Kayıt
27 Nisan 2007
Mesajlar
7.427
Beğeniler
0
Şehir
In Dem Kampus
Bilimin sınırı var mı? Bilim bütün sorulara cevap bulacak mı? İnsanlığın bilimsel gelişmesi hangi aşamada?

İnsanlığın gelişmesi karşısında zaman zaman umutsuzluğa kapılıyor olabilirsiniz. Bilimsel gelişmeler ne kadar hızlı olursa olsun, insanlığın pek çok sorunu hala çözüme kavuşmadı.

Ama geniş bir perspektiften bakıldığında bilimsel gelişmelerin başdöndürücü bir hızla devam ettiğini görüyoruz. Hatta diyebiliriz ki eskiden 20-30 yılda sağlanabilen bilimsel gelişimi insanlık artık bir iki yılda gerçekleştirebiliyor.

Bilimadamlarının söyledikleri bize çok karışık ve anlaşılmaz geliyor çoğu zaman. İngiliz The Times gazetesi, önde gelen İngiliz bilimadamlarına bazı sorular yönelterek 'kısa ve basit' cevaplar aradı. Ortaokul fen bilgisi eğitimi almış birinin anlayabileceği basitlikte işte o sorular ve cevapları:



Kanseri yenebilir miyiz?

Kansere yol açan genetik deformasyonun durdurulması ve geri çevrilmesi konusunda çalışmalar hızla devam ederken, kanserle mücadelenin ana unsuru ise kansere yol açan risk faktörlerinin önlenmesi.
London School of Medicine Kanser Araştırmaları Enstitüsü Başkanı Profesör Frank Balkwill bu konuda ümitli konuşuyor: "Çok büyük mesafe katettik. Kanser araştırmalarının altın çağındayız. Şu an sahip olduğumuz bilgi düzeyini 25 yıl önce hayal bile edemezdik."

Şu kadarını artık biliyoruz: DNA üzerinde oluşan bir tür bozukluk hücrelerin anormal davranmasına neden oluyor ve bu anomali neticesinde ölmesi gereken hücreler ölmüyor, normalde gitmemeleri gereken bir yol izleyerek arzu edilmeyen yerlerde büyüyorlar. İşte buna kanser diyoruz.

DNA üzerindeki bu hasara tam olarak neyin sebep olduğu konusunda pek fazla bilgimiz yok. Kansere karşı kullandığımız ilaçlar, hedef aldığımız tümörleri hedef alacak şekilde özel olarak geliştiriliyor ama kanser türleri çok değişik şekillerde mutasyona uğradığı için her seferinde yeni bir ilaç formatı dizayn edilmesi gerekebiliyor.

Kansere yol açan genetik deformasyonun durdurulması ve geri çevrilmesi konusunda çalışmalar hızla devam ederken, kanserle mücadelenin ana unsuru ise kansere yol açan risk faktörlerinin önlenmesi.

İşin en zorlu kısmı ise klinik kanser araştırmalarının çok pahalı olması ve uzun yıllar alması. Nüfusu hızla artmakta olan bir dünyada, pahalı kanser tedavisi bir yana, gerekli testleri yaptırmak bile pek çok kişi için çok pahalı.

Muhtemelen 100 yıl içinde, sadece bir damla kanı tahlil ederek DNA'daki olası bozulmaları çok daha önceden saptamak ve kanseri daha oluşma aşamasında saptamak ve oluşmadan durdurmak mümkün olabilecek. Ama bu sonuçlara ulaşılıncaya kadar çok yüksek miktarlarda yatırım yapılması ve çok uzun zamanlar sürecek klinik araştırmalar yapılması lazım.

Robotlar ev işlerini ne zaman yapacak?



Muhtemelen beş yıl içinde, kendisine verilen sesli bir komutu algılayarak basit işlevleri yerine getirebilecek robotlar göreceğiz.
Robotlara ne oldu? 20.Yüzyıl'ın sonunda hepimizin kişisel bir robot uşağı olacağına bile inanmıştık 1970'lerde. Bizim için kahvaltı hazırtlayacak, evi temizleyecek ve hatta ütü yapacaktı. Tıpkı Star Wars'taki C3PO gibi ama daha az ürkütücü bir robot.

Galiba beklentilerimiz biraz fazla büyüktü. Endüstriyel üretimde belli bir işi yapmak için, mesela üretim bandındaki otomobilleri sprey boyayla boyamak için robot yapmak nispeten kolay oldu: Çünkü hangi çevre içinde çalıştıracağınızı kesin olarak bilirseniz robot yapıp çalıştırmak zor değil.

Asıl zor olan, 'önceden kesin olarak tanımlanmamış' görevleri 'sınırları önceden kesin olarak belli olmayan bir çevrede' yapması için robot tasarlamak. Yapay zeka konusunda yıllarca çalışan uzmanlar, robotların beyinlerine (merkezi bilgisayarlarına) yerleştirilecek bir 'model evrenin' yeterli olacağını düşündüler. Ama robotun beyni olarak tasarlanacak yapay zekanın çok yavaş kalması ve robotun hareket kaabiliyetinin bu durumda çok sınırlı kalması gibi bir durumla karşılaştılar.

Şimdilerde 'yapay model evren' oluşturmak yerine bilim adamları -zihinsel bir yapı sahibi olmayan ama gene de belli bir işlevi yerine getirebilen- basit hayvanları model alarak çalışmalarını sürdürüyorlar.

Muhtemelen beş yıl içinde, kendisine verilen sesli bir komutu algılayarak basit işlevleri yerine getirebilecek robotlar göreceğiz. Ama gerçekten akıllı bir robot inşa etmeden önce insan beyninin işleyişine dair çok daha fazla bilgi edinmemiz gerekiyor. Bunun gerçekleşmesi 100 yıldan daha fazla zaman alacak.

Ancak o zamana kadar, sanat ve felsefe gibi konuları tartışabileceğimiz 'arkadaş' robotlar söz konusu olabilecek. Gene de bu robotlarla arkadaşlık seviyenizin 'çok kısıtlı' kalacağı ortada. Evet, robotunuza aşık olabileceksiniz ama robotunuzn bu aşka vereceği karşılık sizi tatmin etmekten çok uzak olacak.

Askeri amaçlarla kullanılacak robotlara gelince önce şu soruyu cevaplamak yerinde olur: Sadece bir karıncanın aklına sahip eli silahlı bir robota güvenir miydiniz?

Ama kolektif davranış biçimi sergileyen mesela termit gibi hayvanlardan esinlenerek, geniş sayıda robotun madencilik, arama-kurtarma, hava kirliliğini izleme ve tarımsal hasat gerçekleştirme gibi işlerde kullanılabileceği günler uzak değil.

Şu an için piyasada 'halınızı temizleyen' elektrik süpürgesi olarak robotlar zaten mevcut. Mutfak robotlarını da unutmayalım. Gelecekte de bu türden iş gören -ve muhtemelen varlıklarını bile farketmeyeceğimiz- ufak robotlar şehirlerimizde irili ufaklı işler görüyor olacak. Ancak 'insan görünümlü bir hizmetçi' şeklinde bir robot göremeyeceğiz.

Gezegenimizi kurtarabilecek miyiz?



Gezegenin iklimi değişti, bunun sonucu olarak da dünyadaki tarımsal üretim, su kaynakları, deniz seviyeleri ve neticede insanların sağlığı çok olumsuz şekillerde etkilenecek.
Norwich İklim Değişiklikleri Araştırmaları Enstitüsü'nde çalışan ve daha önce Dünya Bankası ve NASA için danışmanlıklar da yapmış olan Profesör Robert Watson bu konuda biraz telaşlı.

Gezegenizimizi global ısınmanın etkilerinden kurtarmak için zamanımızın daralmakta olduğuna işaret eden Profesör Watson şöyle diyor: "Gezegenin iklimi değişti, bu bir gerçek. Bu değişimin hızlanarak devam etmesi büyük olasılık. Bunun sonucu olarak da dünyadaki tarımsal üretim, su kaynakları, deniz seviyeleri ve neticede insanların sağlığı çok olumsuz şekillerde etkilenecek. Bütün rakamlar, gerçekler ve bulgular bu yönde."

O zaman ne yapmamız lazım? Yapılacak çok şey var! En başta, daha az karbon tüketecek bir global ekonomik düzene ve buna uygun bir yaşam tarzına geçmemiz gerekiyor. Kesinlikle daha az sera gazı salınımı gerektiren enerji üretim şekillerine geçilmeli. Karbondioksit salınımı muhakkak bir şekilde azaltılmalı, yenilenebilir kaynaklardan elde edilen enerji oranları arttırılmalı. İnşaat teknolojilerini 'etkin binalar' yapacak şekilde geliştirmeli ve ormanların tahribatına kesinkes engel olmalıyız. Yepyeni bir ekonomik düşünce tarzı benimsenmesi ve eko-sistemleri daha iyi yöneten ülkelere daha fazla kaynak ve imkan aktarılması yerinde olacak. Tarımsal destekleme politikalarından ulaşım politkalarına kadar yepyeni anlayışlara yönelerek hükümetsel boyutlarda karbon tüketimi düşürülmeli.

Şu ana kadar alıştığımız şekildeki kapitalist üretim ve ekonomi sistemleri devam ettirilirse, gezegeni kurtarmamız mümkün olmayacak.

"Bireysel olarak da görevlerimiz var. Enerji tasarruflu ampuller kullanın, alışverişlerinize daha fazla yürüyerek gidin, daha düşük ısıdaki ortamlarda yaşamaya çalışın, daha az et tüketin. Bireysel olarak yapacağımız küçük değişikliklerin de toplamda büyük etkileri olacaktır" diyor Profesör Watson.

Çok karamsar bir tablo ortaya koymakla birlikte Prof.Watson gene de iyimserliğini koruyor: "Bu tedbirleri alacak ve sorunları çözümleyecek teknolojimiz ve insan kapasitemiz var. Ancak zaman hızla daralmakta. İnsan neslinin kendi kendini yok edeceğine inanmıyorum ama artık harekete geçme zamanı da geldi. Çaresizlik içinde bekleyecek miyiz yoksa birşeyleri değiştirmek için harekete geçecek miyiz? İşte sorun bu. Eğer birlikte çalışabilirsek, bize miras bırakıldığı kadar güzel bir dünyayı çocuklarımıza ve torunlarımıza bırakabiliriz."

Dünya çapında salgın hastalıklar olacak mı?



Virüs yayılması nedeniyle dünya çapında yaşanacak salgınlar ve yeni çıkan hastalıklar çok sık aralıklarla olmasa bile, karşımıza çıkmaya devam edecek.
Salgın hastalıkların analizi ve modellemesi konularında araştırmalar yürüten Matematiksel Epidemiolog Profesör Neil Ferguson matematiksel modeller geliştirerek hastalıkların yayılma hızlarına dair teoriler geliştiriyor.

Sorunun cevabı kısa: EVET! Virüs yayılması nedeniyle dünya çapında yaşanacak salgınlar ve yeni çıkan hastalıklar çok sık aralıklarla olmasa bile, karşımıza çıkmaya devam edecek.

Şu aralar kuş gribinin çeşitli türleri en tehlikeli salgın türünü oluşturuyor. Normalde kuş türleri arasında gelişen bir virüsün insandan insana geçebilecek bir mutasyona uğraması 20 veya 30 yılda bir rastlanabilecek bir olay. Neil Fergusson "Ama bunu bir saatin tiktakları gibi düşünmeyin" diyor "her yılın başında sekiz defa yazı tura atar gibi düşünün. Eğer sekiz defa üstüste tura gelirse, salgın hastalık olma olasılığı böyle hesaplanır. Rasgele bir olay olsa bile, önünde sonunda sekiz defa üstüste tura gelir."

H5N1 (kuş gribi) virüsü henüz insandan insana geçebilecek şekilde mutasyon geçirmedi. Ancak virüs taşıyan kuşlarla bir şekilde temas eden 300 kişiye bu virüs bulaştı. Bu rakamın düşük bir sayı olduğunu düşünebilirsiniz ama virüsü kapan her üç kişiden ikisi öldü. Eğer bu virüs insandan insana geçebilecek şekilde mutasyona uğrarsa, 'katastrofik' bir etkisi olacağı kesin!

1918'deki grip salgını, İngiltere nüfusunun %1'ini öldürmüştü. Yani 1918'de ortaya çıkan virüs bugün ortaya çıksa, İngiltere'de 600.000 ölüm vakası olurdu. İngiltere'de yılda ortalama 15.000 kişi grip nedeniyle ölüyor ama bunların çoğu zaten yaşlı insanlar. H5N1 virüsü daha uzun yıllar bizimle birlikte olacak gibi görünüyor. O halde acil durum planı yapılması kesinlikle şart.

Bilgisayarda yapılan modellemeye göre bu virüsün insandan insana geçecek şekilde mutasyona uğrayıp yayılması halinde, karantina çabaları sonuçsuz kalacak gibi görünüyor. Ancak gene de bunu denemek gerekecek. Aşıların ve serumların işe yarayıp yaramayacağı ise, virüsün yayıldığı andaki DNA yapısına göre belli olacak. O durumda bile İngiltere'de 150.000 kişi ölecek ama 600.000 rakamından çok daha iyimser bir rakam bu.

Evrenin sonu nasıl gelecek?



13 milyar yıl kadar önce gerçekleşen Big-Bang'den (büyük patlama) beri evren sürekli genişlemekte. Uzayın derinliklerine bakınca, bu akıl durdurucu süreci izleyebiliyoruz.
Hubble uzay teleskopunun yerini alacak olan ve 2013 yılında fırlatılması planlanan James Webb Uzay Teleskobu üzerinde çalışmakta olan astronom Dr.Maggie Aderin ilk teleskobunu yaptığında altı yaşındaydı. Şimdiyse onun çalışmaları, evrenin nasıl oluştuğunu anlamamıza katkıda bulunuyor. Evrenin nasıl oluştuğunu bilirsek, evrenin kaderini de bileceğiz demektir.

13 milyar yıl kadar önce gerçekleşen Big-Bang'den (büyük patlama) beri evren sürekli genişlemekte. Uzayın derinliklerine bakınca, bu akıl durdurucu süreci izleyebiliyoruz.

"Çok uzaklardaki objelerden gelen ışıklar o kadar bükülür ki görünebilme limitinden çıkar ve kızılötesine dönüşür. Biz insanlar bunu göremiyoruz ama ısı yoluyla algılayabiliyoruz" diyen Aderin şöyle devam ediyor "James Webb Teleskobu, işte bu kızılötesi ışığı algılayabilecek ve son derece uzaktaki nesneleri bile 'görmemizi' sağlayacak. Ama bu gördüğümüz ışık bile, Big Bang'den 130 milyon yıl sonra o objelerden yola çıkmış ışık. Yani bir anlamda 130 milyon yıl öncesini görmüş olacağız. Evrenin oluşumunu anlayarak, nasıl sona ereceğine dair bir fikrimiz olacak. Bunu belirleyen unsurlar ise evrendeki enerji ve maddenin yoğunluğu."

Aderin, Yakın Kızılötesi Spektrograf'ın ana parçasının geliştirilmesini sağladı. Bu parça, teleskobun çok önemli bir kısmını oluşturacak ve bir seferde 100 değişik objenin kızılöesi spektrumlarını ayrı ayrı görüntüleyebilecek. Bu sayede galaksi ve yıldızların oluşumunu ve kimyasal yapılarını anlamamız mümkün olacak. James Webb Uzay Teleskobu, evrenin genişleme oranı hakkında daha yetkin bilgiler sağlamak için tasarlandı. Böylece en büyük bilmecelerden biri olan -ve evrenin genişlemesini hızlandırdığı düşünülen- "karanlık enerji"nin yapısına da ışık tutması umuluyor.

Evrenin nasıl yok olacağına dair çeşitli teoriler var:

1. Çekim gücü herşeyi yavaşlatacak ve kendi üstüne çökecek (Büyük büzüşme)


2. Evrenin genişlemesi sürecek ancak giderek yavaşlayacak ve evren giderek soğuyacak (Büyük soğuma)


3. Gizemli 'kara enerji' evrenin giderek daha hızlı genişlemesine yol açacak ve evren yırtılıp kopmak suretiyle dağılacak (Büyük yırtılma)


4. Evren genişlemesini tamamlayınca daralmaya başlayacak ve bu daralmanın sonunda yeni bir Big Bang meydana gelerek yepyeni bir evrenin oluşumunu başlatacak. (Büyük zıplama)



Bizim evrenimizin, sayısız evrenlerden yalnızca biri ve bütün varlığın sadece minik bir bölümü olduğunu düşünebiliriz. Ama bunun ne olduğunu anlamamız belki milyarlarca yıl sürecek. Dr.Aderin "Milyarlarca yıl sonra bunu anlasak bile, bulduğumuz cevap bizi tatmin etmeyecekse yapabileceğimiz başka bir şey varolacak mı? Bunu bilmiyorum" diyor.

Dünya dışında hayatlar bulacak mıyız?



Bize en yakın yıldız sistemi 40 trilyon kilometre ötede. Herhangi bir hayat formu barındırması mümkün gezegenlere seyahat planlamak şu günkü teknolojimizle mümkün değil.
Gezegen bilimci ve Beagle 2 Mars misyonunun başkanı Profesör Colin Pillinger dünya dışı hayatlar olduğundan emin. "Kozmosta yeterince hidrojen ve oksijen var. O halde hayatın yapıtaşı olan suyun da evrende bulunduğunu varsayabiliriz. Bu da iyi bir başlangıç olur" diyor.

Beagle 2'nin görevi Mars'ta hayat belirtileri aramaktı. Eğer Mars'ta hayat belirtisi bulamazsak daha uzaklara bakmamız gerekecek.

Ama ne kadar uzaklara bakabiliriz? Sorun burada.
Bize en yakın yıldız sistemi 40 trilyon kilometre ötede. Herhangi bir hayat formu barındırması mümkün gezegenlere seyahat planlamak şu günkü teknolojimizle mümkün değil.

Bu durumda dünya dışı akıllı varlıkların kalkıp bizim dünyamıza gelmesi veya başka gezegenlerin etrafındaki gaz kütlesini inceleyerek o gezegende hayat belirtisi olup olmadığını bize bildirecek teleskoplarımızın olması gerekecek. Bunu da yakın bir zamanda olmayacağı kesin.

Profesör Pillinger bu konuda gerçekçi konuşuyor: "Trilyonlarca galaksi içinde yer alan trilyonlarca gezegen var ve bunlardan herhangi birini bugün incelemeye başlasanız, hala bakmanız gereken çok daha fazla gezegen olduğunu bilmelisiniz."

Sonsuza kadar yaşayabilecek miyiz?



İnsanların ortalama 100 yıl yaşayacağı günler uzak değil. Ama bu kadar uzun yaşamak durumunda kalmanın manevi bedeli tam olarak bilinmiyor.

Londra'daki King's College Kök Hücre Biyolojisi Laboratuarında çalışmakta olan Dr.Stephen Minger aslında bir Amerikalı. "Londra, dünyada yaşanacak en iyi yerdir. Hele de bilimle uğraşıyorsanız" diyor.

Kök hücre çalışmalarına büyük umutlar bağlandı. Bunlar, yetişkin dokularda ya da embriyo hücrelerinde saklanan tanımlanmamış (boş) hücreler. Birbirlerini kopyalayabiliyor veya diğer hücre tiplerine dönüşerek çoğalabiliyorlar.

Sadece 10 yıl önce bilimadamları insan embriyosundan kök hücre alarak bunlardan hücre kültürleri üretmeyi başardı. Hücrelerin farklılaşmasının kontrol edilmesi suretiyle bilimadamlarının tedavi amaçlı olarak hücre nakli sağlayabileceği; böylelikle Parkinson hastalığı, diabet ve kalp hastalıklarını tedavi edilebileceği umuluyor.

Dr.Minger geçtiğimiz günlerde gene haberlerde yer aldı. İngiliz hükümeti ona ve ekibine 'inek hücrelerine insan DNA'sı enjekte ederek' başlatacağı çalışmalar için izin verdi. Çeşitli bakımlardan etik ve dinsel tepkiler yaratacak bu hamlenin yapılması bilimsel açıdan gerekliydi çünkü ancak bu sayede 'bilimsel amaçlarla kullanılacak' insan kök hücresi üretilmesi mümkün olabilecek. Burada en önemli bilimsel hedeflerden biri de anormal hücre bölünmesi ve farklılaşması konusunda daha derin ve kapsamlı bilgiler edinebilmek. Böylece kanser ve diğer bazı ciddi hastalıkların ortaya çıkış nedenlerini kavramak mümkün olabilecek.

Minger, kök hücre çalışmaları sonucunda insan ömrünün çok geniş ölçüde uzatılabileceğinden emin. Ancak maliyetler çok yüksek olabilir ve bu türden tedavi yöntemleri herkese uygulanamayabilir. Ancak Dr.Minger'ın ekibinden en az bir kişinin inancı o ki, önümüzdeki nesillerde doğacak bir bebeğin tahmini ömrü 'sınırsız' olacak.

Dr.Minger'in düşüncesine göre, hayat tarzımızı değişirerek ve 'önleyici tedbirlere' ağırlık vererek insanların ortalama 100 yıl yaşayacağı günler uzak değil. Ama bu kadar uzun yaşamak durumunda kalmanın manevi bedeli tam olarak bilinmiyor. Belki de "120 yıl yaşamanın bedeli, ömrün son 50 yılını yaşlılığın bütün sıkıntılarını yaşayarak ve yaşam kalitesinden yoksun bir şekilde geçirmek olacak."
 
Yukarı Alt