriler yaptığı gerekçesiyle 15 yıl hapse mahkum oldu. 1974’de çıkarılan genel afla dışarı çıktı. Dışarı çıkışının ardından hapiste yazdığı Bir Siyasinin Şiirleri adlı kitabını yayımladı. 12 Eylül 1980 sonrasında müstehcen olduğu iddiasıyla "Rengahenk" adlı kitabı toplatıldı.

1962'de İngiltere'deyken, 1709 yılından kalma, Latin harfleriyle taş baskısı olarak basılmış bir Türkçe dilbilgisi kitabı bulması geniş yankı uyandırdı.

Şiirlerinde argo ve müstehcen sözlere çok sık yer veren, bu nedenle zaman zaman dikkatleri üzerine çekip koğuşturmaya uğrayan Yücel, ilk şiirlerini 1950 yılında `Yazma` adlı kitapta toplamıştır.

Can Yücel, taşlama ve toplumsal duyarlılığın ağır bastığı şiirlerinde, yalın dili ve buluşları ile dikkati çekti. Can Yücel'in ilham kaynakları ve şiirlerinin konuları; doğa, insanlar, olaylar, kavramlar, heyecanlar, duyumlar ve duygulardır. Şiirlerinin çoğunda sevdiği insanlar vardır. 'Maaile' şairin kitaplarından birine koyduğu bir ad. Can Yücel için ailesi çok önemlidir: eşi, çocukları torunları, babası.. Bu insanlarla olan sevgi dolu yaşamı şiirlerine yansımıştır. 'Küçük Kızım Su'ya', 'Güzel'e', 'Yeni Hasan'a Yolluk', 'Hayatta Ben En çok Babamı Sevdim' bu sevgi şiirlerinden bazılarıdır.

Can Yücel ayrıca Lorca, Shakespeare, Brecht gibi ünlü yazarların oyunlarından çeviriler yaptı. Shakespeare çevirileri (Hamlet, Fırtına, Bir Yaz Gecesi Rüyası) aslına tam olarak bağlı kalmasa da son derece başarılıdır. Shakespeare'in ünlü 'to be or not to be' sözünü 'bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin' şeklinde Türkçeleştirmiştir. 1959'da ilk baskısı yayımlanan 'Her Boydan' adlı kitabında dünya şairlerinin şiirlerini serbest ama çok başarılı bir biçimde Türkçeye çevirmiştir.

Eserleri

* Yazma (1950)
* Her Boydan (1959, Çeviri Şiirler)
* Sevgi Duvarı (1973)
* Bir Siyasinin Şiirleri (1974)
* Ölüm ve Oğlum (1976)
* Şiir Alayı (1981, ilk dört şiir kitabı)
* Rengâhenk (1982)
* Gökyokuş (1984)
* Beşibiyerde (1985, ilk beş şiir kitabı)
* Canfeda (1985)
* Çok Bi Çocuk (1988)
* Kısa Devre (1990)
* Kuzgunun Yavrusu (1990)
* Gece Vardiyası (1991)
* Güle Güle-Seslerin Sessizliği (1993)
* Gezintiler (1994)
* Maaile (1995)
* Seke Seke (1997)
* Alavara (1999)
* Mekânım Datça Olsun (1999)
* En Uzak Mesafe
* Benim adım firuzansa ne olayım
* cazcı firuzan (1997)

Çevirileri

* Hamlet (Shakespeare)1992. İstanbul: Papirüs Yayınları, 1996.
* Bahar Noktası (Bir Yaz Gecesi Rüyası'nın çevirisi) (Shakespeare) 1981. İstanbul: Papirüs Yayınları, 1996.​
 
Kayıt
27 Eylül 2008
Mesajlar
5.579
Beğeniler
1
Şehir
Londra
Jet-li, 26 Nisan 1963'te Pekin'de doğdu. İki erkek ve iki kız kardeşiyle birlikte, babası o henüz 2 yaşındayken öldüğünden annesi tarafından büyütüldü.

Li, geleneksel Uzak Doğu dövüş sanatları üzerine eğitim aldı ve 8 yaşında Pekin Amatör Spor Okulu'na kabul edildi. 3 yıl sonra, bu uzun eğitimin ardından Li, ilk Milli Wushu Şampiyonluğunu aldı.

1974 yılında çıktığı dünya turunda Beyaz Saray'da başkan Nixon adına düzenlenen ikili dövüş müsabakasında onur ödülü aldı. Bunu izleyen 5 yıl boyunca da bu onuru kimseye kaptırmadı.

17 yaşında okuldan mezun olduktan sonra, bir çok önemli filmde rol almaya başladı. Ama kariyeri, 1982 yılında yönetmen Chang Hsin Yen'in yönettiği ''Shaolin Temple'' ile başladı. Böylece şöhrete giden yolda ilk adımını attı ve bu filmin büyük başarısı, onun Hollywood'la tanışmasından önce 25 başarılı Asya filminde yer almasını sağladı.

1997' de çekilen '' Once Upon a Time in China'' filminde, canlandırdığı, Çin kahramanı Wong Fei-Hong karakteriyle hafızalara kazındı. O artık onurlu ve cesur kahraman rollerinin aranan yüzüydü.

Hollywood'da kariyerinin başlangıcı da olan ilk İngilizce filmi ''Cehennem Silahı 4''te Mel Gibson ve Danny Glover ile rol aldı. Böylece iyi ve cesur kahraman rolünde olduğu gibi kötü adam karakterini de başarıyla canlandırabileceğini kanıtlamış oldu.

Onu ''Romeo Ölmeli'' (Romeo Must Die)(2000), ''The One'' (2001) ve ''Ejderin Öpücüğü''(Kiss of the Dragon)(2001) filmleri izledi.

1999 yılında uzun süredir birlikte olduğu Nina Li ile evlendi.

Daha sonra tekrar Çin sinemasına dönüş yapan Li, Zhang Yi Mou imzalı Uzak Doğu sinemasının baş yapıtlarından biri olan ''Hero''(2002) filminde baş rolde yer aldı.

En son 2006 yılında ''Korkusuz'' (Fearless) filmiyle sevenleriyle buluşan Jet Li, Asya'yı Hollywood'da temsil eden en başarılı isimlerden biridir.

Filmografi

Shaolin Temple (1982)

Shaolin Temple 2: Kids from Shaolin (1984)

Shaolin Temple 3: North and South Shaolin (1986)

Born to Defence (1986)

Dragon Fight (1988)

Dragons of the Orient (1988)

Once Upon a Time in China (1990) ,

Once Upon a Time in China 2 (1991)

The Master (1992)

Once Upon a Time in China 3 (1992)

Swordsman II (1992)

The Legend of Fong Sai-Yuk / The Legend (1993)

The Legend of Fong Sai-Yuk II / The Legend II (1993)

The Last Hero in China / Deadly China Hero (1993)

The Kung Fu Cult Master (1993)

The Tai Chi Master / Twin Warriors(1993)

Li Lian Jie's Shaolin Kung Fu (Belgesel) (1994)

The New Legend of Shaolin / The Legend Of The Red Dragon (1994)

The Bodyguard from Beijing / The Defender (1994)

Fist of Legend (1994)

My Father Is a Hero / The Enforcer (1995)

High Risk / Meltdown (1995)

Dr. Wai in "The Scripture with No Words" (1996)

Black Mask (1996)

Once Upon a Time in China and America (1997)

Hitman / Contract Killer (1998)

Lethal Weapon 4 (1998)

Romeo Must Die (2000) ,

Kiss of the Dragon (2001)

The One (2001)

Hero (2002)

Cradle 2 the Grave (2003)

Unleashed (2005)

Fearless (2006)

Rogue (2006)​

 
Kayıt
27 Nisan 2007
Mesajlar
7.427
Beğeniler
0
Şehir
In Dem Kampus
haykicq7.jpg


Hayki

14.04.1983 doğumlu olan hayki 1995 yılında rap dinlemeye başladı...Türk ve dünya rapini yakından takip ederek....Önceleri tek başına çalışan hayki ilk kaydını 2000 yılında kendi evinde aldı....Derken araya askerliğin girmesi ve çalışmak zorunda olması gerektiğinden rap hayatı pekte aktif geçmedi.... Askere gidene kadar kendi çapında kayıtlar alıp birkaç organizasyon da sahne aldı.Asıl amacı askerliğini bitirdikten sonra tek işinin müzik olmasıydı Ve vatani görevini tamamlayıp istanbula döndükten sonra Kaplan veGarez ile 2004 yılında İhtilal adlı grubu kurdular....grup la beraber "Tüylerin Diken Diken"&"Kuralda Biziz Yasa'da"adı altında iki unuderground albüm pisaya sürüldü......ardından Kraliçe(YAS) ile birlikte mersinde ŞŞŞ!!! adlı bir ortak albüm hazırladı.....İhtilal ile beraber birçok organizasyon party ve konserde yer aldı.....Şimdi ise hitilal record's bünyesinde ihtilal grubunun beat,kayıt ve mixing işini üstleniyor..İhtilal bu sıralar 3ve4'e gölge düşmez adlı albüm üzerinde çalışıyor...ancak öncesinde Yas ile birlikte "Can Sıkıntısına" adlı bir albüm daha piyasaya verecekler...

aaaaaaaaaaaaaaaaaaaa.jpg


Yas


19 nisan 1989 yılında mersinde dünyaya gözlerimi açtım . Duygusal biraz sinirli,seçici,insanlarla ilişkilerinde titizlik arayan,ufak şeyleri bile kafasına takan,çocuk ruhlu yeri gelince çok mantıklı ağır başlı bir insanım.yemek yapmayı,film izlmeyi,yazmayı,okumayı seven biriyim..Kısacası rap le bi alakam yokken arkadaşımın ısrarı sonucunda bi rap partisine gittim ve müziği hissettim çok içten ve sıcak geldi.İçtenlikle yapmak istediğimi anladım ve rap yapmaya başladım. Şuana kadar 'Yas tutmak kendi cinayetim,Bir damla Yas,Anayasa Yas ve Haykiyle ortak çalışmamız olan 'ŞŞŞşş!' albümlerinden oluşan 4 underground albüm yaptım.Bir çok isimle ft. lerim bulunmakta.Yeni birçok projem var.Hayki&Kraliçe(yas) olarak ortak yeni bi albüm daha sonrasında içerisinde birçok overground ve underground rapci bulunan ft albümü çalışması içerisindeyim.Şimdiki düşüncelerim bunlar Underground da belli bir yere geldikten sonra bandrollü albüm düşünüyorum rap müzik için birçok şey yapmak istiyorum...

abdullahraprap_l_14c2250746d1a99163a28a68d738a338.jpg

 
Kayıt
8 Mart 2008
Mesajlar
12.853
Beğeniler
1
Şehir
Staples Center / L.A
Tuluyhan Ugurlu




15 Kasım 1965'de İstanbul'da doğdu. Yeteneği 4 yaşında keşfedildi ve aynı yıl İstanbul Belediye Konservatuvarı piyano bölümüne kabul edildi. 7 yaşında devlet tarafından açılan Harika Çocuklar Sınavını kazanarak yurt dışında yüksek müziği eğitimi yapmaya hak kazandı. Lise ve konservatuvarın ardından eğitimini Viyana Müzik Akademisi’nde tamamladı. Akademide master yaparken, sanat yaşamının en ciddi kararını vererek, klasiklere veda etti ve sadece kendi eserlerini seslendirmeye başladı. Canlı konser kayıtlarından oluşan Go With God ve Kutsal Kitaplardan Ayetler isimli ilk iki albümünde hayranı olduğu Bach’dan esinlenerek inanç konularına eğildi.

1996’da Türkiye’de İstanbul Kanatlarımın Altında film müziği ile ünlendi. Cumhuriyetin 75. yıl kutlamaları için Mustafa Kemal Atatürk ve Güneşin Askerleri, büyük depremin ardından Şehrin Gözyaşları isimli eserlerini besteledi ve bunları albüm haline getirdi. Çeşitli belgesel müzikleri de yazan sanatçı son piyano eserlerini Beyazıt’ta Zaman isimli albümde topladı. Aynı dönemde ilk senfonisi olan Senfoni Türk ‘ü de tamamladı. Bu eserinde senfoni orkestrası, mehter takımı, Türk Müziği enstrümanları ve piyanoyu bir arada kullanarak, Türk Klasik müziğinde bir ilke imza attı.

Tuluyhan Uğurlu, 2003 yılından itibaren Klasik Müzik dünyasında yapılmamış bir ilke imzasını atarak, konserlerini konser salonlarının dışına taşıyarak, tarihi mekanlarda gerçekleştirmeye başladı. Görüntülerle de mekanın tarihinin anlatıldığı bu proje çerçevesinde Nemrut Dağı, Sirkeci Garı, Hattuşa, Truva, Tuşba antik kentleri, Dolmabahçe, Yıldız, Çırağan ve Beylerbeyi Sarayları, Çimenlik Kalesi gibi mekanlarda konserler verdi. 26 Ağustos 2005 sabahı saat 05:30’da piyanosunu 1753 metrede Kocatepe’ye çıkararak, Atatürk ve şehitler için çaldı. 2005 yılında hazırlanan İstanbul tanıtım filminin müziklerini yaptı.


Sanatçının Dünya Başkenti İstanbul isimli son albümü 2006 Nisan ayında satışa sunulmuştur.


En cok dinledigim piyanist diyebilirim
 
Yukarı Alt